10/12/2015 | Yazar: Ayşe Devrim Çıngı Başterzi

Sağlık hakkı kimin hakkı? Kimin hakkı değil sorusunun yanıtı belki daha kolay.

“Herkesin, kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.”

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Madde 25

Dünya üzerinde yaşayan bir insan olarak her birimizin temel haklarında söz eden İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde 1948’ten bu yana sağlık için beslenme, giyim, konut hakkından söz ederken tıbbi erişim hakkını da bildirir. Neredeyse 60 senedir yaşamımızda olan bildirgenin her an ihlal edildiği açık. Judith Butler, uzun zamandır kitaplarında bize aynı soruyu soruyor; ‘Kimlerin hayatları kırılgandır? Kimlerin hayatı feda edilebilir? Onların hayatının kırılabilir olduğunu belirleyen tertip nasıl yapılanır?’ Bu soruları Türkçe’ye çevrilen son kitabı ‘Savaş Tertipleri’ son kitabında şöyle yanıtlar; ‘Başkalarının hayatının kayıp ya da incinmiş (kaybedilebilir ve incinebilir) hayatlar olarak kavrıyor ya da kavrayamıyor oluşumuza yol açan tertipler siyaseten belirlenir.’ Yani ana haber bültenlerinde bazı genç ölülerine ‘terörist leşleri’ denilirken bazıları ‘şehit’ olur. Kimileri devlet töreniyle gömülürken, kimilerinin cenazesine gitmek anne babasına bile nasip olmaz. Bu soruyu sağlık sistemi için yeniden sorarsak; ‘Kimlerin yaşamı değerlidir? Kimlerin hasta olmama hakkı vardır? Kimler sağlık hizmetlerine sınırsızca ulaşabilir?’ ya da tüm soruları tersine çevirelim; ‘Kimlerin yaşamı değerli değildir? Kimler hasta olabilir? Kimler sağlık hizmetlerinden yararlanamaz?’

Ivan Illich, 1981 yılında yazdığı ‘Sağlığın Gaspı’ kitabının ilk bölümünde sağlıklı olma özgürlüğü ve adil bir sağlık hizmeti elde etme hakkı arasındaki dengeden söz ederek, son kuşaklarda toplumun, kimin hasta olduğunu ya da olabileceğini ve bu kişilere ne yapılabileceğini belirlemenin ayrıcalıklı hakkını hekimlere devrettiğinden söz eder. Bu önermenin bir yanı doğru olabilir, neyin hastalık olup neyin olmadığını belirleme hakkını hekimlere vermiştir toplum. Ancak bu hekimlerin özgür iradesinden söz etmek oldukça zordur. Bildiğimiz gibi, çokuluslu ilaç şirketlerinin belirleme hakkının üstünde hak yoktur.

Mustafa Sönmez, ‘Paran Kadar Sağlık’ kitabında M.R. Anderson, L. Smith Ve V.W.Sidel’in 2005 yılında yayınladıkları ‘Toplumsal Tıp Nedir?’ başlıklı makalesinden aktarır; ‘Son 20 yıl, şirketlerin sağlık alanına hızlı biçimde girip, alanı kendi çıkarlarına göre dönüştürmelerine tanık oldu. ABD’de nüfusun tamamının sağlık hizmetlerinden yararlanacağı bir sistem geliştirmek yerine, sağlık hizmetine erişebilmek gitgide sigorta şirketlerinin belirlediği bir sanayiye dönüşüyor. Artık hastalara ‘müşteri’, hastane hizmetlerine de ‘üretim hakkı’ olarak bakılıyor.’ ’ Sağlık hizmetlerinin sunumunda müşterilerini belirleme hakkını elinde tutan sermaye, kimin sağlıklı yaşam sürdürme, sağlık hizmeti alma, hatta bir adım ötesine gidersek, kimin nitelikli ve kaliteli sağlık hizmeti alma hakkını elinde tuttuğunu da belirler.

Kimin sağlıklı, kimin hasta olduğunu belirlemek yanında kimlerin hastalığının tedavi edilebileceğini, kimin tedavi edilmesine gerek olmadığını da kim belirliyor sizce? LGBT'lerin heteroseksüeller gibi sağlıklı olma ve adil bir sağlık hizmeti elde etme hakkı mevcut mu? Sağlıklı olmak neye bağlıdır? Bugün bildiğimiz kadarıyla sağlığın temel belirleyicisi çevredir, nasıl bir yerde nasıl yaşadığımız nelere maruz bırakıldığımız hem bedensel hem ruhsal sağlığımızı belirler. Ayrımcılık kodları, insanların hayatını hangi koşullarda sürdüreceğinin de büyük ölçüde belirleyicisidir. Sağlıklı yaşam hakkına sahip olmak, iyi koşullarda barınmak, güvenli gıdalarla beslenmek, yeterince protein alabilmek vicdanını yitirmiş bu dünyada ancak bir sınıfın hakkı olarak görülüyor. Elimizdeki istatistikler yetersiz olsa da nüfusun %12’sinin yoksul olduğunun tespit edildiği ABD’de lezbiyenlerde bu oranın %24, heteroseksüel kadınlarda %19 olduğunu biliyoruz. Yoksulluk da kadınları vuran bir hastalık, üstüne heteroseksüel olmak dışında her türlü cinsel yönelimde yoksulluk katlanarak artıyor. En çok etkilenenlerde tahmin edilebileceği gibi transseksüeller. Ayrımcılık eğitim yıllarında başlıyor ve pek çok transseksüel okulu bitiremiyor, çok düşük ücretli işlerde çalışıyor ya da hiç çalışamıyor, aile desteği sosyal destek hep çok az. Ve biliyoruz ki yoksullukla, düşük eğitim düzeyi ile bir çok hastalık arasında doğrudan ilişki var. Örneğin HIV, Tony Barnett ve Alan Whiteside 2002 yılında yayınladıkları ‘21. Yüzyılda AIDS; Hastalık ve Küreselleşme’ isimli yayınlarına HIV virüsünün yayılmasının tüm dünyada bir yoksulluk ve güvencesizlik sorunu olduğunu söylüyorlardı. HIV’nin en çok yayıldığı gruplar sağlık sisteminden öteden beri yararlanmayan gruplardır; uyuşturucu bağımlıları, eşcinsel erkekler, etnik azınlıklar, eğitim ve iş alanından mahrum kadınlar, sex işçileri, yoksullar vb.

Peki tedavi hakkı kimin hakkı? Birçok kişi için poliklinik kapısında başlıyor eziyet, ‘bana nasıl hitap edecekler?’ Hanım, bey?  Tıp fakültesi 1. Sınıf öğrencilerine toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet rolü ve cinsiyet kimliği dersi anlatırken hekim adaylarının en çok sorduğu soru ‘Nasıl hitap edeceğiz?’ oluyor. Başvuran kişiye sorabilirsiniz ‘size nasıl hitap etmemi istersiniz?’ diyorum. Bu basit yanıtın günlük uygulamada oldukça sıkıntıya yol açtığını biliyorum. Bundan en çok etkilenenler ise cinsiyet geçiş sürecinde olan kişiler. Poliklinik sekreterinin her görüşmede Ahmet bey diye seslenerek muayene odasına aldığı bir danışan , ‘babamı getiremedim, ben doktora bir şeyler danışacağım’ diyerek muayene odasına geçtiğini anlatıyordu.

Geleneksel tıbbi öykü alma formları cinsiyeti ikiye ayırıyor ve her hekim öykü aldığı forma tıbbi şikayetleri sormadan önce kaç yaşında, cinsiyeti, ne iş yapıyor, evli mi, çocuklu mu, çalışıyor mu temel bilgileri ile başlıyor. Farklı çalışmalar farklı şeyler söylese de dünya nüfusunun ortalama %3.5’unun LGBT olduğu düşünülürse her 25-26 kişiden birisini biyolojik cinsiyete indirgiyor tıp. Son yıllarda Avrupa ve ABD’de bazı LGBT dostu hastaneler cinsiyet yerine cinsel yönelim ekleyip her gelen kişiye LGBT olup olmadığını da soruyorlar, ancak bu da bir başka sorun. Hekiminize muayenenin başında lezbiyen ya da gey olduğunu söylemek istiyor mu insanlar acaba? Söylemek istememelerinin en temel nedeni burada tıbbi bakım alırken maruz kalabileceklerini düşündükleri ayrımcılık. Tüm tıbbi etik kodlar, sağlık personellerinin hastalarına hiçbir özelliklerini dikkate almadan eşit ve adaletli davranması gerektiğini söylese de, danışanların deneyimlerinden özellikle acil servislerde işlerin bu şekilde yürüyemediğini söyleyebilirim.

Ne yazık ki ülkemizde sağlık otoritelerinin etik kodlarında henüz cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim yer almamaktadır. TTB tarafından yayınlanan Hekimlik Mesleği Etik Kodları Madde 7’de ‘Hekim görevlerini her durumda hastaları arasındaki siyasal görüş, sosyal durum, dini inanç, milliyet, etnik köken, ırk, cinsiyet, yaş, toplumsal ve ekonomik durum ve benzeri farklılıkları gözetmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür’ denilmektedir. Bu maddeye cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim vurgusunun da eklenmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum.

Son yıllarda zaman zaman hapishanelerde tutuklu ve hükümlü olan LGBT'ler için savcılıklar hastaneye danışıyor; ‘kadın koğuşunda mı yatsın, erkek koğuşunda mı?’ Yanıt olarak kişinin seçiminin esas olduğunu yazsak da aynı sorularla hastanede de karşılaşıyoruz, LGBT bir bireyin özellikle transseksüel bir hasta, herhangi bir klinikte yatarak tedavi göreceği zaman hekimleri psikiyatriyi arayıp aynı soruyu soruyorlar. Aynı yanıtı versek de aslında bir diğer faktör daha etkili oluyor. Yan yataktaki hasta ve daha da önemlisi yan yataktaki hastanın yakını nam-ı diğer ‘refakatçi’. Bu nedenlerle tüm hastalar için olması gereken, konforlu, hastanın ve yakınının saygı göreceği ve hastanın mahremiyetine özenli hastane hizmetlerini sağlamanın oldukça güç olduğunu söyleyebiliriz.

Söz refakatçiye gelmişken, hastalık süreçlerinde önemli bir diğer faktör de hastanın ailesi. LGBT'lerin tüm toplumlarda kan bağı olan aile bireyleri tarafından yalnız bırakılabildiğini biliyoruz. Ayrıca, bir kaç istisna dışında hemen tüm ülkelerin eşcinsel evliliklerine izin vermeyen yasaları LGBT'lerin  partnerlerini, kendi hastalıkları ile ilgili karar aşamalarında dışarıda bırakıyor. Allah’tan gerçek hayatta, filmlerdeki gibi destek makinelerini durdurma kararı hasta yakınlarına bırakılmaz ancak bir kişi kanser olduğu zaman, partnerinin onun hakkında sağlıklı bilgiye erişme şansı bile düşük olabiliyor. Partnerin hukuki konumu dışında, LGBT'lerin  yakın arkadaşlarının, dostlarının, bazıları edinilmiş ailelerinin ziyaret saatlerinde gelmeleri bile gündelik yaşamdaki ayrımcılık deneyimini hastane koridorlarına taşıyor; uğultulara, ayrımcılık ve nefret söylemi dolu sözlerin, bakışların yükselmesine yol açabiliyor.

LGBT'ler için sağlık hakkından söz ederken, LGBT sağlık çalışanlarından da söz etmeden geçemeyeceğim. Bir işyerine başlarken karşılaşılacak tüm ayrımcılık kodları misliyle sağlık hizmetleri alanında ortaya çıkmaktadır. Tıp, başlangıcından bu yana eril iktidarın varlığını en çok hissettirdiği çalışma alanlarındandır, neredeyse askeriyedeki kadar hiyerarşik bir düzen işler ve bu eril iktidarın hedeflerinden birisi de eşcinselliktir. Hekim de olabilirsiniz, anestezi teknisyeni de eğer gey iseniz, yaptığınız işi eksik, kusurlu hiçbir şey bulunamıyorsa ‘karı gibi’ yapmakla itham edilirsiniz. Eğer bir kadın olup haddinizi bilmeyerek cerrahi bir branş seçmişseniz ve iyi iş çıkarıyorsanız, peşiniz sıra ‘lezbiyen’ olmasın dedikodularını duyarsınız. Sonuç olarak tıbbi hiyerarşide cerrahi dizilimi hayallesek; herhalde heteroseksüel erkek, lezbiyen, heteroseksüel kadın, gey, transseksüel şeklinde giderdi.

Sağlık hakkı kimin hakkı? Kimin hakkı değil sorusunun yanıtı belki daha kolay. Bu yaşadığımız yüzyılda, giderek vahşileşen kapitalizmin hüküm sürdüğü, vicdanı kalmayan bu dünyada yoksulluk, kötü muamele, işkence, tecavüz, şiddet kime reva görülüyorsa onların hakkı değil. Hakkı şimdilik bu ülkede yaşayan beyaz, Türk, varsıl ya da varsıl olması ihtimal dahilinde, iş güç sahibi, heteroseksüel ve dindar bir erkek adı. Sağlık da Hakkı’nın hakkı, ona çocuklar doğuracak kadının, onun soyunu devam ettirecek çocukların hakkı. Ötekilerin hiçbirinin; yoksulların, işsizlerin, üç kuruşa geçici işlerde sigortasız çalışan işçilerin, bir sığınacak kocası olmayan, okutulmayan, iş bulamayan kadınların, mültecilerin, eşcinsellerin, biseksüellerin, transseksüellerin hakkı değil.

Sağlık hakkı için mücadeleye devam!

*Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisi’nin “Sağlık” dosya konulu 143. sayısında yer almıştır.


Etiketler: insan hakları, sağlık
İstihdam