06/07/2010 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Bu sabah ODATV.com'da gezerken bir habere takıldı gözüm. Haberin başlığı şuydu: "Batılı Entellere Göre Türkiye'nin Sınırları Fazla Büyük!".

Bu sabah ODATV.com'da gezerken bir habere takıldı gözüm. Haberin başlığı şuydu: "Batılı Entellere Göre Türkiye'nin Sınırları Fazla Büyük!". Bu eşsiz saptama ile bitmiyordu elbette yazı. Osman Çutsay'ın Yenigün Avrupa için kaleme aldığı analiz yazısı Almanya'nın sosyal demokrat gazetesi Die Zeit'in yayınladığı bir yazıyı konu alıyordu.

Yazının özetini çıkarmak gerekirse Amerikancılığı ile tanınan yazarın (Josef Joffe) Amerikan taleplerini bir bir ortaya döktüğünü görmek kolay. Türkiye'nin sınırlarının fazla büyük olduğundan aydınlanma diktatörlüğüne, oradan Osmanlıcılığa gelen, Türkiye'nin iç dinamiklerinde Aydınlanmacılıkla Osmanlıcılık'ın birbirinden ne kadar uzak olduğunu asla göremeyen, bir şekilde tamamen Türkiye'ye bölgenin bekçi köpeği imasıyla bakıp köpeğin tasmasını sıkmak şart diyen gayet bol yıldızlı Amerikan tipi bir yazı işte. Bu aralar Neoliberallerin sık sık önümüze sürdüğü bütün tezleri öne süren bu yazıyla ilgili yine aynı analiz yazısında kullanılan bir alıntı var:
 
"Türkiye, Batı çıkarlarının bir sonucudur ve geçmişte kendisine hiç hesapta olmayan bir başdüşman (SSCB) nedeniyle tahammül gösterilmişti, ama şimdi bölgede ağırlıklı bir rol oynamak üzere Batı'nın efendilerine karşı hareketlenirse, kafa üstü çakılacağı kesindir."

Bilmiyorum neden; ancak bu yazı beni "rahatsız" etti. Özellikle Türkiye için öne sürülen "Belçika" modeli gibi modeller göz önüne alındığında son zamanlarda olan biteni tekrar gözlemek için kendimize bir şans vermemiz şart.
 
Türkiye'nin uzun yıllar komünizm ve sosyalizme karşı bir tampon bölge görevi gördüğü ayrıca Müslüman Araplarla Batı arasındaki dev köprüyü oluşturduğu da doğrudur. Çocukken bize doğu ile batı arasındaki köprü olarak anlatılan ülkenin tampon olduğunu biz de biliyorduk da olay daha derindi.
 
Çocukken bize söylenenlerin birçoğunun yalan olduğunu anlayalı çok oldu; ama bir şeyin yalan olmadığını çok iyi biliyoruz. İşkence kamplarıyla, hapishaneleriyle ABD bölgenin üvey babası ve evlatların canına okumakla yükümlü. En sevdiği ülke olan İsrail de zaten bölge kodlarıyla uyuşmayan bir nevi tüp bebek. Bu cümlenin altında İsraillilere yönelik bir yön yok, siyasal gerçekçilik gereği İsrail'in bölgedeki fonksiyonunu göz önüne alıp, nükleer yapılanmasıyla, biyolojik silahlanmasıyla, terörist bir devlet olarak eylemleriyle yola çıkıyorum.
 
Peki bu bölgede bizim de dahil olduğumuz tüm Orta Doğulular için top atıldı mı, atıldıysa biz neden duymadık? Yeni oluşan İran Suriye Türkiye üçlemesi ne kadar gerçekçi ve neyin sonucu? Her şeyde neden sonuç ilişkisi aramak gerektiğine inananlardanım; ancak komünizm tehlikesinin geçmesinin Türkiye'yi yutmaya yetmeyeceğini düşünenlerdenim. Türkiye'nin yokluğu batı ile doğu arasında ciddi bir kopukluğa neden olacaktır, bir yandan da baktığımızda Erdoğan ve Davutoğlu'nun siyasi taktiği çoktan bu kopukluğu yaratmıştır.
"Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık" olarak tasvir edebileceğimiz bu dönemde asıl düşünmemiz gereken şu: Amerika'nın yeni "tamponu" kim olacak?
 
Bölgede yeni bir ulus devletin yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladığı ortada. Peki bu yeni Kürt Ulus Devleti'nin ya da siyasi özerklik bölgesinin dünya siyaseti açısından önemi nedir? Ticaret tekelleri, ABD vs. bu bölgeden ne bekliyor?
 
Bütün dünya Kürdistan'a demokrasi getirmek istiyor olamaz.
 
Bana kalırsa ABD "demokrasisini" Türkiye'ye sokmanın yolunu böyle buldu. Orta Doğu denen bataklığa her girişinde boyunun ölçüsünü alan ve bölgeye kan ve acıdan başka bir şey getirmeyen Amerikan Emperyalizmi halklar arasındaki kopukluğu derinleştirmek dışında bir şey yapmıyor.
 
Reklamveren çok mutlu. Televizyon programları izleniyor. Kürt-Türk ilişkilerini "savaş ekseninde" tartışıyoruz.
 
Evet eksenimiz kaydı; ama savaşa ve ölüme doğru.
 
Eksenin bu denli kayması ise tesadüf değil. Ordusundan örgütüne herkes savaş psikolojisinden yararlanmayı çok seviyor. Bu iş masumlara ve yoksullara yaramıyor.
ABD'nin tamponluğunu bilemem; ama bizim için, ezilenler ve yoksulların kanını durdurmak için dev bir tampon şart ve bunun "yeni bir devlet" değil de yeni bir irade, taze ve bağlantısız bir demokrasi, hakça bir paylaşım ve en önemlisi Kürt ya da Türk olmanın , Sünni ya da Alevi olmanın ötesine bu dünyanın çocukları olmayı ve bu toprakları sevmeyi koyan bir yaklaşım olduğu ortada.
 
Kanı yalnızca biz durdurabiliriz.
 
Sahiplerin tasmaları sıkması, yeni bir ulus devlet ya da yeni petrol anlaşmaları değil.
Biz bu toprakları savaşla ele geçirdiğimiz için değil, barışla üstünde yaşamayı bildiğimiz ve yaşayabildiğimiz için seviyoruz, hak ediyoruz. Barışın dilinden vazgeçmeyelim...
 

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam