24/01/2019 | Yazar: M A

Kendisini sadece akademik alanda veya akademik bir atmosferde var eden bir queer teori ile LGBTİ+’ların “somut” sorunlarına çözüm bulamayız.

Bir süredir LGBTİ+ mücadelesinin ateşli ve entelektüel olarak ilgi çeken alanları üzerine değil de sosyolojik, siyasi ve iktisadi olarak son derece sıkıcı olan konuları üzerine düşünüyorum. Trans kadınların sağlık hakkına ulaşımı konusunda nasıl düzenlemeler yapılmalıdır? Eşcinsel çiftlerin herhangi bir yasal statüsünün olmaması onları ekonomik ve sosyal olarak neden dezavantajlı kılmaktadır? Öğrenim alanında akran zorbalığı ile nasıl mücadele edilebilir? Yaşlı LGBTİ+’lar için nasıl sosyal düzenlemeler yapılabilir? Gibi sorular beni queer ve feminist teorinin daha sosyal politika alanına dair düşünmeye kaçınılmaz olarak götürdü.

Aslında bu odaklanmayı Martha Nussbaum’un The Professor of Parody isimli makalesinin verdiği ilhama borçluyum diyebilirim. Nussbaum bu makelesinde Butler çizgisindeki queer feminizmin bir noktadan sonra belirli kampüslerdeki entelektüellere hitap ettiğinden ancak böylesi bir feminizm ile çocuğunu tek başına büyüten annelerin sorunlarına veya eşcinsel çiftlerin yaşadığı ayrımcılığa bir çözüm bulamayacağımızdan bahseder. Bu elbette sadece Butler’a getirilebilecek bir eleştiri değil ancak queer teorinin ve feminist teorinin girdiği, girebileceği sapaklara dikkat çekmesi açısından önemli bir çıkış. 

Cinsiyetin ve cinsel yönelimin ne olduğuna dair yapılan feminist ve queer tartışmalar elbette önemlidir, ancak Nussbaum bize şunu sorduruyor: gerçekten feminizmin ve queer teorinin özneleri bu kavramsal tartışmalarla sosyal ve iktisadi sorunlarını çözebilecekler mi?



Bu sorunun cevabından daha önemli bulduğum nokta ise queer ve feminist teorinin iktisadi ve sosyal gerçeklerden neredeyse kopuk tartışmalar yürütmesinin sadece bir tercih olmayabileceğidir. Örneğin Türkiye özelinde LGBTİ+ hareketinin ve feminist hareketin çok tartıştığı “cinsiyet ve cinsel yönelim beyanı” tartışmasını ele alalım. Kesinlikle kişilerin beyanlarının yok sayılmasının veya kişilere cinsiyet atanmasının ciddi bir gündem olduğunu inkâr etmiyorum ancak bu gündem bir noktadan sonra belli sosyal ve iktisadi sorunların sıkışmışlığının kanalize edildiği bir gündeme dönüşüyorsa ortada siyaset yapma pratiğimiz açısından ciddi bir sıkıntı var demektir.

LGBTİ+ mücadelesinin ilgisini neden iktisadi ve sosyal koşullar değil de cinsiyete ve cinselliğe dair kavramsallaştırma tartışmaları daha fazla çekiyor? Cinsiyet ve cinsellik üzerine yapılan kavram tartışmaların gerekliliği aşikâr olsa da iktisadi ve sosyal koşullara dair tartışmaların bu kadar dikkat çekmediğini düşünüyorum. Cinsiyet ve cinsellik tartışmaları bile çoğu zaman sosyal, iktisadi ve siyasi yapılar ile bağı kurulmadan “bireysel” bir meseleymiş gibi tartılışır hale geliyor. Elbette bu yapısal çözümlemelere dair çok değerli çalışmalar yapılıyor ve yazılar yazılıyor ancak LGBTİ+ hareketi içerisinde bu alanlar teorik olarak uzun tartışmalar yapma arzusu nedense yaratmıyor. Nussbaum makalesinde Amerikan feminist hareketinin doğrudan eylemle nasıl bir bağının olduğunu hatırlatarak queer teorinin kısıtlı bir akademik çevrenin sadece söylem alanındaki mücadelesine dönüştüğünden ve bunun tehlikelerinden bahsediyor.

