18/02/2015 | Yazar: Ali Ersen Erol

Başkalarını kasıtlı olarak incitmek, aşağılamak ve kontrol altında tutmaya çalışan sadizm siyasi boyutta karşımıza sadist siyaset olarak çıkıyor

Başkalarını kasıtlı olarak incitmek, aşağılamak ve kontrol altında tutmaya çalışan sadizm siyasi boyutta karşımıza sadist siyaset olarak çıkıyor
 
Tecavüzü savunanları veya bazı koşullar altında meşru çıkarmaya çalışanları saymadığımız zaman, yaşanan tecavüzlerin ve öldürmelerin üzerinden dönen toplumsal tartışmaların dayandığı iki ana söylemsel temel olduğunu gözlemliyoruz. Bir söylem, tecavüzü kültürel temele dayandırıyor ve toplumda yaygın olan kadına karşı şiddetin altını çizerek şiddet uygulayanların yasalar karşısına çıkarılması gerektiğini vurguluyor. Diğer söylem ise tecavüzün siyasi bir uygulama olduğunu dile getiriyor ve sorumlularını siyasi güce sahip kişiler olduğunu belirtiyor. Birinci ve ikinci söylemi kullananlar arasında gözleyebileceğimiz temel fark, birinci söylemi kullananların çoğunlukla hem siyasi hem de toplumsal güce sahip olan ve toplumun sağladığı ayrıcalıklardan yararlanan kişiler olduğu. Kültürel bir eleştiri, yasaların idame ettirdiği eşitsizliklere veya ayrıcalıkların siyasi doğasına bulaşmadan, kendince popüler bir görüş dile getirebilmeyi uygun kılıyor.
 
Tecavüze dair tartışmaları kültürel eleştiri ekseninde döndürmeye çalışan söylem, şiddeti körükleyen toplumsal eşitsizliklerin ana sebeplerine inemiyor. Bu eksiklik, toplumsal eşitsizliği ve adaletsizliği sürdüren ayrıcalık yapılarını bozmak yerine—ki bu söylemi sahiplenenler genelde bu ayrıcalık yapılarından yararlananlar oluyor—o yapıları idame ettirmeye yarıyor. Bu ayrıcalık yapılarının genel işlevi, böylece, toplumda öteki olarak görülen güruhu fakirlik, ırkçılık veya cinsiyetçilik gibi kurumlaşan şiddet mekanizmaları ile kontrol altında tutmak oluyor.
 
Başkalarını öyle ya da böyle yollarla kasıtlı olarak incitmek, aşağılamak ve kontrol altında tutmaya çalışmayı sadizm[i], bunun siyasi boyutta karşımıza çıkanını da sadist siyaset olarak düşünebiliriz[ii]. Sadist siyaset, kendisini öfkeli bir tanrı kisvesine büründüren muktedirin gücünü kullanarak sevdiklerini ödüllendirmesi ve sevmediklerini cezalandırması temelinde bir toplumsal kontrol mekanizması güdüyor. Tabii, bu durumda, sevilebilmenin ölçüsü sadist siyasetin dayattığı ideoloji ile ne kadar bağdaşıldığı ve biat edildiği olarak belirleniyor.
 
Fakat biat etmemenin ve böylece sadist siyasetin sevmediği kullarından olmanın psikolojik, duygusal ve fiziksel olarak yaralayıcı -hatta öldürücü- sonuçları olduğunu biliyoruz. Bu yüzden, sadist siyasetin yaptığını sadece boyun eğme veya eğmeme arasında bir seçim sunmak yerine, kendi ahlakını dayatmaya bağlı bir ideolojik tecavüz[iii] olarak görebiliriz. Şayet kadınlara ve daha büyük bir bağlamda translar gibi ana akım toplumun tüm ötekilerine karşı artan fiziksel, psikolojik, yapısal ve toplumsal şiddeti olabildiği kadar geniş bir bakışla ele almak ve anlamak istiyorsak, özellikle kamusal alanda yaşanan şiddetin aslında kendisini kültürel endişe retoriği altına gizlemeyi başarabilen sadist siyasetin heteropatriyarkik ve nekrokapitalist ideolojik tecavüzünün fiziksel bir uzantısı olarak görmeyi en azından göze almamız gerekir.
 
Sadist siyasetin dayattığı ahlakın bir ayağı, sokağın ideolojik kontrolüdür. Bu kontrolün sonucu olarak, çok dar bir davranış, görünüş ve genel olarak performans çerçevesine uymayanların kamu alanlarında var olması giderek imkansız hale gelir—çünkü sadist siyaset, kamu alanlarının ahlakını heteropatriyarkik ayrıcalık üzerinden belirler[iv] ve öznelerini bu alansal ahlaka uyabilecek ve gösterebilecekler olarak tanımlar. Dolayısıyla, bu ideolojik çerçeve, kamu alanında yaşayan kendine bağlı özneleri, devletin bir uzantısı olarak görmek ister. O derece ki, sadist siyasetin nihai fetişi, ona bağlı olan tüm öznelerin mükemmel bir faşist yapıda ayırt edilemeyecek kadar homojen olmasıdır. Bu homojenliği bozan ve bozma potansiyeli her pürüzün düzeltilmesi ve ortadan kaldırılması sistemin devamı için yaşamsaldır. Sadist siyasetin düşüncesine göre, kamu alanını sadist siyasetin ahlaki çerçevesine sokmak için her yol meşru, sadizmi pekiştiren her şiddet gerekli, bu ahlaki çerçeveye uymayanlara ise her şey müstahaktır.
 
Sadist siyasetin dayattığı ahlakın ikinci ayağı ise giderek daha da vahşileşen neoliberal düzenin getirdiği nekrokapitalizmdir. Nekrokapitalizmi ya da ölüm kapitalizmini, hayatı kontrol altına almaya ve tutsak etmeye çalışan siyasi-ekonomik uygulamalar[v] olarak düşünebiliriz. Giderek daha da etkin hale gelen neoliberalizmin önemli unsurlarından biri, devletin, nihayetinde kamusal olan siyasi ve ekonomik hayatı bireylere – daha doğrusu bireyciliğe – bırakması, ki buna misal olarak çığ gibi artan özelleştirmeleri gösterebiliriz, diğeri de devletin giderek özelleştirdiği alanları ve kurumları denetimsizleştirmesidir. Bu denetimsizleştirme, tabii ki, her kula nasip olmaz. Fakat yukarıda belirttiğimiz sadist siyasetin dar ideolojik ahlakı içinde var olan ve var eden öznelere bahşedilen bir haktır. Bu siyasi-ekonomik bağlamda, laissez faire sadece sadist siyaseti idame ettirebilenlere uygulanan bir ayrıcalıktır. Nasıl sadist siyasi ahlakın kamu alanında var olabilmesi için, ona uymayanları ezmesi ve kontrol etmesi gerekmektedir, nekrokapitalist siyasi-ekonomik düzende de, sistemin yaşayabilmesi için öteki sayılanların sürekli ölmesi gerekmektedir (bkz. iş ‘‘kazaları’’ sıralamaları).
 
Öyle ya da böyle, yaşanmış olan, yaşanan ve toplumsal eşitsizliklerin ve ayrıcalıkların muktedirler tarafından desteklendiği bir bağlamda bulunduğumuz için büyük ihtimalle yaşanmaya devam edecek olan şiddeti, her türlü baskının kesişiminde, daha iyi anlayabilmemiz için var olduğumuz zamanı ve mekanı çerçeveleyen siyasi, ekonomik ve kamusal ahlak bağlamını, ona tabi olmayanların ve olamayanların kenara köşeye itilmesi, tecavüz edilmesi, öldürülmesi ve kendi söylemsel çerçevesinde bunların haklı çıkarılması üzerine kurulu olduğunu gözden çıkarmamamız gerekmektedir. Bunu düşündüğümüz zaman, ortaya çıkacak çözümlerin sistemle beraber çalışmak veya sistemi değiştirmek yerine, alternatif var oluşlar geliştirmek olduğunu daha net görebiliriz. 


[i] Fromm, Erich. The Anatomy of Human Destructiveness. 1973. Rinehart & Winston, New York.
[ii] Morris, Richard. The Scarlet Letter, Vigilantism, and the Politics of Sadism. The Handbook of Critical Intercultural Communication. 2010. 472-482
[iii] a.g.e., s. 477
[iv] Peterson, V. Spike, Sexing Political Identities/Nationalism as Heterosexism. International Feminist Journal of Politics. 1999. 1 (1)
[v] Banerjee, S. B. “Necrocapitalism”, Organization Studies. 2008. 29:12

Etiketler:
İstihdam