13/12/2018 | Yazar: Serkan K

Prufrock dizeler boyunca aşığına tüm hayatını değiştirecek bir şey söylemek için hazırlar kendisini. Ama bir türlü başaramaz çünkü reddedilmekten korkar. Tüm bu söylesem milerle, acaba hakkımda ne düşünürlerle hayat geçip gider.

T. S. Eliot’un “The Love Song of J. Alfred Prufrock” şiirinden yola çıkarak...

Yooo! Ne Prens Hamlet'im ben, ne de elimdeydi olmak;

Şiirin ana kahramanı Prufrock, klasik dönemin bir kahramanı olmadığı için kendisini ikinci sınıf olarak görür. Asla bir Hamlet olamayacaktır. Bu yönüyle modern romantiğin umutsuz çilesini betimler şair. Şiiri okurken öylesine mutsuzluk ve umutsuzluk hissedersiniz ki suratınızın asılmasına engel olamazsınız. İçiniz boşalır, umudunuz bünyenizden uçup gider.

Bir maiyet lorduyum, öyle biri ki elbette

Renklensin diye bir gezi önayak olacak bazı sahnelere,

Öğüt verecek prense; tamam, bir oyuncak prensin elinde,

İşe yaramaktan hoşnut, saygılı,

Politik, ölçülü ve çok dikkatli;

Cafcaflı sözlere düşkün, biraz da kaz kafalı;

Kimi zaman da, doğrusu, gülünç hakikatlı-

Hakikatlı Soytarı, kimi zaman da.

Öte yandan modern dünyanın karakter üzerinde yarattığı tüm pesimizme rağmen hala bir umut ışığı vardır Prufrock’da. Kendine bir rol edinir. Her ne kadar bir Hamlet olamayacak olsa da hala Hamlet dünyası ile modern dünya arasında bağlantı kurmak için yardımcı olabilir. Hala klasik dönem romantizmini canlandırılabilir. Ama bu belki anca ondan sonrakilere dokunur. Prufrock gün geçtikçe değerini ve inancını kaybedecektir. Bu yüzden de fazla umutlanmaya fırsat vermez şair.

Prufrock estetiğe obsesiftir ve onun için estetik klasik dönem romantizmidir. Bu obsesyon onun sosyal izolasyonuna yol açar. Modern dünya onun için öylesine çaresizlik ve umutsuzluk doğurur ki böyle bir dünyada romantizmin imkânsız olduğunu düşündüğünü ve bu dünyaya ait olmak istemediğini görürüz. Şiirin başlarında toplumun içindeyken sonlarına doğru denize açılır. Bu da içinde yaşadığı toplumla arasındaki duygusal uçurumu betimler.

Gidelim öyleyse, sen ve ben,

Gidelim o yarı tenha sokaklardan:

Mırıltılı inziva yeri olan

Tedirgin gecelerin, tek gecelik salaş otelleriyle

Duyasın diye sanki o ürkünç soruyu,

Ah, "Nedir?" diye sorma sakın,

Gidelim de bir hatır soralım.

Modern dünyanın getirdiği iletişim sorunlarından yakınır Prufrock. İğneleyici bir şekilde tek gecelik iletişimsiz ilişkileri eleştirir. Hepimiz maskelerimizi takıp da çıkar olmuşuz sokağa onun gözünde. İletişim zaten çok az, oluyorsa da o maskelerin ardından oluyor sadece. Birden fazla kimliklerimiz oluşmuş durumda ve ihtiyaç dahilinde birini seçip kullanır olmuşuz. Modernizm öylesine biçimlendirmiş ki herkesi, benlik kavramını yitirmiş modern insan.

Ve zamanı sayısız kararsızlığın da

Ve sayısız görüşlerin ve caymaların da,

Daha tadına bakmadan tost ile çayın.

Ve gerçekten zamanı gelir

Sorarsın, "Cesaretim var mı?", "Cesaretim var mı?",

(Diyecekler, "Saçları nasıl da seyrelmekte!")

Günlük elbisem üstümde, kolalı yakam çenemde,

Kravatım şık ve sade ama üstünde sıradan bir iğne-

(Diyecekler, "Ama kollarıyla bacakları ne ince!")

Cesaretim var mı?

Tedirgin etmeye evreni?

Bir dakikada yeterli zaman var

Kararlarla caymalar için ki bir dakika değiştirir hepsini.

Modern dünya, yarattığı modaya ayak uydurmak zorunda bırakmış herkesi. Bireysel fikirler önemini yitirmiş, popülizm kazanmış. Farklı olan izole olmaya zorlanmış. Prufrock, potansiyel bir aşığını düşünerek dile getirir bu dizeleri. Bu aşığıyla hayalindeki gibi bir ilişkiye başlayarak günümüz anti-romantizmine meydan okumak ister. Ama bir yandan da modern dünyanın zorluklarının o kadar farkındadır ki aşığına hamle yapmaya cesaret edemez. Kafasında sürekli diğerlerinin onun eksiklikleri ile ilgili yaptığı yorumlar yankılanır. En sonunda, kendisini böylesine bir toplum içinde hayal ettiği gibi romantik bir yakınlaşma yaşayabileceğine imkân verdiği için azarlar.

Elde değil ki söylemek açıkça içimdekini!

Ama bir hayal feneri sanki beyaz perdeye yansıtmış sinirleri:

Onca üzüntüye değer miydi

Ya biri, gömülerek yastığa ya da sıyırarak şalını

Ve dönerek pencereye deseydi bir:

“Hiç de bu değil,

Demek istediğim hiç de bu değil.”

Prufrock dizeler boyunca aşığına tüm hayatını değiştirecek bir şey söylemek için hazırlar kendisini. Ama bir türlü başaramaz çünkü reddedilmekten korkar. Tüm bu söylesem milerle, acaba hakkımda ne düşünürlerle hayat geçip gider. Prufrock yaşlanır. Geriye baktığında bir sürü “keşke” görür. Hepsi de bu gri dünya yüzünden. İnsanın duygularını ifade etmesine bile izin vermeyen modern dünya yüzünden. Yenilmiş hisseder. Modernizmi duyguların ve ruhun katili olarak görür.

Baudelaire de modern dünyada aşkın kısa süreli ve sonuç olarak imkânsız olduğunu söyler. Çünkü aşıklar artık birbirlerini tanımaz olmuşlardır. Sokakta birisiyle göz göze gelip yoluna devam etmek gibi metaforik bir ilişkilenmeden öte değildir postmodern romantizm. Böylesi bir ilişkilenme bir yandan da trajiktir çünkü ikisi de göz temasında bir şeyler hissederler ama bir hamlede bulunmayacaklardır ve birbirlerini de artık bir daha görmeyeceklerdir. Modern dünyanın üzerinizde kurduğu sizi yolunuza devam ettiren baskı, o kişiyle aranızda kurduğunuz bağdan daha güçlü gelecektir. İşte Eliot’un şiirinin sonunda da bu gibi farkında olup da değiştiremeyeceğiniz şeyler boğazınızda bir düğüm olur kalır.

Şiiri okumak isterseniz bir yandan da fonda bu çalabilir.

​*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: kültür sanat, yaşam
nefret