03/03/2017 | Yazar: Aslı Alpar

Suyun pazarlandığı, havanın dahi dolaylı yoldan satıldığı günümüzde seksin satılmasını görmezden gelmek; seks işçilerini, kayıtdışı ve tüm temel haklarından mahrum bir hayata mahkum ediyor.

1. beyoğlu'na yazılacaklardır. gaga burunlu bir çaça der: "siz sermayesiniz ayol!"

2. susarlar götüoturu; zürafa sokağı, galata.

3. cıgaralı bir ses der: "hiç bile, benim nüfus kâğıdımda 'ağır işçi ekmek karnesi verildi' duruyor."

Ece Ayhan - Çok Eski Adıyladır, Kârhane

Hindistan’ın Kalküta kenti, 3-6 Mart 2001 tarihleri arasında düzenlenen seks işçileri karnavalında 50.000’in üzerindeki seks işçisi ve eylemciyi ağırlamıştı. Bu evrensel etkinliğin ardından, 3 Mart tarihi dünyanın birçok ülkesinde seks işçilerinin haklarını dile getirdikleri bir gün olarak kutlanmaya başlandı. Seks İşçileri Hakları Günü, Türkiye’de ilk defa 1 Mart 2009 tarihinde kutlandı.

Seksin satılması, toplumsal cinsiyetin erkeklik algısını beslerken, hizmeti veren kadın, erkek ya da transların sömürüsü ve toplumdan dışlanmasını beraberinde getiriyor. Suyun doğrudan, havanın bile dolaylı yoldan satıldığı günümüzde seksin satılması ve bunun sonuçları, feminist hareket içinde bir tartışma konusu olduğu gibi, iktidarların ideolojik aidiyetleri ile de farklı görüşler ortaya çıkıyor.

Yazımızda hem feminist hareket içerisindeki tartışmalara hem de iktidarların politik çıkarları ve duruşları ile şekillenen yasal mevzuata yer vermeye çalışacağız.

Feminist hareket seks işçileri için ne söylüyor?

Seksin satılması üzerine feminist görüşlerin kabaca iki akımda toplandığını görüyoruz. Bu iki ana akımdan biri, seks işçilerinin çalışma koşullarının iyileştirilmesi ya da yasal düzenlemelerin yapılmasının, var olan eril algıyı değiştirmekten öte geliştireceğini ve “kadının kullanılabilir bir mal olduğu” kabulünü de beraberinde getireceğini savunan akım. Bu görüş, “kadın ve erkek cinselliklerinin tanımlanmasında oluşturulan çifte standardın ortadan kaldırılması” gerekliliğini ve “fuhuşun” bir meslek olamayacağını savunur. Aksi görüş, seksin satılmasını ortaya çıkaran maddi koşulların sürdüğü bir toplumda yapılacak yasaklayıcı düzenlemelerin, seks işçilerinin, şiddete daha açık, daha güvensiz şartlarda çalışmalarını doğuracağını ifade eden yaklaşımdır.                             

Mersin’de 44 seks işçisi kadınla derinlemesine görüşmeler yapan Neriman Açıkalın’ın görüşleri yukarıda ifade ettiğimiz ilk görüşe yakındır. “Fuhuş Pazarında Sermaye Olmak: Mersin Örneği” isimli çalışmasında, seks işçilerinin çalışma koşullarını ve seks işçiliğinin toplumsal cinsiyet algısında bulunduğu yeri, çalışanların ağzından anlatan Açıkalın’a kulak verelim.

Seks işçiliğinin ortaya çıkışının tarihinin  “kadınlık” ve erkeklik” tanımlarının oluşturulması tarihi ile örtüştüğünü ve bu dönemde namusun kadın ile yiğitlik, liderlik gibi kavramların da erkek ile bağdaştırıldığını ifade eder Açıkalın. Sınıflı toplumların ve ilk ataerkil ilişkilerinin tarihi ile seksin satılması arasında kurduğu bağ, seks ticaretinin eril kökleri hakkında bize bilgi verir.

