01/07/2015 | Yazar: Buğra Tokmakoğlu

Meydanın çevresinde zincir oluşturan çevik kuvvetin içindeki yaşça olgun abilerimiz ‘Şu ibneleri g.tünden s.keceksin ki kendilerine gelsinler’ derken adeta titriyor.

İftar için hazırlanan masaların etrafı üzerinde ‘polis’ yazan mavi metal bariyerlerle çevrili. İftara çokça vakit olduğundan sessizlik hakim. Aynı metal bariyerler Taksim Meydanı’ndaki Atatürk Anıtı’nı da çevrelemiş durumda.
 
Türkiye’de son dönemde yapılan en büyük oldu bittilerden biri ile kimliksizleştirilip, değersizleştirilen Taksim ve çevresinde polis hareketliliği hat safhada.
 
Ellerinde gökkuşağı bayrakları ve dövizlerle İstiklal’e girmeye çalışan bir grubu adım adım Harbiye’ye sürükleyen çevik kuvvetin arasında kalıyoruz.
 
Koordineli hareket eden gençten polisler etrafa meraklı gözlerle bakıyor. Yüksek tondan bağırıp, kalabalığı dağıtmaya çalışıyorlar.
 
İki polis grubunun arasında kalıp olanları da görüntülemeye çalışınca polislerin uyarısıyla karşılaşıyoruz. ‘Çekmeyin, beklemeyin, dağılın, uzaklaşın’ nidalarıyla ses tellerine zarar veriyor çevik kuvvet.
 
Anayasa’nın ilgili maddesi gereği hiçbir kuruma ya da makama bilgi vermeden her bireyin toplanma, gösteri yapma, açıklamada bulunma ya da yürüyüş yapma özgürlüğü ortadayken, bir valinin birtakım ‘hassasiyet’ler gözeterek aldığı temelsiz kararın polis üzerindeki etkisi şiddete dönüşerek katlamalı olarak bireylere yansıtılıyor.
 
Moral bozukluğu içinde dağıtılan gruplar arasından İstiklal’e yönelince İstiklal’in de bariyerlerle kapatıldığını farkediyoruz. Ustalıkla çevreyi ıslatan TOMA’lar Gezi Parkı kıyılarındaki yükseltilerde bekleyenleri de hedefine alıp Sıraselviler’e yöneliyor.
 
Meydanın çevresinde zincir oluşturan çevik kuvvetin içindeki yaşça olgun abilerimiz “Şu ibneleri g.tünden s.keceksin ki kendilerine gelsinler” derken adeta titriyor. Sözlerini tamamlamadan göz göze geliyoruz. Gülümsüyorum. Kimin gey, kimin lezbiyen olduğunu tahmin edip fantezi dünyalarını harekete geçiriyorlar tahminimce.
 
Ben polisin algı dünyasına girmeye çalışırken, İstiklal’e girmeye çalışan ancak giremeyenler tepki gösterip evimize, işimize gitmek istiyoruz diye çıkışıyor.  Polisler hep bir ağızdan valiliğin aldığı karar gereği giriş ve çıkışların engellendiğini alternatif yolları da bilmediklerini söylüyor.
 
Turistler şaşkınlıkla olanı biteni anlamaya çalışıyor. Devletin güvenli kaynağı polise ne olduğunu sorduklarında “Go go go. Go go home” yanıtından başka bir şey çıkmıyor ağızlardan.
 
Sıraselviler boyunca arka arkaya sıralanmış İETT otobüslerinin grup grup çevik taşıdığını farkediyoruz. Firuzağa’ya doğru inerken meydandan düdük sesleri ve çığlıklar yükseliyor. Amirlerinden gelecek hareketi bekleyen polisler kısa süreli izlemeye geçerken, polise takviye edilmek üzere hazırlanan Beyoğlu zabıtasının sayısı yetmemiş olacak ki Üsküdar zabıtası da görevinin başında bulunuyor.
 
Kimliği belirsiz gruplar ise Tophane taraflarında yürüyüşe katılmak için gelenleri dövüyor.
 