Türkiye’deki LGBTİ+ hareketi için de queer teorinin böylesi bir risk taşıdığı düşünülebilir. LGBTİ+’ların sağlıktan eğitime, siyasi temsilden çalışma hakkına kadar son derece çeşitli “somut” ihtiyaçları üzerine konuşmak yerine queer teorinin amacı ve ilkeleri dışında bir ideolojiye dönüşme tehlikesi taşıdığını söylemek yanlış olmaz. Kendisini sadece akademik alanda veya akademik bir atmosferde var eden bir queer teori ile LGBTİ+’ların “somut” sorunlarına çözüm bulamayız. Böylesi bir queer teori ile trans kadınlara jinekolojik şiddet uygulamayacak bir sağlık sistemi elde edemeyiz. Böyle bir queer teori ile siyasi temsiliyet, ayrımcı olmayan bir öğrenim sistemi veya LGBTİ+ odaklı belediyecilik gibi kazanımlara varamayız.

Bu noktada LGBTİ+ mücadelesini sadece bir kimlik mücadelesi olarak görmediğimi söylemek isterim. LGBTİ+ mücadelesini iktisadi ve sosyal talepleri olan bütünlüklü bir hareket olarak değerlendirmemiz gerekiyor. Bu iktisadi ve sosyal talepler günümüz Türkiye’sinde siyasi atmosfer açısından kendine yer bulamadığı için LGBTİ+ hareketi de bir noktadan sonra ihtiyacının çok ötesinde daha teorik ve soyut tartışmalar yapmaya mecbur kalıyor.

Bir düşünelim, LGBTİ+ etkinliklerinin yasaklı olduğu Ankara’da queer teorinin post-kolonyal teoriye katkısı üzerine yapılan bir seminerin entelektüel veya eleştirel bir sorumlulukla nasıl bir ilişkisi olabilir? Türkiye’deki koşullardan ötürü belli soyutlamalar gerektiren tartışmaları yapmamamız gerektiğini söylemiyorum ancak bu tartışmaların bir noktadan sonra son derece somut siyasi, iktisadi ve sosyal sorunlara ayrılması gereken emek ve zamanı da emdiğini söylüyorum.

İçinde bulunduğumuz siyasi konjonktürde daha somut ve yapısal problemleri konuşma şansımız olmadığı için veya siyasi yapı bunları konuşmamıza izin vermediği için belli soyutlama içeren konular LGBTİ+ hareketinde olması gerektiğinden çok daha fazla konuşulur hale geliyor.

Bu sadece LGBTİ+ hareketine özgü bir durum değil. Türkiye’deki hemen hemen her muhalif hareket bir şekilde “Odadaki file dokunmadan nasıl siyaset yapılabilirim?” sorusunun cevabını arıyor çünkü odadaki file dokunan yanıyor.

İdeoloji olayları olduğu gibi görebilmek yerine onu tamamen anlamsız bir nedensellik zincirine oturtmak olarak tanımlanırsa, queer teorinin özellikle Türkiye özelinde kesinlikle ideolojiye dönüşmek gibi bir riski taşıdığını söyleyebiliriz. Nasıl ki bir takım sosyalistler ülke gündeminin kıyısından köşesinden dolanabilmek için Ortadoğu analizlerine gömülmeyi tercih ediyorlarsa birçok LGBTİ+ aktivisti de esas yakıcı gündemden uzaklaşarak kendini soyutlama eşiği yüksek queer teori tartışmaları içerisinde bulabiliyor.

İhtiyacımız olan bazen sıkıcı bazen de dokunması güç gibi görünen iktisadi, sosyal ve siyasi yapılara dair son derece somut, ayakları yere basan bir queer teori tartışmasıdır. Aksi takdirde varacağımız yer bir akademik tüketim kültürü olarak queer teorinin mücadeleye yabancılaşması ve bir ideolojiye dönüşmesi olacaktır.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
nefret