13/02/2012 | Yazar: Erdal Partog

Siyasi anlamda güç ve iktidar ilişkisini her anlamda istediğimiz biçimde yorumlama şansına sahibiz. Ancak bu sahiplik sadece queer teorisinin etrafında dönen bir gerçeklik değil.

Günümüzde queer teorisi denildiğinde aklımıza ilk gelen isim J Butler oluyor. Çünkü onun toplumsal cinsiyet ve beden rejimlerine dair özgün okuması Spinoza kadar geniş bir alanda hüküm sürmese de kadın ve erkek bağlamında oldukça ufuk açıcıdır. Ancak düşünce geleneğinde J Butler öncesi düşünürlerin queere, uzak ve yakın bağlamda oldukça önemli katkısı olduğunu gözden de kaçırmamak gerekir. Bu anlamda queer teorisinin özgürlük ve eşitlik temelinde öncülünün Spinoza olduğunu söyleyebiliriz.
 
Çünkü Spinoza, bedeni ruh ve beden ayrımının dışında bir bütün olarak düşünür. Beden, sürekli iç ve dış koşullara bağlı olarak siyasi ve felsefi anlamda dönüşür ve dönüştürür. Bu anlamda J Butler’dan önce queer teorisinin kökenlerini daha doğrusu güç ve iktidar meselesini Spinoza felsefesi ile okumak oldukça önemlidir.
 
Spinoza, bedeni ve buna bağlı tekilliği güç ve iktidar kavramları üzerinden düşünürken queer teorisi de toplumsal cinsiyet rejimlerini güç ve iktidar ilişkisi üzerinde düşünür. Bu nedenle queer okumalarını sadece feminist okumaların içine sıkıştırmak queer teorisi açısından yeterli değildir. Bundan dolayı Spinoza katkısı daha bütüncül bir varoluş okumasıdır. Spinoza, güç kavramını bir hak olarak yorumlayarak olaylara daha geniş bir perspektiften bakar. Spinoza için hak; tekil çokluğa açılan bir var olma biçimidir.
 
Güç kavramını bir hak olarak tanımladığımız için iktidarı siyasi anlamda başkaları üzerinde rıza dışı kurmuş olduğu bir baskı rejimi olarak tarif edebiliriz. Toplumsal cinsiyet bağlamında bu rejimin adı kadın ya da erkek cinsiyet rejimidir. Devlet bağlamında düşündüğümüzde monarşi ya da oligarşi iktidarı da olabilir. Her iki bağlamda da iktidar özgürlüğe ve eşitliğe kapalı bir rejim ya da özgürlüğü ve eşitliği sevmeyen bir rejimdir.
 
Güç, iktidardan daha açık bir alanda hüküm süren sevgi rejimidir. Toplumsal cinsiyet bağlamında kadın ve erkek olmanın ötesinde ya da heteroseksüel olmanın ötesinde gey, lezbiyen, biseksüel, transseksüel bir var oluş mücadelesidir. Bu kesimlerin bir araya gelerek oluşturdukları sevgi yüklü rejimlere de bu yüzden güç rejimleri diyebiliriz. Diğer anlamda iktidara karşı özgürlüğü ve eşitliği örgütleyen demokratik pratikleridir.  
 
O halde gücün özgürlük ve eşitlikten yana bir organizasyon olduğunu iktidarın ise özgürlükten ve eşitlikten uzak bir organizasyon olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bazı kişilerin iktidardan sadece devleti anladıklarını da biliyoruz. Bu yüzden de devlet dışı her şeye bir özgürlük biçilmesi Spinoza ve Queer felsefesi ile her zaman uyuşmaz. Çünkü iktidar toplumsal cinsiyet rejimlerinde olduğu gibi direkt devletle ilgili olmayan tarihsel özerk rejimler içinde de hayat bulabilir. Bu yüzden her iki felsefe de iktidar temelli devleti öncel kabul etmez. Öncel kabul ettikleri bir gerçek vardır o da insanın her haliyle var olma kapasitesidir, yani gücüdür.
 
Spinoza için iktidar insanın var olma kapasitesini sınırlayan, hatta insanın var oluşunu ortadan kaldıracak bir dizi araca sahiptir. İyi olan ve insanın mutluluğuna açılan her organizasyon ise Spinoza için gücü temsil eder. Teolojik anlamda iktidar dini kurallar çerçevesinde kendini kurarken kendisi gibi olmayan ya da kendisi gibi düşünmeyenleri dışlar. Spinoza’nın kendi yaşamı bile bunun bir kanıtıdır. Yahudi cemaatin üyesi olan Spinoza yazdığı şeylerden dolayı cemaatinden dışlanır. Çünkü o siyasi ve felsefi olarak hep bir ötekidir.
 
