29/08/2016 | Yazar: Mehmet Tarhan

Rakı adabını bilmeyen aptal bir oğlanın masanın dışında kalmasına izin vermeyen, bir yolunu bulup onu masaya dahil eden türden bir kahraman.

Senesini hatırlamıyorum, belki 10 yıl önce belki de daha fazla. Bir akşam yemeğindeyiz, daha doğrusu bir rakı masası. Oldum olası anason kokusunu sevmemişimdir, dolayısıyla da rakıdan uzak bir gençlik benimki. Belki de şimdilerde mevlitle, haremlik selamlık yapılan çocukluğumun köy düğünlerinden birinde bana şu diye rakı içirip kendilerince eğlenenlerin suçudur. Her neyse, bir rakı masası ki eski tüfek solculardan, neredeyse tamamı Çerkes. Bir Eren, bir de ben varım yabancı. Eren dediğim Eren Keskin, bakmayın Eren dediğime, hâlâ sigara içerken dayıma görülmekten çekindiğim gibi çekinirim Eren’e adıyla seslenmekten.

Henüz 18 yasında ya vardım ya yoktum, adını ve resmini o zamanın Özgür Gündem’inde gördüğümde. Vicdanı Retçi Osman Murat Ülke ve vicdani ret hakkı konusunda bir açıklama yapmıştı İHD İstanbul Şubesi adına. Belki bir mahkemenin önündendi, belki bir basın toplantısı hatırlayamıyorum. Ama o haberin hayatımı değiştirdiğini biliyorum. 90’ların ortasında Lice’de bir tifil oğlan, devlet memuru ama Kürt, bir savaşın orta yerinde. Üstelik bir de eşcinsel; dünyayı, en çok da kendisini anlamaya çalışıyor. Kendisine bir yer bulmaya çalışıyor, bir yere siğmiyor. Vicdanı ret kavramı yeni bir alan açıyor sığışabilmek, kendisine siyaseten de bir yol açabilmek için. Ama en az onun kadar önemli olan başka bir şey var. Ağır makyajı, krepeleri ile bir kadının fotoğrafı Kürt basınında. Kendi varoluşunu anlamaya çalışan o tifil oğlan gördüğü anda o makyajı, duruşu sezdi bir tarafından; bu ilk kez gördüğü kadına yoldaşça bir bağlılık duydu. Henüz hiç haberi yoktu İstanbul’daki transların mücadelesinden, Eren’in onlara desteğinden.İşte o tamamına yakını orta yaş üstü, eski tüfek solcu erkek rakı masasının diğer ucunda oturuyordu Eren. Aradan geçen bu zamanda birbirimizi tanır olmuştuk ama hani içli dışlı derler ya, öyle bir halimiz de yoktu, bana sorarsanız hâlâ da yok. Hayranlık duyduğunuz biriyle nasıl içli dışlı olursunuz ki? İki lafın belini kırıp, biraz dedikodu yapıp şakalaşıp eğlenmek yerine aptal olmadığınızı kanıtlamaya çalışırken daha aptalca hallere düşersiniz. Benim savunma mekanizmam yaklaşmayıp, onunla değil hayran olduğum hayali kahramanla ahbaplık etmekti sanırım. Hâlâ onlarca kahramanımla yaşıyorum böyle, belki de bir şans şimdi 14.000 kilometre uzakta olmak; daha az salaklık yapıyorum.

Dönelim rakı masasına. Rakı bilmediğimden adabını da bilmiyordum elbette. Bira ya da şarap istedim, hatırlamıyorum. Hani şu ünlü ciklet reklamındaki gibi kafalar döndü, “uuuuuuu” sesi yoktu ama bugün hatırlarken varmış gibi geliyor. Tabii aklım çıktı benim, yine bir salaklık yaptım diye. Küçüldüm, küçüldüm masada, ne yapacağımı bilemedim. Bir de açıklamaya çalışıyorum, yök “anason midemi bulandırıyor”, yök “bana çok sert”. Konuştukça batıyorum ama duramıyorum da. Rakıya katılmama sonrası dikkatlerini çekmiş olmalıyım. “Bu velet de kim?” diyen şaşkın bakışlar ben konuştukça “Bu salak da kim?” diyen aşağılayıcı bakışlara dönüşüyor; ya da ben öyle hissediyorum. Muhtemelen hepi topu üç saniye ama ben birkaç kez olup diriliyorum o arada. O dirilmelerden birinde masanın diğer ucundan kalkıp gelmiş olan Eren’i görüyorum yanıbaşımda. Elinde yarım bir limon. Önümdeki rakıya sıkıyor. “Ben de anason kokusu yüzünden içemezdim, limonla olunca kokuyu almazsın” diyor. Gülümsüyor bir yandan da, belki de düpedüz gülüyor bana ama önemi yok; rahatlıyorum.

O gün bugündür rakıyı limonla içerim. Hoş artık anason kokusundan o kadar da tiksinmiyorum; belki de her rakı masasında bu hikayeyi anlatmayı sevdiğimden devam ediyorum limon sıkmaya. Çok ergence belki; hayranlık duyduğum biriyle özel bir bağ kurmuş gibi rakıya sıkılan limon. Doğru olmadığını tahmin ediyorum ama belki de dünyada bunu yapan sadece ikimizmiş gibi düşünmek salakça olduğu kadar güzel bir duygu.

İşte benim bildiğim Eren bu tür bir kahraman. Sadece büyük büyük meseleler, büyük büyük hak ihlalleri karşısında mazlumun savunuculuğunu yapan bir kahraman değil. Rakı adabını bilmeyen aptal bir oğlanın masanın dışında kalmasına izin vermeyen, bir yolunu bulup onu masaya dahil eden türden bir kahraman. Ama masadaki diğer insanlar gibi olmak zorunda olmadığını da gösteren bir kahraman. Kendin olarak var olabileceğini, mücadele etmek için önce başkaları tarafından kabulü beklemen gerekmediğini gösteren. Kimsenin Kürdistan demediği zamanlarda Türklüğe limon sıkan; kuralların, baskının en somut olduğu cezaevi düzenine de limon sıkıp gözaltında cinsel şiddet ve tecavüze uğrayan kadınların savunuculuğuna soyunan. Erilliğe, milliyetçiliğe, militarizme; kurulu ne varsa sahiplerinin keyfine limon sıkan bir kadın Eren. Bütün bunları yaparken bir gün bile Klark Kent kılığına gizlenip ara sıra Süpermencilik oynayan bir kahraman olmadı, eminim olmayacak da Eren. Egemenlerin bu kadar kızmasının nedeni de bugün onların keyfine limon sıkan kim varsa Eren gibi insanların verdiği ilhami bildiklerinden. Eminim hakkında verilen “denetimli serbestlik” kararına da, yeni OHAL’e de limon sıkarken çatık kaslarından çok gülümsemesini göreceğiz.

Bu kadar rakı muhabbetinden sonra Eren’e şu notu da düşmezsem gözüm açık giderim: Dünyanın öbür ucunda olsak da, yıllar önceden kalma o birlikte rakı kavlimizi unutmuş değilim. Elbet limonla. Ve elbet Leman ve Nurcan’la.

*Bu yazı ilk olarak Evrensel gazetesinde yayınlanmıştır.


Etiketler:
İstihdam