Seks işçilerinin marjinalize edilmesine sebep olan yasaklayıcı yaklaşım ve seksin satılmasını sürdüren düzenleyici yaklaşım ile seks işçiliğinin meslek kabul edilmesini öneren ve fuhuşun ortadan tamamen kaldırılması için mücadele eden görüşleri birbirileri ile birlikte ele alan Açıkalın, Mersin örneğindeki kadınların çalışma şartlarını anlatarak devam eder.

O, çalışmasında, seks işçilerinin, seyirlik bir nesneye dönüştürüldüğüne, ücretlerin eril anlayışın belirlediği “estetik” ölçüsüne göre oluşturulduğuna ve kadınların, müşterinin her türlü isteğine, şiddetine boyun eğmen zorunda olduklarına değiniyor.

Seks işçisi kadınların çok para kazandıkları ön kabulünü, genelevlerin ücret politikasını anlatarak yerle bir eden Açıkalın, kazancın yarısının patrona ödenmesini (yarıcı) sağlayan çiftbaşlı sistemini şöyle anlatıyor:“Kadın, geneleve ihtiyacı olan hiçbir şeyi dışarından kendisi alıp getirememektedir. Sigaradan peçeteye, yemek içmekten, ilaç, iğne parasına kadar kadın tüm masraflarını patronuna “iki katı fiyatı” ile ödemekte, bu sisteme de “çift başlı” adı verilmektedir.” Bu uygulama ile kadın, genelev patronuna her daim borçlu kalıyor ve ancak müşteriden alınan paranın %20’si eline geçiyor.

Açıkalın’ın “Mersin Örneği” çalışmasından, kadınların izole bir yaşam sürdürdüğünü, çok büyük ekonomik sıkıntılar içinde olduklarını, bedensel sağlıklarının ve vücut bütünlüklerinin tehlikede olduğunu görmek mümkün olsa da, çalışmanın yalnızca kadın seks işçileri ile gerçekleştirilmiş olması önemli bir eksikliği içinde barındırıyor.  Üstelik Açıkalın, makalesinin “Araştırmanın Sınırlılıkları” bölümünde erkek ve trans seks işçileri ile görüşmemiş olmasından bahsetmeyerek çalışmasında -yöntemsel olarak- kadın olmayan seks işçilerini görmezden geldiğini düşündürmekte. Bu noktada, kendisi de bir seks işçisi olan Kemal Ördek’in hazırladığı “Seks İşçiliği: Mitler ve Gerçekler” isimli kitapçıktaki erkek seks işçileri bölümüne göz atalım. Bu kitapçıkta erkek seks işçilerinin görünmezliği, çeşitli gerekçelerle açıklanır ve onların görmezden gelinmesi ile erkek-trans seks işçilerinin yaşadığı birçok sorununda yok sayıldığı ifade edilir.

Seks işçilerinin çalışma koşullarının iyileştirilmesini, feminist mücadelenin bir parçası olarak ifade eden ve seksin satılmasının maddi temellerinin ortadan kalkacağı güne dek, seks işçileri yararına düzenleyici tedbirler alınmasını savunan feminist görüşe dönelim. Bu görüş, kadınları kurbanlaştıran ve iradelerini yok sayan görüş ile seks işçiliğini özgür irade kabul ederek, erkek egemenliğini yok sayan görüş arasındadır. Sosyalist Feminist Kollektif’ten Müge Yetener’in şu satırları bu görüşü oldukça iyi özetliyor: “Seks işçilerini ister cinsel şiddet mağdurları ister önyargılar nedeniyle haklarını kullanamayan bir grup olarak tanımlayalım, bu bizim, fahişelerin/seks işçilerinin, şiddetten arınmış, insanca çalışma koşulları, sağlık, sosyal güvenlik ve vatandaşlık hakları türünden ‘insan haklarının’ tanınmasına yönelik taleplerde bulunmamız açısından bir şey değiştirmez.”