Toplumsal cinsiyet rejimleri anlamında da kadın ve erkek olmak ya da heteroseksüel olmak bir iktidar rejimini bize hatırlatır. Her yeni doğan birey cinsiyet olarak ya kadın olmalıdır ya da erkek olmak zorundadır! Toplumsal cinsiyet olarak da kadınlık ve erkeklik normlarına uyum esastır. Bundan dolayı toplumsal cinsiyet rejimlerine karşı üretilen güç örgütlenmeleri queer teorisinin ana noktasını oluşturur. Kadın hareketi ya da LGBT hareketi insanın var olma çabasının tarihsel göstergeleridir.
 
J Butler, ataerkil ya da heteroseksist iktidarların sürekli olarak insanların yaşam haklarını sınırladığı nokta siyasi olarak gücü çağırır. Aynı zamanda sadece dikey değil yatay hareketin kendi içine dönük, güç ve iktidar eleştirisini de yapmaktan geri durmaz. Bu yüzden bu eleştiri bazı kimlik temelli ana akım hareketleri rahatsız eder.
 
J Butler kimlik meselesinin bir kurmaca olduğunu kurmacaların ise her zaman iktidara açık olduğunun altını ısrarla çizer. Bu yüzden de güç pozisyonundaki kimliklerin iktidar pozisyonuna geçmesinin kolay olduğunu belirtir. Queer siyasetin ya da Spinoza’nın deyimiyle var olma çabası bir sonuç değil süreçtir. Bitmeyen sürekli değişen ve dönüşen bir süreç.
 
Spinoza devletin ve dinin kuruluşunu anlatırken güç ilişkisinden iktidar ilişkisine nasıl geçildiğini ‘Teolojik Politik İnceleme’de açıkça anlatır. Yahudi halkının var olma mücadelesi Musa’nın öncülüğünde Yahudi kimliği etrafında katı bir şekilde örülür. Bundan dolayı özgürlük ve eşitlik dinin katılaşan ve ötekileştiren yasası dolayısıyla geri plana itilir. Bu yüzden Spinoza için var olma çabası iktidara öncel bir güçtür yani haktır.
 
Queer için de öncel olan tam da bu güç ilişkisinin kendisidir. Queer kadınlık ve erkeklik yasasının ihlalidir. Bu ihlal yasanın ihlaldir. Kadın ve erkek olmanın ötesinde farklı cinsiyetlere ve yönelimlere açık bir alanı işaret eder.
 
Bundan dolayı toplumsal cinsiyet ve cinsellik anlamında özgürlük ve eşitlik Spinoza’nın felsefi anlamda kuruduğu hak anlayışı ile örtüşür. Spinoza bu yüzden hem yaşamı hem de düşünceleri ile bir queer filozoftur. Ancak onun queer anlayışı başı boş bir kendiliğindenlik değil insanların birbirleri ile kurmuş olduğu ilişkiler ağı ile somutluk kazanır. Spinoza’nın queer anlayışı insanın insanla kurmuş olduğu ilişki miktarı ile artış gösterir. Bu ise bir örgütlenme biçimdir. Ancak bu örgütlenme ereksel bir örgütlenme değildir. Ortaklaştırıcı bir örgütlenme biçimdir.
 
Hart ve Negri’nin Spinoza okuması da buna denk düşer. Onlar da benzer bir yerden gücü iktidardan ayırırlar. Bugün dünyanın dört bir yanında güç ilişkilerinin yarattığı yüzlerce deneyimi peş peşe sıralarlar. LGBT hareketi de bu deneyimleri yaşayan gruplardandır. Bu çizgi kalıp gey ve lezbiyen kimliğine karşı hep ötekinin yanında olan siyasi bir çizgidir.
 
Siyasi anlamda güç ve iktidar ilişkisini her anlamda istediğimiz biçimde yorumlama şansına sahibiz. Ancak bu sahiplik sadece queer teorisinin etrafında dönen bir gerçeklik değil. Bundan dolayı queer kavramını fetişleştirmek yerine neye gönül indirdiğimize de bakmalıyız. Gönül indirdiğimiz şeyin adı güç ve güçten türeyen özgürlük ve eşitlik felsefesidir. Tanımı bu şekilde koyunca kavramların arkasından dolanmaya da gerek kalmayacaktır. Spinoza gibi hak meselesini felsefi ve siyasi olarak düşünmek yeterince ortaklaştırıcı olacaktır.  

Etiketler:
nefret