30/04/2020 | Yazar: Berk G

Son 10 yılda çekilmiş ve izlemiş olduğum bana göre en iyi 10 LGBTQ temalı filmler listesi yapıp, onlar hakkında kısaca bir şeyler yazmaya karar verdim.

Queer sinema: Son on yıldan seçmeler Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Covid-19 salgını dolayısıyla karantina günlerinde Kaos GL dergisi 170. sayısı yazıları KaosGL.org okurlarıyla buluşuyor.

2010’ların sonuna gelmişken, birçoğumuzun da kabul edeceği üzere bu 10 senelik süreç Queer Sinema akımının ilerlemiş ve kalıplarını kırmış olduğu bir dönem oldu. Yıllarca gölgelerin içine itildikten sonra, 2010’lar ile queer filmlerin gün yüzüne çıkmasına fırsat yaratıldı. Yakın zamana kadar, lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve hetero zihniyette olmayan tüm hikâyeler, birkaç büyük ve başarılı örnekler hariç, bağımsız ve vizyon filmleri piyasasında, yüksek kaliteli televizyon yapımlarında yer alamıyordu. Fakat artık günlük hayatımızda da oldukça büyük yer kaplayan online dizi/film platformları, üreticiler, yapımcılar ve sinema zincirleri sayesinde queer filmler her zamankinden daha geniş kitlelere ulaşmaya başladı. 

Aynı zamanda bu türdeki filmler Cannes Film Festivali, Bafta ve Akademi Ödülleri başta olmak üzere birçok film festivali ve ödül törenlerinde büyük ödüllerle mükafatlandırıldı.

2010’lardaki çekimleri, senaryosu, kurgusu, oyunculuklar gibi teknik özellikleri, aynı zamanda hikâyesinin izleyiciye geçişi açısından en önemli ve etkili 100 filmini listelerken bu 10 senelik süreçte çekilmiş olan; festivallerde, vizyona girmiş ya da online platformlarda yer alan queer sinema örneklerinin birçoğunu izlemiş olduğumu fark ettim. Son 10 yılda çekilmiş ve izlemiş olduğum bana göre en iyi 10 LGBTQ temalı filmler listesi yapıp, onlar hakkında kısaca bir şeyler yazmaya karar verdim.

10- Tangerine (2015)

Los Angeles şehir merkezinde onları zor durumda bırakan bir pezevengi alaşağı eden iki trans seks işçisi hakkında çekilmiş bir komedi filmi. Sean Baker, tripodlarla modifiye edilmiş iPhone 5 kamerası kullanarak çekim yapıyor ve bu durum filme film yapımcılığından asla uzaklaşmamış bir yakınlık kazandırıyor. İki baş rol oyuncusu, Baker’ın senaryosunda gerçek bir anlatı gören, oyuncu olmayan trans kadınlardır. Mya Taylor ve Kitana Kiki Rodriguez, hikâye akarken ekran ile direkt çekim sağlayabilen, komik, karizmatik ve müthiş oyuncular. Bu da filmin en başarılı ve en güçlü yönü. Tangerine küçük bir film olabilir, ancak bu filmin yapıldığı gerçeği bile zaten anıtsal bir başarıydı. Buna ek olarak, bu filmin etkisi ve başarısı hala queer sinema dünyasında kendisini gösteriyor.

9- Disobedience (2017)

queer-sinema-son-on-yildan-secmeler-1

Disobedience, Londra'daki son derece muhafazakâr bir Yahudi ailesinden olan İngiliz fotoğrafçı babasının cenazesine giderken eski aşığıyla tanışmasını anlatan, güçlü ve dokunaklı bir film. İki kadın arasındaki yasaklanmış bir aşk hikâyesinden çok, bu film bize birçok insanın hakkında hiçbir şey bilmediği, din ve gelenekle ilgili güçlü bağları olan bir topluluğa daha yakından bir bakış atmamızı sağlıyor. Bu filmde, Rachel Weisz ve Rachel McAdams kariyerlerinin belki de en iyi oyunculuklarını sergiliyorlar diyebilirim ve bu durum bana Oscar'a nasıl aday gösterilmediklerini merak ettirtiyor.

8- Carol (2015)

queer-sinema-son-on-yildan-secmeler-2

Carol, 50'li yıllarda farklı yaşlardan iki kadının ilişkisinden bahseden Todd Haynes'in güzel bir filmi. Patricia Highsmith'in romanına dayanan film, eşcinsellikten söz edilmeyen bir zamanda eşcinsel romantizmi ve yasak sevginin gizliliğinin güzelliğini anlatıyor. Tüm şaşırtıcı ve muhteşem ötesi oyunculuklar, kostümler ve Edward Lachman'ın nefes kesici sinematografisi ile, prömiyerinin neden Cannes'de 10 dakikalık bir alkış aldığı sorusu cevaplanıyor.

7- The Favourite (2018)

queer-sinema-son-on-yildan-secmeler-3

Oldukça başarılı -ki benim en sevdiğim yönetmenlerden birisi olan- Yorgos Lanthimos’un son filmi. 18. yüzyılın başlarında, İngiltere’nin Fransızlarla savaş halinde olduğu bir dönemi ele alan filmde Kraliçe Anne (Olivia Colman) sürekli olarak hassas, hasta ve ilgiye muhtaçtır, ancak en yakın müttefiki olan Sarah (Rachel Weisz) onun çocukluk arkadaşı ve danışmanıdır ve Sarah, Anne’ye göre daha ölçülü ve zekidir. Bu sebeple Anne'ye savaş zamanı kararların çoğunu vermesinde yardımcı olur. Bu sırada, Sarah’ın kuzeni Abigail (Emma Stone), saraya bir faytonla ulaşır ve sarayda hizmetçi olarak çalışmaya başlar. Abigail’in gelmesi ile Anne ve Sarah arasındaki duygusal ve cinsel ilişki açığa çıkar ve Abigail’in hırsı sonrasında üçlü bir lezbiyen aşk üçgenine evrilir. Film hem çekimleri hem kostümleri hem de oyunculuklarıyla beni kendimden geçirmiş ve Lanthimos’a olan sevgimi farklı bir boyuta taşımıştır. Çünkü izleyenler biliyordur, bu film aslında Lanthimos’un kendisiyle ve sinemasıyla özleşmiş temel öğeleri –ilk ve son sahnesi hariç- en az içeren filmidir.

6- 120 battements par minute (2017)

queer-sinema-son-on-yildan-secmeler-4

Cannes Film Festivali'nde Grand Prix'nin Kazananı, 120 battements par minute, 90'lı yıllarda, HIV’nin medyada konuşulmadığı bir zamanda, HIV farkındalığı yaratmaya çalışan Paris'te bir organizasyon olan ACT UP’ın etkinliklerini tasvir eden oldukça güçlü ve çarpıcı bir film. Film, iki erkeğin ilişkisine ve gerçekleştirdikleri faaliyetlere odaklanarak, insanların sadece halk sağlığı bilincini artırmak için değil aynı zamanda adaletsizlikleri protesto etmek ve gerçekte kim olduklarını vurgulayabilmek için yaptığı isyan filmi olarak da nitelendirilebilir.

5- Les Garçons Sauvages (2017)

queer-sinema-son-on-yildan-secmeler-5

La Reunion'un zengin ve ahlaksız gençlerinden oluşan bir grup, öğretmenlerine tecavüz edip öldürüyor, böylece bu durum bir tür kana susamış pagan tanrısı olan Trevor’ı rahatsız ediyor. O andan itibaren, cezalandırmak için onları köleleri yapacak ve okyanusu geçmeye zorlayacak olan Kaptan tarafından gözaltına alınıyorlar. Bu zorlayıcı koşullar karşısında isyan eden bu grup, bu yolculuk ile onları geri dönüşü olmayacak şekilde değiştirecek gizemli güçlere sahip bir adaya getirecek. Bertrand Mandico bu gerçeküstü filmiyle, aşırı, şiddetli, çılgın ve ikonoklastik bir ironi yoluyla toplumsal cinsiyet üzerine oynuyor, bunu yaparken de halkı rahatsız etmekten ve ürkütmekten korkmuyor.

Siyah beyaz ve renkli çekimi karıştırarak, 16mm kamera ile muhteşem çekilen bu şiirsel, avangart film queer sinema örnekleri arasında en farklı olanlardan biri diyebilirim.

4- L'inconnu du lac (2013)

Açık seks sahneleriyle çok konuşulmuş ve konuşulmaya devam eden, L'inconnu du lac, insanların öldürüldüğü bir göl sahilinde geçen Hitchcock tarzı bir gerilim filmi. Franck tatilde her gün yüzebileceği ve kendisiyle aynı şeyleri arzulayan erkeklerle tanışabileceği bu göle gidiyor. Diğerlerinden uzakta takılan ve arkadaşça vakit geçirdiği Henri ile platonik bir ilişki kuruyor ve az önce tanıdığı, bazen de isimlerini bile bilmediği insanlarla ilişkilerini sürdürmeye devam ediyor. Franck, Henri ile ne kadar fazla zaman geçirirse, cinayetlerin ardında olan kişinin o olduğundan daha da fazla şüphelenmeye başlıyor ve film bu gerilimle ilerliyor. Film eşcinsellerin cinselliğini kapalı kapılar arkasından çıkarıp, erişimi herkese açık olan bir ortama taşıması ve bu bireylerin birbirine herhangi bir duygusal/fiziksel bağlılık hissetmeden de seksüel yakınlık kurabileceklerini göstermesi ile normalleştirilmeye ve dayatılmaya çalışılan heteronormatif ilişki temellerini kıran alt metinleri işliyor olması oldukça takdire şayan.

3- Tomboy (2011)

Tomboy, Céline Sciamma tarafından yazılmış ve yönetilmiş, yeni bir Paris mahallesine taşınmış ve yeni arkadaşlar edinirken kendisini Mikäel olarak tanıtan 10 yaşındaki bir transın yazını anlatan bir drama filmi. Mikäel dışarı çıktığında kendisi gibi davranıyor, kendisine atanmış olan rolleri kendi isteğiyle kırıyor. Sonunda, Mikäel yaşıt olduğu komşusu Lisa ile yakınlaşıyor ve olaylar gelişiyor. Bundan sonrasında film, daha çok muhafazakâr bir annenin zihniyetinin bu konuya ilişkin ne olduğuna dair harika bir çalışmayı gözler önüne seriyor: Mikäel'in (hâlâ onun için Laure'ın) bir “erkek Fatma” olduğunu umursamıyor ama yine de kültürel olarak tanımlanmış bir kız çocuğu olarak hareket etmesini istiyor ve ona elbise giydirmeye çalışıyor.

Sciamma, bu filmiyle bu kadar genç yaşta cinsiyet ile başkalarının aksine bir kimlik yaratma arasındaki engelleri gözler önüne seriyor. Genç oyuncularla çalışma konusundaki yeteneği dikkat çekici bir ayrıntı ve hikâye, queer sinemada daha sık ve daha iyi temsil edilmesi gereken bir şeye işaret ediyor, ancak maalesef ki bu gibi konuları ele alan film sayısı hâlâ oldukça az.

2- Portrait de la jeune fille en feu (2019)

Marianne (Noémie Merlant), kızı Héloïse (Adèle Haenel)'in resmini gizlice boyamak için deniz kenarında tenha bir arsada yaşayan bir kontes tarafından görevlendirilmiş bir ressam. Çizilecek portrenin evlenmesi istenilen kişiye yollanacağından haberdar olan Heloise modellik yapmayı reddediyor, bu yüzden, Marianne, Héloïse’in yürüyüşlerinde ona eşlik edecek kişi olarak tanıştırılıyor ama zamanla kaçınılmaz olarak ona âşık olmaya başlıyor ve bu aşkın karşılıklı olduğu gün yüzüne çıkıyor.

Senaryosu, çekimleri, oyunculukları, kurgusu ve müzik kullanımıyla insanın nefesini kesen bir film. Konunun sıradan görünüşe sahip olmasına karşın asla sıradan işlenmemesi ve karakter gelişiminin mükemmel anlatıldığı oldukça başarılı bir drama örneği desem de bence yanlış bir şey söylemiş olmam. Filmden çıktıktan sonra bir süre kendimden geçtiğimi ve hareket bile etmek istemediğimi de belirtmek isterim. Ki film zaten bu listede Tomboy filmiyle de yer alan Celine Sciamma’nın son filmi, bu da Sciamma’nın ne kadar başarılı bir queer sinema yönetmeni olduğunun en büyük kanıtlarından birisi.

