27/02/2015 | Yazar: Gözde Demirbilek

kaos’ta yayınlandıktan 1 gün sonra bandırma’nın yerel bi gazetesinde "biseksüel bandırmalı gözde’nin aşkı" diye manşetten verildi röportaj, hiçbir yerine dokunulmadan.

merhabalar merhabalar, tabi ki şaka yok öyle bi karar. sadece yayınlandıktan sonra basını toplayıp evet evlat edineceğiz... falan demek geldi içimden. edineceğimizden değil sanki devamı böyle gelecekmiş gibi oldu. hatta okuduktan sonra hayatımızdaki bi eksiğin de ebeveyn banyosu olduğuna karar verdim. (kafaları çıldırmak) evet... "medyatik çift" olmanın (olmadığımız hâlde) buyrun kafamdaki karşılığına bakın. az gelişmiş ülkelerden (senin ülken çok mu gelişik?) evlat edinmek, ebeveyn banyosu yaptırmak ve tabi ki röpteşambır.    

şimdi bu yazıyı size ankara’dan yazıyorum. dışarıda çok güzel bi’ hava var (pencereden gördüğüm kadarıyla) galiba ilk kez bi yazımda "ankara’ya özlem" kokan cümleler kurmayacağım. ya da belki de kuracağım, kimbilir çünkü normalde bi yerde çalışmadığım hâlde birkaç gündür homeoffice (OF NE HAVALI BE) çalışıyorum (?) hızlı gelişiyo bazı şeyler. yine de ankara’yı içinden özlemek, dışından özlemekten daha güzel. şehir/mekan algım ne kadar azaldıysa da, burada olduğumun bilincinde olmak durup nefes alıp "ankara’dayım" demek, içimi rahatlatıyor benim.
 
---- öncelikle ufak bir sitem etmek istiyorum ----
YA ARKADAŞLAR YA insanlar neden gözü gibi baktığı insanı sofrabezi gibi çırpıp kenara koyuyor? allah allah. kırıklar da dökülmüyor ki oysa. keşke bi türkmen atasözü de çıkıp "insanı sofrabezi gibi çırpıp kenara koma, o kırıklar yanlışlıkla basarsın allah çarpar" falan deseymiş de böyle olmasaymış. inanın üzülüyorum. bu işin sonu benim alnıma 14 puntoyla "benim dengemi bozmayınız. yani lütfen, bozmasanız güzel olur." yazmamla sonuçlanacak gibi.
---- ufak sitemim burada sonra erdi ----

(ciddili bi konuya giriş)

uzun zamandır da yazmamıştım, bu 14 şubat röportajının üzerine ilk yazım olduğu için biraz o röportajdan bahsedeceğim. kaos’ta yayınlandıktan 1 gün sonra bandırma’nın yerel bi gazetesinde "biseksüel bandırmalı gözde’nin aşkı" diye manşetten verildi röportaj, hiçbir yerine dokunulmadan. başlıktan tahmin edebileceğiniz gibi marjinal görüldüğü için, bandırma’nın içinden böyle "farklı" bir şey çıktığı için verildi. niyet sorgulamıyor, şartları düşündükçe ancak böyle bir çıkarıma varabiliyorum. üstelik bu haberi yayına sokanın da bir komşumuz olduğunu öğrendik m.’le biraz araştırınca. haberin o siteden kaldırılmasını istedim çünkü açık yaşıyorsak bu açıklığın anlamı herkese şartsız koşulsuz açık olmak zorundalığı olmamalı bana kalırsa. yani gizlemiyor oluşum hiç bas bas bağırmak istemediğim bi yerde istediğimin üstünde görünür olmak zorunda kalmamın önünü açmamalı. kaos gl’nin okuyucu kitlesiyle bandırma’nın yerel gazetesinin okuyucu kitlesi aynı değil. sonra bu röportajın amacı 14 şubat virali yaratmak da değil; dünyanın başka yerlerinde kendini mutsuz, umutsuz ve yalnız hisseden kadınlara ses  duyurabilmekti. yani 14 şubat konsept olarak yalnızca bunun için bi önayak olsundu, bu kadardı. eğer aşırı medyatik viral bi röportaj vermek istesek ayşe arman’ı arardık herhalde, sonra büyük ihtimalle ben röportaj ortasında sinir krizi geçirirdim. yayınlanmazdı, falandı. neyse, diyorum ya bu röportajın amacı bizim için belliydi. yürek vermek, yalnız olmadığımızı belirtmek. kendi kitlemiz için. ben ilgisi olmadığı sürece kendi memleketimdeki bi insanın  sırf "marjinal" olduğu düşünüldüğü için paylaşılan bi haber portalından verdiğim röportajı okumasını çok da istemem ne yalan söyleyeyim. "ama insanlar nasıl normlarını nasıl aşacaklar bunları okumadan:((((" daha önce hiç ne bir pride, ne bir LGBTİ’nin hak mücadelesinin haberini yapmamış bir gazeteden aşmaya başlamasınlar mümkünse. ama söylediğimin altını da çizmekte fayda var: ilgisi olmadığı sürece. yoksa okumak istediği sürece insanlar bunları okuyabilecekleri yerleri çok şükür bulabilecek kadar iyi internet kullanıcısı oldular. ben nasıl araştırırken bulduysam kaos’u, onlar da bulup okuyabileceklerdir. aksi takdirde böyle yerel bi gazetenin üstelik m.’i tamamıyla dışarda bırakarak verdikleri manşetle aslında verilme sebebinin de kendi rengini belli etmesiyle yaptığı şeyi, biraz da kör göze parmak sokmak olarak görüyordum, görüyorum. kaldırttık, gitti. hatta zar zor ulaşmış olsak da editör m.’e  (m. mahkeme süreci olsun istemiyoruz filan deyince) "tamam canım sen üzme kendini ben kaldırıyorum" falan dedi. röportajın biraz da sonrasından bahsedeyim istedim size, bu olayın dışında inanılmaz güzel mesajlar aldık. röportajın ingilizcesi çok arkadışımıza ulaştı, hollanda’daki biseksüel derneklerinden bi arkadaşımız kendi kendine bulmuş (bu biraz da yollamayarak bizim düşüncesizliğimizin sonucu) ve okuduktan sonra olabildiğince ulaşabildiği tüm portallara yaydı. hâyli güzel idi, ımmm. böyle işte ardı.
 
röportajdan bahsetmişken, ne yalan söyleyeyim m.’e sarılınca benim de içim ısınıyor. hatta bu ankara maceramda açık ve net tek bir şey hissediyorum. yani böyle hani köye gideriz, yün yorganlar yayılır farklı kokusu vardır (açılır mısın biraz varoşluk övücem köylülüğüm üstümde çekil, bunca zaman övmemiş olmama şaşırmanız gerekir zaten) böyle nasıl anlatılır yani o misafirliğe gidince buram buram gelen yumuşatıcı kokusu falan değildir, iç rahatlatan bi şeydir. çünkü misafirlikte hissettirmez insana kendini evinde hissettirir. öyle hissediyorum m.’le kaldığım sürece. biriyle uyumanın ilginç bi diyalektiği var, ne kadar derin uyuyor olursak olalım en ufak hareketin farkında olmamızı sağlayan bi kuş uykusu bu da.

neysem, sevdiğimi yeterince övdüysem sizinle bu 8 mart için temennimi açıklamak istiyorum: ya nolur bu 8 mart’ta burçak tarlası söylemeyelim nolur ya. şarkıda bahsedilen kaç tarlası olduğunu öğrenemediğimiz deyyus yüzünden gelin kaynana niye birbirine giriyo arkadaşlar. bakın bunu gerçekten anlayamıyorum. "ilahi kaynana ömrün tükene" YAPMA YAVVV. tükenmesin kimsenin ömrü erk*kler yüzünden. ya da söyleyecek olan söylesin yine ben ve benim gibi düşünen HANIMLARIMIZ önceden bu parçanın söyleneceği mekanları araştırıp bu 8 martta burçak tarlası söylenen etkinlikleri basıp KADINI KADINA DÜŞÜREMEYECEKSİNİZ GELİN KAYNANA EL ELE GENEL GREVE diyelim mi? lütfen.
 
böyle akşamüstü 4-5 vakti tam durup dururken eşine dönüp mutfak dolaplarını mı değiştirsek deyip NE DOLABI PARA YOK PARA diye terslenmelik bi zaman dilimi değilse ne? bu vakitlerde yapılacak tek şey budur diye düşünüyorum, allah affetsin gerçekten yapacak başka zerre bi şey yok. belki biraz çıkıp çocuğu okuldan almalık bi zaman da olabilir... emin olamadım. yalnız öyle bi hava vardı ki 4 güne kadar ankara’da, resmen o buzlu kaldırımlarla dışarıda tam da çocuğunu okuldan almaya diye çıkıp düşüp kalçayı kırdıktan sonra akşam acımasız ve şerefsiz kere şerefsiz haber bültenlerinin birinde İŞTE KARIN GÜLDÜREN GÖRÜNTÜLERİ :)))(((((:  diye çıkmalık bi hava vardı, dün bugün falan güzel yine. en azından BUZ YOK BUZ.    

yazımı bitirirken geçen gün beni derinden yaralamış bi ân’ımı paylaşmak istiyorum. bir arkadaşımla yazışıyorduk bi şey oldu anlamadı ben mi anlatamıyorum ki acaba diye sordum ve bana cevap olarak "yok benim kulaklarım duymuyo zaten" demesiyle anladım ki biz zaten o iletişimi hiç kurmamışız. ben kurduk da sorun var sanıyorum. tekrar ediyorum yazışıyorduk. KULAK NE. sana yazı yazıyorum. işte en büyük iletişim sıkıntımız bu, farklı kanalları kullanmak. yani umarım öyledir. lütfen öyle olsun. 

hoşçakalın, moşçakalın. 

Etiketler:
nefret