27/06/2016 | Yazar: Selçuk Candansayar

İlke yalındır, gerisi teferruattır. İnsandan, insanlıktan yana, eşitlik, özgürlük ve adaletten yanayız. Zorbanın zulmettiğinin kim olduğuna bakmaya ve beğenmediğimize yapılana ses çıkarmamaya başlarsak kazanan sadece ejderha olur.

Haziran Türkiye Meclisi ikinci buluşmasını gerçekleştirdi. Türkiye’nin dört bir yanında mahallelerde, işyerlerinde, okullarda örgütlenen forumların seçtiği 400 temsilci iki gün boyunca bir araya geldiler, tartıştılar, paylaştılar, güç alıp güç verdiler birbirlerine.

2013 Gezisi’ne göre Türkiye daha da dibe çökmüş durumda. Gezi’nin ilk günlerinde ejderhanın ölümcül bir yara aldığını, ama can havliyle savuracağı kuyruğunun büyük yıkımlara neden olabileceğini yazmıştım.

Hep birlikte öldürülüyoruz…

Yazık ki hep birlikte öldürüldüğümüzün ayırdında olduğumuzu söylemek güç.



Zorba, zulmünü sürdürmek için düşmana ihtiyaç duyuyor. Biteviye aramızdan düşman bellediklerini çekip alma gayretinde. Kendi içine ve kendi dışına doğru iki büyük düşman kampı kurmaya çalışıyor.
Kendi içinden gelebilecek en küçük muhalif sesi bile Cemaat etiketiyle damgalayarak ekmeğini, suyunu keserek, içeri tıkarak, mallarına el koyarak susturuyor.

Kendi dışında olanların tümünü ise aynı parantez (Kürt) içine hapsetmeye çalışıyor. En beklenmedik olanı, en anlamsız suçlama ve en hukuksuz yöntemle kapatıyor.

Şebnem Korur Fincancı, Ahmet Nesin ve Erol Önderoğlu son örnekler. Şebnem Korur, sadece bizim tıp mesleğimizin değil insanlığın yüz akı. Onu içeri tıkanların asıl onursuzlukları, yarın onların başına bir şey geldiğinde onların insan haklarını da Şebnem Korur’un savunacağı bilmeleri. Bile bile yapıyorlar. Nasılsa o bizim gibi değil, biz ona zulmetsek de yarın o bizim hakkımızı savunur diye düşünüyorlar. Zorba ve şürekâsının en büyük güvenceleri de biraz bu. Yarın düşseler, adil yargılanacaklarını bilmenin pişkinliğindeler.

Zorbanın muhalefeti cemaat ve Kürt parantezlerinde ‘konsolide’ etme stratejisinin anlaşılır yanı var. Böylece her iki etikete dahil olmak istemeyenler, istemeseler de onlara dönük zulmün artmasına neden oluyorlar. Böylece iktidar kendisini olduğundan daha güçlü ve karşı konulmaz gösterme becerisi kazanıyor.

Eski hempası cemaatin ne yapıp yapmayacağı onların sorunu ama bizim Haziran’ın bu stratejiyi bozmak için omuz vermemiz gereken yol farklı olmalı.

İlke yalındır, gerisi teferruattır. İnsandan, insanlıktan yana, eşitlik, özgürlük ve adaletten yanayız. Zorbanın zulmettiğinin kim olduğuna bakmaya ve beğenmediğimize yapılana ses çıkarmamaya başlarsak kazanan sadece ejderha olur.

Biz, bildiğimiz ‘yol’dan gitmeliyiz. Toplumsal muhalefeti ilmek ilmek sokaktan, sınıftan, işyerinden, tarladan kurarken; hayatından memnun olmayan, böyle yaşamak istemeyen herkesin kendisini ifade edebileceğine inandığı, ama asıl olarak kendisini güvende hissedebileceği bir yapı olmalı Haziran.

Manisa’da bir fabrikada bir araya gelen birkaç işçi, Antep’te bir lisede oturup ne yapalım diyen birkaç öğrenci, Van’da kendisini yapayalnız ve tehdit altında hisseden bir mülteci LGBTİ, Trabzon’da mahalle arasında bir çay ocağında bir araya gelebilen üç beş öğretmen, velhasıl her nerede kim, kimler bu ejderhaya karşı bir araya gelmek istiyorlarsa hemen yanı başlarına gelebilecek ve onları bizden kılacak bir Hazirancı olduğunu hissedebilmeli, bilmeli ve ulaşabilmeli.

Bu kaynaşmayı sağlayabilmenin yolu Haziran’ın nerede bir haksızlık, zulüm varsa orada isyana, direnişe, karşı koymaya, hayır demeye omuz vermesinden geçiyor.

Biz omuz verdikçe insanlar Haziranlaşacaklar.


Etiketler:
İstihdam