29/01/2016 | Yazar: Arda Onur Baydar

Sabahın seherinde açık olan gönül penceremizden bir garip Müşerref Akay ansızın bakıp geçiyor.

Saat 04.10 civarı. Önümde duran bilgisayarın klavyesinin hangi tuşuna basmam gerektiğini seçmeye çalışıyorum. Başarabilirsem Sur’u yazacağım, Nusaybin’i yazacağım, Cizre’yi yazacağım, Silopi’yi yazacağım. Arkada televizyonda müzik kanalı nostaljik müzikler çalıyor. Tam o sırada olmayacak bir şey oldu… Televizyonda küçük çaplı bir bando- koro bozması bir müzik ekibi; onların önünde ise sarışın, kıpkırmızı önünde ay yıldız olan bir pardösü giyinmiş –Daha sonradan altyazıda geçen bilgilendirmeyle adının Müşerref Akay olduğunu öğrendiğim-  “o kadını” görüyorum. Şarkıyı tanıyorum. 12 Eylül Faşist Askeri cuntasının işkence hanelerinde devrimcileri katlederken dinlettikleri şarkı bu. Şarkının sözlerinin her kelimesi kulağımda çınlıyor, müziğin her notası beynime bir çivi gibi saplanıyor: “Kahraman ırkıma sızmış ihanet / Bütün yüreklerde acı ve nefret / Düşmanlarım mert değil hepsi de namert /Türk’e Türk’ten başka yoktur dost nimet.” Daha fazla dayanamıyor ve müziğin sesini kısıyorum. Neden sonra düşünmeye başlıyorum bu “kahraman ırka” ihanetin neden sızmış olabileceğini? Neden “Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığını?”

Eee, sen eğer bu topraklarda asırlardır yaşayan Kürtleri katledersen, asimile edersen; Gidip Kore’ye zamanında sınırın olmadığı halde 5500 asker yollarsan ve daha sonrasında sınırı olmadığı halde Suriye’ye müdahale eden Rusya’nın uçağını düşürürsen, sonra da “Ey Rusya” diye üst perdeden konuşursan; Çok değil birkaç yıl sonra tarihin tozlu sayfalarına gömülecek olan DAİŞ’e el altından silah yardımı yaparsan; yalnız kalırsın tabii.

Sur’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de yani Kürdistan’da direnen Kürt halkı bundan 183 yıl önce hayata gözlerini yuman Goethe’nin haklılığını kanıtlıyordu: “Yaşamını sürdürebilmek için, ya örs olacaksın ya da çekiç. Örs olacaksan sert duracaksın, çekiç olacaksan sert vuracaksın. Ama asla arada kalmayacaksın.” Gezi’de aylarca sokak sokak, barikat barikat direnen halk kitleleri bugün sokak sokak hendek hendek direnecek mi? Bu sefer Kürdistan’da “tanrılardan çalınan ateş” batıya taşınabilecek mi? Gezi’de sıra arkadaşlarına “Üç beş ağaç meselesi değil haydi sen de sokağa çık!” diyen gençlik hendeklerle başlayan bu süreci göğüsleyebilecek mi? Oysa ha barikat, ha hendek değil miydi? Bugün hendeklerin cıkcıklanarak izlenmesinin sebebi polise Dostoyevski okuyacak mesafeye yaklaştığın anda infaz edilecek olman mıdır yoksa plastik mermi değil gerçek mermi mi kullanılmasıdır? Gezi ile Kürdistan’daki bugünkü direnişlerinin ortaya çıkış koşulları arasında hiçbir fark yoktur. Batı devrimciliği bu esaslı benzerliği keşfetmelidir.

Sonunda şarkının bittiğini haber veren Müşerref Akay’ın hüzünlü ama hınzır gözleriyle karşılaşıyorum. Hafif hafif televizyonun sesini açıyorum son kez nakaratı mırıldanıyor Müşerref Akay: “Türkiyem Türkiyem cennetim / Benim eşsiz milletim” Kiminin cenneti kiminin cehennemidir diyorum kendi kendime. Son sözünü söyleyen Müşerref Akay’ın ardından Zeki Müren çıkıyor. “Gönül penceresinden ansızın bakıp geçtin” diyor. Sabahın seherinde açık olan gönül penceremizden bir garip Müşerref Akay ansızın bakıp geçiyor. Uyku yavaş yavaş bastırırken faşistler tarafından 25 yaşında katledilen Arkadaş Zekai Özger’in o dizelerini anımsıyorum: “Bir gün elbette Zeki Müren’i seveceksiniz / Zeki Müren’i seviniz.”


Etiketler:
İstihdam