Türkiye’de yasal mevzuat

Yukarıda özetlediğimiz gibi, seks işçiliği bir meslek olarak görülsün ya da görülmesin, Türkiye’de ve dünyada milyonlarca insan seks satarak yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Bütün diğer gelir elde edilen işler de olduğu gibi, devletler seks karşılığı elde edilen geliri de kontrol etmek ve bu gelirden üzerine düşeni almak istiyor. 

Ülkeden ülkeye göre değişen yasalara rağmen tüm devletlerin kanunlarında seks işçilerinin kazandıkları üzerinden belli bir tasarruf öngörülüyor. Bu tasarruf kimi zaman seks pazarlanmasının yasaklanmasında, kimi zaman düzenlenmesinde kimi zamansa kısıtlanması yoluyla gerçekleştiriliyor.

                                      Seks işçilerinin 1 Mayıs 2009 yürüyüşünden

Türkiye hukukunda seks işçilerine ilişkin ilk yasal düzenlemenin, 1930 yılında yapıldığını görüyoruz. Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile “fuhuşu” düzenleyecek nizamnamelerin çıkarılacağına ilişkin hükümler görüyoruz. 12 Nisan 1930 tarihinde çıkarılan Fuhuşla Mücadele Hakkında 2019 sayılı Tamim, yeni genelev açılmasını ve seksin satılmasını yasaklamıştı. 1933 senesinde çıkarılan Fuhuşla ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Nizamnamesi benzer hükümleri taşır. 1961 yılında yapılan düzenleme ise, kayıtlı seks işçiliği uygulamasını getirmiştir. Bugün yürürlükte olan mevzuatın temel dayanağı olan 1961 tarihli tüzük, aslında bir hayli sorunlu.

Öncelikle tüzük, seks işçisi olarak yalnızca kadınları kabul etmekte. Kayıtlı olarak seks işçisi olan kadının, hüviyet cüzdanına el koyuluyor ve kadına onun yerine vesika veriliyor. Bu vesika ile seks işçisi kadın, sosyal güvenceye kavuşuyor belki ama birçok insani hakkından da mahrum bırakılıyor. Örneğin, 1998 yılında çıkan İç İşleri Bakanlığı Genelgesi, seks işçilerinin, il dışına çıkabilmelerini, Zührevi Hastalıklar ve Fuhuşla Mücadele Komisyonu’ndan izin alma koşuluna bağlıyor. Kısaca, medeni kanunda her bireye tahsis edilen, özgürce seyahat edebilme hakkı, seks işçilerinden esirgenmiş durumda. Yalnızca seyahat hakları değil çoğu genelev çalışanı iş bitiminde evine dahi gidememektedir. Açıkalın’ın çalışmasında seks işçisi kadınların izole bir yaşam sürmesi şöyle aktarılıyor: “Genelevde çalıştıkları odada yirmi dört saatlerini geçirmek zorunda olmak kadınları psikolojik olarak oldukça etkilemektedir. Bunun gerekçelerini emniyet yetkilileri kadınların dışarıda oldukları sürede de fuhuş yapma olasılıklarının engellemek olarak açıklarken, patronlar da borçlu kadınların borçlarını ödemeden kaçmaları riskini öne sürmektedirler.”

1961 mevzuatıyla seks satmayı yasalaştıran model uyarınca, Türk Ceza Kanunu (TCK), kayıtlı olarak çalışmayan seks işçilerini cezalandırıyor. Eski TCK’nın 526. Maddesinde “hukuka uygunluk göstermeyen seks pazarlamak başka bir suça sebep olmadığı takdirde, üç aydan altı aya dek hafif hapis ve bin liradan üçbin liraya dek hafif para cezasına çarptırılır” hükmü yer almaktaydı. Bu madde, yıllarca birçok seks işçisini zor durumda bıraktı. Kayıtlı olarak seks işçisi almayan ve yeni genelevler açmayan devlet, bunu toplumsal ahlak ve sağlık gerekçesiyle yapmış olsa dahi, asıl olarak aracıların cebini güçlendirmiş bunun yanında seks işçilerinin güvenlik sorunlarını arttırmıştır.

Eski TCK’nın 526. Maddesi, 5237 sayılı Kabahatler Kanunu’nda, önceden suç kabul edilen bazı fiillerle beraber “hukuka uygunluk göstermeyen seks pazarlamayı” da kabahat olarak düzenledi. Kayıtsız seks işçileri de bu kanunla birlikte adli açıdan değil idari açıdan yargılanmaya başladı.

Ancak bu kanun da devletin aracılardan sonra emniyet teşkilatının elini güçlendiren bir çalışma haline geldi. Bildiğimiz gibi, bir meslek olarak kabul edilmeyen seks işçiliği devletin vergi toplayamadığı bir çalışma sahası. Bu maliye açısından böyle gibi görünse dahi, kabahatler kanunu bahane edilerek seks işçilerine düzenli olarak emniyet çalışanlarının kestiği trafik cezaları aslında bir çeşit dolaylı vergileme yöntemi.

Türkiye’de seks hizmeti, Aslı Zengin’in de ifade ettiği gibi kayıtlı ve kayıtdışı mekânlarda veriliyor; “Birinci alan genelevlerini kapsayıp sadece kadınların çalışmasına izin verirken, diğer alan sokakta çalışan kadın, erkek, travesti ve transseksüel seks işçilerini de içine alıyor. Akp hükümetinin muhafazakâr politik kimliği ile örtüşecek biçimde son yıllarda Türkiye’de yeni genelev açılmaması ve yeni vesika verilmemesi, bu sektörde çalışan kişilerin tamamen korumasız olan sokaklarda çalışmaya itiyor. Sokakta çalışmak zorunda kalan seks işçileri de, az önce de ifade ettiğimiz gibi Kabahatler Kanunu uyarınca, gelirlerinin önemli bir kısmını ceza olarak devlete ödemek zorunda kalıyorlar. Kısacası günümüzde var olan yasal düzenleme dahi uygulanmıyor ve yasal boşluk yalnızca seks işçilerinin hayatını tehlikeye atıyor, onların yaşamını zorlaştırıyor.

Seks işçileri ve örgütlenme

Günümüzde seks işçileri birçok ülkede sendikal mücadele vererek çalışma koşullarını iyileştirmek ve seks işçiliğini “işçilik” olarak kabul ettirmek için örgütlenmekte. Fransa’da 2009 yılında seks işçilerinin kurduğu STRASS ve İngiltere’de 2000 yılında kurulan bir başka sendika bulunmakta. Türkiye’de henüz sendika olmamış Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği ve öncesinde Pembe Hayat seks işçilerinin örgütlenmesi yolunda çalışmalar yapmaktadır.

Seks işçileri, 2009 yılında yaptıkları bir eylemde “patronsuz, pezevenksiz bir dünya” istediklerini söylemişlerdi. Onlarla beraber mücadele ederek toplumsal cinsiyetin, cinsiyet rollerini ve aramızda yarattığı “iffetli/iffetsiz kadın” ayrımını aşabiliriz. Onları, mağdurlaştırmadan, ötekileştirmeden ve yok saymadan.

Bu yazı için kullanılan kaynaklar:

Açıkalın N., “Fuhuş Pazarında Sermaye Olmak: Mersin Örneği”, Çalışma ve Toplum, 2013/3. Sf.278-279 http://calismatoplum.org/sayi38/acikalin.pdf

“Seks İşçiliği: Mitler ve Gerçekler”,  Kırmızı Şemsiye Derneği ve Açık Toplum Vakfı katkılarıyla, Yayına Hazırlayan: Kemal Ördek, Ağustos 2013, Sf. 15

http://www.aciktoplumvakfi.org.tr/ebulten/ebultenagustosekim2013/pdf/seksisciligimitlergercekler_kitapcik.pdf

Yetener M., Feminizmin Öznesi Olarak Seks İşçileri, Pembe Hayat LGBT Dayanışma Derneği, Seks İşçilerinin Hakları İnsan Haklarıdır içinde Sf.72, Ağustos 2011, Ankara

Zengin A., İktidarın Mahremiyeti, Metis Yay., Aralık 2011, Sf. 70


Etiketler: insan hakları, çalışma hayatı
İstihdam