06/07/2010 | Yazar: KAOS GL

Çoğu kez iktidar sahipleri, toplum içindeki farklı kesimlerden birinin/birkaçının onurlarıyla oynar.

Çoğu kez iktidar sahipleri, toplum içindeki farklı kesimlerden birinin/birkaçının onurlarıyla oynar. Yasalarıyla ve uygulamalarıyla belli bir kesimi/kesimleri hedef alır ve onları itip kakar, hor görür. Hedef tahtasına oturtulanlar bazen alenen aşağılanır, bazen de yok sayılırlar. Gururu ayaklar altına alınanlar, kendilerine bu şekilde davranan bir sisteme başkaldırır ve onunla çatışırlar.

Hükümet açılım politikasını yürütemedi. İlk sorunla karşılaştığında sürece devam etme basiretini gösteremedi, hemen geriye döndü. Kandil ve Mahmur'dan gelenlerin karşılanmasına gösterilen milliyetçi tepkilere teslim oldu. Yükselen Türk milliyetçiliğini teskin etmek için Kürtlerin gururunu incitecek tavırlar sergiledi

Dicle Üniversitesinden Vahap Coşkun yazdı.

Isaiah Berlin, milliyetçiliği “yaralı ulusal bilincin patolojik alevlenmesi” olarak tanımlar. Ona göre, milliyetçilik toplumun kolektif hissiyatında açılan bir yaradan doğar. Yara açılması, bir askeri yenilgiden, adaletsizliğe uğramaktan veya bir tür baskıya maruz bırakılmaktan kaynaklanabilir. Tüm bu durumlarda bir aşağılanma söz konusudur. Bir millet/ grup bir başka millet/grup tarafından aşağılanır. “Bu, genellikle, milliyetçi tepki dediğim şeye, acı veren ‘geri tepme’ olgusuna yol açar. Eğer bir dalı eğerseniz, dal geri teper.”

Berlin, “aşağılanmaya karşı keskin tepki” olarak gördüğü ve “demokrasi için bir tehlike” saydığı milliyetçiliği açıklarken, “onur” ve “gurur” gibi kavramların bireyler ve toplumlar için hayati bir değer taşıdığına da işaret eder. Herkes saygı görmek ve yaşamını onurlu bir şekilde sürdürmek ister. Kendisini var eden özelliklerine müdahale edilmemesini, özgürlüğünün ve özgünlüğünün tanınmasını, başkalarıyla eşit muameleye tabi tutulmasını talep eder. Bu talepleri karşılık bulursa da içinde yaşadığı toplumsal düzene uyum gösterir.

Ama çoğu kez iktidar sahipleri, toplum içindeki farklı kesimlerden birinin/birkaçının onurlarıyla oynar. Yasalarıyla ve uygulamalarıyla belli bir kesimi/kesimleri hedef alır ve onları itip kakar, hor görür. Hedef tahtasına oturtulanlar bazen alenen aşağılanır, bazen de yok sayılırlar. Gururu ayaklar altına alınanlar, kendilerine bu şekilde davranan bir sisteme başkaldırır ve onunla çatışırlar.

Barışın inşası
Kürt meselesi de bu bağlamda değerlendirilebilir. Cumhuriyet, tektip bir toplum yaratmak için, Kürtlerin değerlerine topyekûn bir saldırı politikası izledi. Dilini yasakladı, coğrafyasının değiştirdi, varlığını inkâr etti. En temel haklarını tanımadı, hukuklarını çiğnedi. Hele darbe dönemlerinde Kürtlere reva görülen zulüm tahammülfersa bir hal aldı.
Türk milliyetçiliği adına uygulanan bu katmerli baskı politikası, ülke içinde bir çatışma yarattı. Burunlarını sürterek ve onurlarını kırarak Kürtleri yola getirmeye çabalayanlar, gerçekte uzun ve kanlı bir savaşa giden yolun taşlarını döşediler. Çok can aldı bu savaş, çok can yaktı, gözün görebildiği ve ruhun duyabildiği her alanda dayanılmaz bir tahribat yarattı.

Artık bu savaşın bitirilmesi gerek. Bir savaş, temelde iki şekilde bitirilebilir: Ya savaştığınız grubu tamamıyla yok edersiniz veya barış yaparsınız. Kürt meselesine ve bunun sonucu olan savaşa yok etmeyle son verilemeyeceği açık. “Dağdaki son terörist etkisiz hale getirilinceye kadar mücadeleye devam edeceğiz” yollu ifadeler, savaşı bitirmiyor, aksine daha fazla tırmandırıyor. Dolayısıyla bu savaşın bitmesi için ihtiyaç duyulan, bir barış politikasıdır.