1- The Handmaiden (2016)

queer-sinema-son-on-yildan-secmeler-6

Sarah Waters’ın Fingersmith adlı romanından esinlenilen The Handmaiden, Park Chan-Wook’un romanın olaylarını 1930'ların Güney Kore'sinde, Japon yönetimi altında olduğu zamana göre uyarlanmış ve orada geçen zorlayıcı bir aşk hikâyesini ele alan bir erotik/psikolojik gerilim filmi. Sook-hee (Tae-ri Kim), bir komutan olan Fujiwara (Jung-woo Ha) tarafından Japon bir mirasçı olan Hideko’nun (Min-hee Kim) mirasını çalmasını sağlamak için ayrıntılı bir plan ile tutulmuş bir hizmetçidir ve planı gerçekleştirmek için yapması gereken en büyük şey Hideko’yu evlenmesi için ikna etmektir. Sook-hee, Hideko'yu komutanla evlendirmeye teşvik ederken, iki kadın yakınlaşıyor ve Sook-hee, komutanın Hideko'yu aynı şekilde zevk verebileceği konusunda bile sözler veriyor. Sook-hee'nin hizmetçilik görevleriyle Hideko ile oldukça samimi hale gelmesi ve hatta Hideko’nun kıyafetlerini ve mücevherlerini de giyiniyor olması ile bu yakınlığın iyice arttığının en iyi anlatısı denebilir. İki kadın arasındaki yakınlığın yoğunlaşması ile erotik karşılaşmalar tutkulu ve gerçekçi bir hal alıyor. Handmaiden, bence cinsel içeriğini kasıtlı bir samimiyet gelişimi, karakterler arasında oynanan akıl oyunları ve karmaşık anlatı yapısı ile olası gösteriyor. Film birkaç kez merkezi seks sahnesine geri çekiliyor ve her seferinde karakterler arasındaki ilişkilerde yeni bir şey ortaya çıkıyor. Ayrıca, Hideko ve Sook-hee arasındaki yakınlık, dönemin eril cinsellik baskısı ve anlayışıyla ters düşüyor ve bu ters düşüş filmde oldukça iyi ele alınıyor.

Başarılı bir uyarlama senaryosu, her bir parçanın farklı karakterler tarafından kullanılmasına izin vererek anlatıcıları değiştirir ve bu filmde bu çok çok iyi şekilde yapılıyor. Jo Sang-gyeong'un kostümleri gerçekten çok görkemli olması ve Ryu Seong-hie'nin yapım tasarımının muazzamlığı göze çarpıyor. Bütün bunların birleşimiyle Handmaiden gerçekten inanılmaz bir film, son ayrıntısına ve anına kadar şehvetli, gerçekçi ve muhteşem.

***

Listede yer alamamasına rağmen gözden kaçırılmaması gereken birkaç filmden daha bahsetmek istiyorum. Oscar ödüllü Una Mujer Fantastica (2017) (malum rüzgâr sahnesi keşke olmasa), yine Oscar ile taçlandırılmış Moonlight (2016), Pride (2014), Las Herederas (2018), Un couteau dans le cœur (2018), Weekend (2011), Girl (2018), We The Animals (2018), Sauvage (2018), O Ornitólogo (2016), God’s Own Country (2017), And Then We Danced (2019) ve Hoje Eu Quero Voltar Sozinho (2014) gibi filmler de gayet başarılı ve izlemenizi önerebileceğim yapımlar. Son olarak, evet ben de birçoğunuz gibi Call Me by Your Name’i (2017) izledim, ancak filmi listeye dahil etmedim çünkü tipleştirilmiş ve şekilci yaklaşımlarla biçimlendirilmeye çalışılan eşcinsel algısını yeniden yaratan, asla gerek olmayan tabiri caizse kör göze parmak, didaktik diyaloglar içeren, gerçekçilikten ve gerçekten uzak bir filmi sadece iyi çekildiği için listeye almayı doğru bulmadım.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam