19/03/2012 | Yazar: Selçuk Candansayar

Türkiye’de sahtekârlık yapıldığında ödenen bir bedel oluyor mu? Hele sahtekârlık yapanlar kendilerini dindar yani kendiliğinden ahlaklı olarak pazarlamışlarsa!

Erbakan’ın varislerinin mal kavgaları medya ve sokaktaki çoğu insan için ‘vay anasına amma zenginmiş’ dışında bir anlam taşımıyor. İçler acısı bir tepkisizlik bu. Tepkisizliğin de ötesinde bir tür kayıtsızlık hatta olağan karşılama hali.
 
Medya sıradan bir miras kavgası olarak görüyor olayı. Oysa sözü edilen kişi 1960’larda başlayıp, Türkiye’nin son yarım yüzyılını belirleyen ve günümüzde de iktidarı elinde tutan bir zihniyetin lideri. Savunduğu ideolojinin temel taşını din olarak kurmuş bir lider. Ömrü boyunca ‘devletin, ülkenin ve milletin’ din tarafından belirlenen bir hayat ve yönetme tarzına evrilmesi için çabalamış olduğu kabul ediliyor.
 
Din, hani çoğu insanın yanlış olarak ahlakın temeli olduğunu sandığı soyut yapı. Dindarsan kendiliğinden ahlaklısındır kabulü yüzünden din derslerinin adını din kültürü ve ahlak bilgisi diye koyan ülke burası.
 
Miras kavgasında Erbakan’ın varlığı olarak ortaya çıkan ilk bilgiler bile ‘hoca’nın öbür dünyadan çok bu dünya için çalışmış olduğu izlenimi veriyor. Kimsenin malında gözümüz yok kültürü bu coğrafya. Allah kuvvet vermiş, çalışmış, biriktirmiş denilip geçilmesini engelleyen bir gerçek var ama bir yandan. Anlaşıldığı kadarıyla bu servetten ne devletin ne de bir avuç ‘mürit’ dışında kimsenin pek haberi olmamış.
 
Hani böyle söyleyince insanın söylemeye dili varmıyor ama galiba ortada büyük bir sahtekârlık var. Düşünsenize eğer doğruysa mal varlığını gizleyerek, devletten parti için aldığı yardımı kişisel hesabına aktararak, partiye gönül verenlerin yardımlarını iç ederek ve bazı müritlerin fabrikalarını katakulliye getirerek cebellezi eden Başbakanlık dâhil yapmadığı görev, gelmediği mevki kalmamış bir adamla aynı ülkede yaşamışsınız. Utanılacak bir durum bu.
 
Sadece ev almak için arkadaşından aldığı ucuz krediyi gizlediği ortaya çıkınca yerin dibine geçen ve utancından kendisini manastıra kapatan bir Cumhurbaşkanı’nın olduğu başka bir ülke, Almanya ile aynı gezegende yaşıyoruz. Dahası Erbakan’ın en büyük oy deposunu oluşturan ve partisi ve ideolojisine en büyük mali katkıyı sağlayan milyonlarca Müslüman’da o inzivaya çekilen Cumhurbaşkanı’nın ülkesinde yaşıyorlar.
 
İnsan elli yılda azıcık da olsa ‘elin gavurunun ahlakından’ nasiplenmez miydi? Demek ki Alman demek öyle sadece ahlaksızlık, porno, açık saçık kadınlar demek değilmiş. Elin Hıristiyan’ının ahlakı bizim Müslüman’ın ahlakından evlaymış ha, çok yazık valla!  
 
Hiçbir toplum kendiliğinden ahlaklı olmuyor. Ahlaki ilkeler bir arada yaşayabilmenin zorlamasıyla doğup yaygınlaşıyor. Toplumsal ahlak kurumlaşırken dini kendisine yardımcı olarak alır, dinden destek bulur elbet ama asla din, ahlakın özü olamaz.
 
Ahlak bir arada yaşarken hayatta kalabilmek için ortaya çıkar. Beni ahlaklı olmaya iten olmadığımda toplumdan dışlanacağım bilgisidir. Toplum da ahlaka uymayanı içinden atarak aslında kendi varlığının devamını sağlamaya çalışır, sadece. Çünkü ahlaki kuralların olmadığı bir toplum bir arada yaşayamaz, çöker, dağılır.
 
Böyle olduğu için hele de kapitalizmin hüküm sürdüğü zamanlarda ikiyüzlü bir ahlak ortaya çıkar. Yakalanmadığın sürece her türlü ahlaksızlığı yapabilirsin ama yakalandığında bedelini en ağır şekilde ödemeyi de göze alabilmelisin ahlakı.
Peki, Türkiye’de sahtekârlık yapıldığında ödenen bir bedel oluyor mu? Hele sahtekârlık yapanlar kendilerini dindar yani kendiliğinden ahlaklı olarak pazarlamışlarsa!
 
Türkiye, sahtekârlığın bir hayat tarzı olarak kendini kabul ettirdiği bir ülke oldu. Yüzü kızarmayanların ülkesi. Bu hal öyle basitçe geçiştirilecek bir durum değil. Türkiye, ikili duygusal ilişkilerden tutun da, devletin yurttaşıyla kurduğu ilişkiye kadar ve yöneticilerin ellerindeki gücü kullanma tarzına kadar her alanda sahtekârca davranan ve ortaya çıkınca da yüzü kızarmayanların ülkesi oldu.
 
Bu ahlaki yozlaşmanın tam da herkesin dindarlık şemsiyesi altına girmek için birbirini ezdiği dönemlere denk gelmesi ne kadar anlamlı.
 
Türkiye’de dindar ideolojinin bayraktarının miras kavgası ve davasıdır bu zamanların tarihsel sembolü; ama olasılıkla gelecekte bu günü yazacak olan tarihçilerin kullanacakları bir sembol olacak. Bu gün bizi geren sadece Kanlıca’daki yalının hangi evlada kalacağı, o kadar! 

Etiketler: yaşam, din/inanç
nefret