Barış inşası, savaş nedenlerinin ortadan kaldırılmasını ve açılan yaraların sağaltılmasını gerektirir. Savaş en çok Kürtlerin onurunu zedelediğinden, öncelikle Kürtlerin onurlarına seslenilmeli. Rencide edilmek nasıl ki savaşlara sebep oluyorsa, gururun okşanması ve onore edilmesi de barışın tesisinde önemli bir rol oynar.

Açılım sürecinin başında Polis Akademisi’nde yapılan bir çalıştayda, Hayırlı Cuma olarak bilinen Belfast Anlaşması’nın başmimarlarından Lord John Alderdice, barışın inşa edilmesi için aralarında çatışma bulunan toplumsal grupların duygularına dikkat edilmesinin önemini anlatmıştı. Türkiye’de çözüme giden yolun “Kürtlerin onurlarına hitap eden” bir politikadan geçtiğini belirten Alderdice, iktidara Kürtlerin onurunu zedeleyecek uygulamalardan kesinkes kaçınmasını tavsiye ediyordu.

Çatışmaların sona erdirilmesinde gurur, onur ve güven gibi kavramlar ağırlıklı bir önem taşır. Toplumsal çatışma riski taşıyan bir sorunun çözümünde siyasal, sosyal, hukuki ve iktisadi faktörlerin yanında kültürel faktörlere de dikkat edilmeli. İktidarın, çatışmanın bir tarafı olan grubun değer verdiği konularda saygın bir duruş sergilemesi, temel sorunlarda somut adımlar atması ve süreci sabote etmeye dönük eylemler karşısında yoluna kararlılıkla devam etmesi gerekir. Güven sorunu böyle aşılır ve barışın önü böyle açılır. 

KCK operasyonları
Fakat hükümet, böyle bir politika yürütemedi. 
İlk sorunla karşılaştığında sürece devam etme basireti gösteremedi, hemen geriye döndü. Kandil ve Mahmur’dan gelenlerin karşılanmasına gösterilen milliyetçi tepkilere teslim oldu. Daha kötüsü, yükselen Türk milliyetçiliğini teskin etmek için Kürtlerin gururunu incitecek tavırlar sergiledi. Bir taraftan, KCK operasyonlarıyla Kürt siyasetçilerin büyük bir kısmı hapse atıldı. Operasyon çok hoyrat bir şekilde yürütüldü; belediye başkanlarının evlerine kapıları kırılarak girildi, hepsi de demokratik siyasetin içinde yer alan kişiler tek sıra halinde dizildi, başlarına bir polis konuldu, elleri kelepçelendi. Yetmedi hazırlanmasına ihtimam gösterildiği belli bu sahne filme alındı ve basına dağıtıldı.

Diğer taraftan ise Kürt çocukları hapishanelere tıkıldı. Devlet katında “bir çocuk” olarak değil “yarının teröristi” olarak görüldüklerinden Kürt çocuklarına asgari hukuk standartları bile işletilmedi. İtinalı bir soruşturmaya gerek duyulmadı, asker veya polisin beyanı bu çocukların suçlu olarak kabul edilmesi için yeterli sayıldı. Tabii bunlara DTP’nin kapatılmasını, Mahmur ve Kandil’den gelenlerin tutuklanmasını da eklemek lazım.

Böyle bir açılım olmaz. Kürtlerin önemli bir kısmının oy verdiği partiyi kapatarak, şahsında kimliğini bulduğu temsilcilerini rencide ederek, çocuklarına vicdan sızlatan muameleleri reva görerek, barış için kalkıp gelenleri içeri atarak bir “demokratik açılım” yürütülemez. Her Kürt, siyasi aidiyetlerinden bağımsız olarak, bunları kendi kimliğine yönelik bir saldırı olarak görür ve yaralanır. Dolayısıyla gerçek ve onurlu bir barış için yeni bakışa ihtiyaç var.

Kant’ın, daimi bir barış için sıraladığı önşartlardan ikisi özellikle önemlidir: Biri, barışı oluştururken yeni bir savaşa yol açacak uygulamalardan kaçınmaktır. Diğeri ise karşılıklı güven duymayı olanaksız kılacak yollara başvurmamaktır. Ona göre, savaş içinde olsa bile tarafların birbirlerine biraz güven duymaları gerekir. Böyle bir güven yoksa eğer, “bir barış anlaşması yapmak da olanaksızlaşacak ve çarpışma bir imha savaşı biçiminde soysuzlaşacaktır”.

Barışı oluşturmanın önşartı, yeni çatışmalara neden olacak adımlardan imtina etmek ve güven sağlamaktır. Eğer AKP gerçekten barışı hâkim kılmak istiyorsa yapması gereken açık: Kürtlerin gururunu kırarak yeni çatışmalara kapı aralayan ve kendisine duyulan güveni tuzla buz eden bu tür hareketlerden uzak durmak ve bunları yapanlardan kamuoyu önünde hesap sormak. Bir de biraz Kant ve Berlin okumak. 


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam