21/02/2019 | Yazar: Gözde Demirbilek

yirmi üç yıllık ömrümde; kız bebek olmak, kız çocuk olmak, abla kız olmak, ergen kız olmak, genç kız olmak, genç kadın olmak gibi birçok “oluş” şekli üzerinden yargılandım. size artık geçit yok.

gün geçmiyor ki “iskeletler diyarında bir et parçası” hissetmediğim bir an olsun. vallahi de billahi de bıktım; bıktığım yerde küllerimden doğmaktan da doğduğum küle geri dönüp habire baştan başlamaktan da.

ortalık kasılıp kavruldu, “trans kadınların kadın kategorisinde yarışması hileli olabilir”miş. bak bak. gerçekten mi? insan bi donup kalıyor, kategoriler neden “kadın” ve “erkek” diye ayrılıyor diye bir gün olsun tek laf etmemiş selüloz israfları (ankara barosu'ndan aldım bunu, ayrımcı olmayan küfür arayışımız devam etmektedir) nasıl oluyor da birden bu denli “erkeklik” vurgusunun arkasına sığınabiliyor diye düşünürken buluyorum kendimi. ne oldu? elinize ne geçti tam olarak “trans kadınlar errrrkektir”i bunca besleyen bi lafın ardından? lezbiyen ve biseksüel kadın olduğu için takımlarında bunca şiddet görmüş, “erkeksi görünmeme” kuralları getirilmiş, partnerleriyle açıkça çıkıp gezememiş, istemediklerinde “kadın gibi gözükmesi için” zorla elbiselerle pozlar vermiş bunca insanın; beyanı kayda geçmediği için kimliğinde “kadın” yazıyor diye takımlarınızda bulunmak zorunda kalmış bunca +'nın hayatlarına apır sapır laflarınızla bodoslama girdiğinizi düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum. bunlara diyecek lafınız yok mu? karşılığında gelecek eleştirilere cevap veremeyecek misiniz? yaptığınız ayrımcılığı kabul etmeyecek misiniz? kapı orada ama durun burası “ikili cinsiyet sistemine gönülden bağlı norm üreticileri” olarak zaten sizin “mekanınız” sanıyorsunuzdur muhakkak.

“eğer biz gölgeler haddimizi aşmışsak, her şeyin tatlıya bağlandığını düşünün. aslında bu görüntüler oluşurken siz kazara burada bulundunuz.” (filan)

“kadın” kategorisinden bi yere dahil olmak için “amın” olması gerekiyor, “amın” var mı yetmez “hormonal” olarak yine “ideal kadın bedenine” oynaman gerekiyor. sıkıldın bunaldın bunca tanımlamadan da “ideal kadın bedenine” oynadın diyelim, yetmez. seni “kadın olarak görmek” onların elinde, sen istediğin kadar “amım var diye kadın değilim” de “senin istediğin kadın olmak zorunda mıyım ben kardeşim” de kendine ne dediğini duymamak için kulaklarına çimento döker bu gibiler.

buradayım, bazen kadınım bazen değilim. atanmış cinsiyetimin zorunlu atamasıyla gelmiş saldırıların etkisinden sıyrılamadım, yaralar aldım. ömrüm boyu, saldırıya gerek yasalarla gerek normlarla açık bırakılmış bedenimi istediğim gibi kullanacağıma dair bir hakkın aslında olduğunu kendime anlatmaktan yoruldum. hâlâ aynaya bakınca kendimi yargılarken bulduğum oluyor kendimi. beden olumlama, beden nötrleme, beden bi şeyleme. bir sürü güçlendirici yazı, normlardan sıyrılma öyküsü okudum. günübirlik yükselten bu yazıların ardından hâlâ kendime baktığımda aldığım yaraları hissetmemin bir sebebi vardır herhalde? keriz gibi durduğum yerde acı ve öfke uydurmuyorumdur diye düşünüyorum. fakat bazen, öyle bir anlar dizisi geliyor ki insan kendinden şüpheye düşüyor. “uyduruyo muyum yoksa buna hakkım var mı?” diye kendini sorguluyor. VAR. şimdi söylüyorum: VAR. hadi gel de döndür beni bu yoldan. binleriniz geldi üstüme daha önce, bu ilk karşılaşmamız değil.

yirmi üç yıllık ömrümde; kız bebek olmak, kız çocuk olmak, abla kız olmak, ergen kız olmak, genç kız olmak, genç kadın olmak gibi birçok “oluş” şekli üzerinden yargılandım. herhalde birkaç yıla da dümdüz (olur da hayatıma bi “erkek” girmiş olursa tüm biseksüel beyanıma rağmen hem straight hem makbul anlamında) kadın olmak üzerinden yargılanırım. değilim “dümdüz” filan derim, “senin o bahsettiğin dümdüz olma hâli yüzünden kendimi nelere sokmaya çalıştım ben biliyor musun?” derim. “kadın olma” kısmına gelince bir durur düşünür, “atadığın da zorladığın da başına gelsin” derim belki. bilemiyorum şimdi, bugünden hayatıma baktığımda aynada gördüğüm ve hissettiğim benin üzerine o kadar çok gittim ki, kendini beğenmemek gibi bir yükün ötesine geçti durumlar.

oraya gidersin “makbul kadın” görünümünde olmadığın için buraya dönersin “biraz da makbul kadın” göründüğün için yerin dibine sokmaya çalışırlar insanı. orayı da burayı da anladığınızı düşünüyorum. belli çizgilerden geçtim, serkan'ın yazısını okurken dedim ki gerçekten de “feminen giyinince kadın, maskülen giyinince erkek” olarak görülmekten çok yorulduğum için kendi tarzımı yaratmam yıllarımı aldı. hâlâ makyaj yaptığım gün “kadın olasım geldi bugün” diye gullüme dönüştürmeye çalıştığım saçma sapan bir şeyin içinde buluyorum kendimi. komik mi? değil. norm mu? norm. üretmemek için dalga geçtiğim şey bile gün sonunda gelip bunu vuruyor.

illüstrasyon: drea cofield

kimi zaman “zaten öyle” olmaktan bıktığım kimi zaman da “olmak için yapmam gereken bir şeyler varmış” gibi önüme konulmuş “kadın kimliği” yüzünden kendime ettiğim eziyet bitti. burdayım, “...bir et parçasıyım varımı yoktan aldım” diye haykırmak istiyorum suratınıza da neye yarayacak diye düşünüyorum.

gündemden buraya geldik, ikinci delirten gündemim “bebeği iyi beslemediği için yargılanan çift.”

çiftin vegan olmasından başlayan linç süreci nasıl oldu da bu çiftten “annenin sütünü vermediği için çocuk istismarcısı” ilan edildiği yere geldi, böyle gözlerimizin önünde oldu sanki her şey. kendini queer olarak tanımlayan birçok insanın, “evet bu istismardır” dediğini gördüm. bunun karşılaştırmasını da tam olarak “biz demez miyiz ineğin sütü buzağıya aittir diye, noldu şimdi ne bu tantana” der gibi durdukları yerden “çelişkiliymiş” gibi konuşuyorlar. vallahi durum bu, olur da inek konuşup size “sütümü vermek istemiyorum bu buzağıya” dese siz onu da istismarcı ilan edersiniz. o kadar eminim ki. bedenleri hakkında konuşabilen, “gerekleri reddeden” her kişiye bugün bunu yapma potansiyelini görüyorum hepinizde. hiç sanmıyorum ama andım olsun, olur da bir gün doğurursam; doğurduğum çocuk bir gün gelip de “bana niye sütünü vermedin?” diye sorarsa “bu beden benim, sendeki de senin” diyeceğim. o hesap ikimizin arasında olur. yettiniz artık.

umarım bu yazıyı kazara görüp sonuna kadar gelir de ibret-i alem olsun diye “aman aman sen doğurma, çocuğa yazık istismarcı” falan diyerek paylaştığınızı görürüm. hiç var olmamış, belki de hiç dünyaya gelmeyecek bir çocuk için endişe etmek yerine şu an karşınızda olan, yaşayan birinin bedeni üzerinde kurulmuş tahakkümleri bütünüyle kabul ederek yaygınlaştıran fikirlerinizle yüzleşmenizi bekleyecek sabrım kalmadı.

bu yazıyı yazarken, uzun zamandır ilk defa “i will survive” dinlerken gözlerimin dolmadığı, üzüntüye düşmediğim bir an yaşadım. “kapı orada arkanı dön ve çık” diyebildiğimiz alanların varlığına şükürler olsun. ben öfkemi başka yere yönlendirmenin yollarını bulurum muhtemelen de siz bu çirkin laflarınızı oraya buraya saçarken bir an olsun utanmadan nasıl yaşayacaksınız?

son sözüm, “aynı tarafta” olduklarımıza: her gün birlikte uyandığınız, her an varlığını size hissettiren bedenlerinizle ilgili aldığınız kararlar için utandırılmadığınız zamanlar olmasını diliyorum. sizi çirkinliklerinin içine “makul sebepler” gibi nefret ifadeleriyle çekmeye çalışanlar her zaman olacak. unutmayın: yalnız değiliz. varız. varlığımızı her gün ortaya koymamız bile değerli.

son sözümü yazarken (asla bitmiyor farkındayım) twitter'da geçen gün “geyler ve lezbiyenler neden profillerine gökkuşağı koyuyo? biz patlıcan ya da şeftali emojisi koyuyor muyuz?” diyen zata da bir çift sözüm olduğunu fark ettim: ister patlıcanını ister şeftalini çek koy profiline, sabitle onu da oraya. seni tutan yok. benimle aynı nefret yollarından geçmiş insanların sesini duyabilmek için gerekirse alnımın ortasına yapıştıracağım o gökkuşağını.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
İstihdam