13/04/2010 | Yazar: Serdar Acar

O zamanlar bilemezdim bu kadar çok pişmanlık duyacağımı. Oldubittiye gelmiş bir aşk geride bıraktığımız. Hatırlarsın belki, beni her gün hiç usanmadan beklediğin pencereyi.

O zamanlar bilemezdim bu kadar çok pişmanlık duyacağımı. Oldubittiye gelmiş bir aşk geride bıraktığımız. Hatırlarsın belki, beni her gün hiç usanmadan beklediğin pencereyi. Eminim unutmazsın ve çoğu zaman gelip yine onun altında benim pencereye çıkmamı beklersin. Çokta gençtik o zamanlar sevgilim. Kanımız kaynıyor, kalbimiz hızla çarpıyordu. Deliler gibi koşup, eğleniyorduk. Hatırlıyorum da çok da mutluyduk ya da ben sen olduğun için mutluydum. Seni bilemem tabi, bu konuyu hiç konuşmadık. Bildiğim tek şey gözlerin çok güzel bakıyordun.
 
Ben hala o penceredeyim biliyor musun? Hala yağmuru ve karı, yaprakların uçuşmasını, gökyüzünü ve senin her geldiğinde altında durduğun o elma ağcını uzun uzun seyrediyorum. Elma ağacı eskisi kadar meyve vermiyor. Nedenini bilmiyorum. Yavaş yavaş kurumaya da başladı ve buna engel olamıyorum. Belki oda benim gibi seni özlüyordur. Bir gün sırf kuruduğu için onu kesecekler biliyorum. O gün geldiğin de engel olmayacağım çünkü en azından birimizin acısının son bulması gerekiyor. O ağaçtan sonra benimde bir şeylere ya da sadece bir şeye son vermeyeceğimin sözünü sana veremiyorum. Zamanında bütün sözlerimi senin uğruna harcadım sevgilim.
 
Bazı zamanlar da evimin yakınında bulunan sahile gidiyorum. Hatırlarsan eskiden aynı mahallede otururduk ve ben hala o mahallede oturuyorum. Her yerde senin izlerinle merhabalaşıyor ve başım önde yoluma devam ediyorum. Biliyor musun, her seferinde de kendime engel olamıyor ve ağlamaya başlıyorum. Belki yalnızlıktan, belki de ayrılıktan bilemiyorum. Tek bildiğim bir tek seni sevdiğim.
 
Annemi kaybedeli çok uzun zaman oldu. Seni çok severdi. O gün annemin yattığı hastaneye gitmiştim ve nerden bilirdim ki son gidişim olduğunu. O gün annemi kaybettim. Hayatımdan senden sonra alınan en büyük duyguyu kaybettim. Beni yaşama bağlayan ve her düştüğümde elimden tutup ayağa kaldıran tek dayanağımı çok uzaklara yolcu ettim. Arkasından su dökemedim ve o su sadece toprağını ıslattı. O gün seni özlediğini söylemiş ve gözlerinden bir damla yanaklarına süzülmüştü. Gözlerini kaçırdı benden, pencereye doğru bakıyordu. Yanaklarındaki yaşları sildim, elimi tuttu ve bir kaç cümle mırıldandı. Anlattıkları karşısında şok olmuştum. İnanmak istemiyor, lanetler okuyordum. 
 
Annem o gün bana iki acıyı birden bırakarak yeni yolculuğuna çıkmıştı. Meğer yıllardır beni terk edip gittiğini düşündüğüm senin, kanserden öldüğünü öğrenmiştim... Hayat bu kadar acımasız olmalımıydı?
 
Şimdi bir huzur evinde yaşıyorum. Yokluk çok fazla hissediliyor burada ve odamın penceresinin tam önünde bir elma ağacı var. Yatağımın hemen yanındaki sehpada ise annem ve senin resmin yan yana duruyor. Bana gülümsüyorlar. Bende zorlarcasına onlara gülümsüyorum ve onların yanına gideceğim günün hemen gelmesi için her gün dua ediyorum. Ölüm değil de ayrılık zor. Zaten her ölüm bir ayrılık değil mi? Dudaklarımdan son bir kez daha çıkıyor o cümle, ayrılık çok zor...


Etiketler: yaşam
nefret