Tek amacı farkındalık yaratmak olan ve Türkiye’nin dört bir yanından bu yürüyüşe katılmak için gelen grupları ‘Ramazan’ gibi bir bahaneyle engellemenin yarattığı sinir bozukluğu kimilerinde gözyaşı olarak hissedilirken, kimileri kendi gibi olmayanları yok etme arzusuna sahip zihniyete tepkisini daha fazla bağırarak ortaya koyuyor. Soyunanlar, dans edenler, müzik dinleyenler, düdük çalanlar derken karşıt duygular bir arada yaşanıyor.
 
Cep telefonları ile kayıt yapmak isteyen fırsatçılar da meydanda.
 
Bir önceki yıl da Ramazan’a denk gelen ancak engellenmeyen yürüyüşte neler olduğunu hatırlatmakta yarar var. Birkaç kendini bilmez izleyicinin “bütün bunlar Gezicilerin oyunu, Türkiye’de bu kadar ibne mi varmış, Allah hepsini yok etsin” cümlelerine rağmen 70 bini aşkın insan farkındalık için en küçük bir olumsuzluk yaratmadan yürümüştü.
 
Yasağa inat Firuzağa’da toplanan kalabalığın coşkusunu izlerken sanat dünyasından desteğe gelenlerle karşılaşmak da insanı mutlu ediyor. İşyerlerinden tanıdık yüzleri görmek, kendisi gibi olmayana da destek için evinden çıkıp yürüyüşe katılanlarla göz göze gelmek inanılmaz anlamlı.
 
Meydana doğru su sıkılmasıyla birlikte hareketlilik ve çığlıkların dozu artıyor. Gezi deneyimi olanlar sıralamayı tarif edince gerçek anlaşılıyor. TOMA’lar su sıkıyor, ardından polis gaz kapsülü atıyor, en son sırada da çevik kuvvet harekete geçiyor.
 
Rüzgarın etkisiyle birlikte gözlere tesir eden gazla nereye gideceğimizi şaşırıyoruz. Herkes yanındakine zarar gelmesin diye birbirinin koluna girerken yaşanan o çaresizlik hissi tarif edilemez.
 
‘Gözlerinizi ovarsanız daha da acır’ uyarılarıyla İstiklal’e çıkacak bir alternatif peşine düşüyoruz. Bizim gibi düşünen onlarca kişi benzer güzergahlar arasında sosyal medyadan da destek alarak ilerliyor.
 
Galatasaray Lisesi’nin paralelinden hareket ederken çıkmayı başaramayıp geri dönenlerden bilgi alıyoruz. Zaten İstiklal’e yaklaşmaya her çalışmamızda gaz kokusu genzimizi yakıyor hapşırarak, gözlerimiz yana yana belli belirsiz sokaklara giriyoruz.
 
Atlas Pasajı’nın hemen yanındaki ara sokaktan İstiklal’e çıkma planları yaparken yolu kesen polisi gözlemliyoruz. Polis yürüyüşe katılım gösterebileceğinden şüphelendiği kişileri caddeye sokmazken, kendine göre ‘sıradan’ bulduğu tiplerin geçişine izin veriyor.
 
Özgüven içerisinde polisin hiçbir diyaloguna maruz kalmadan caddeye geçiyoruz. Küçük gruplar yürüyüşünü sürdürüyor. Sokakta polis şiddetine (tekme) maruz kalan kişinin dayak yemesine engel olmaya çalışanlara hakaret eden polislere baktıkça iyiden iyiye asabım bozuluyor.
 
Yıllardır sorunsuz ilerleyen Onur Yürüyüşü birilerinin ‘sorun çıkmasını istemesi’ yüzünden yapılamıyor. İçimizdeki umudu, heyecanı yok ediyorlar. Asli görevi vatandaşın güvenliğini sağlamak olan polisin nefret saçan gözlerine temas etmeden dönüşe geçiyoruz, keyfiyetten keyif alanların cezalandırılacağı günleri düşünerek…
 
*Editör notu: Buğra Tokmakoğlu’nun yazılarının tamamına kendi blogundan ulaşabilirsiniz. 

Etiketler:
nefret