30/06/2010 | Yazar: Yıldırım Türker

Televizyon kanalları, unvanlı zevattan geçilmiyor yine.

Televizyon kanalları, unvanlı zevattan geçilmiyor yine. Kanaat önderleri kanaatlerini kana kana anlatıyor; yükselen savaş karşısında nice taktikler, nice stratejiler öneriyor, mangalda kül bırakmıyorlar.

Kürt sorunu diyegeldiğimiz insanlık sorununun çözümünü savaşta, askeri manevraların kıvraklığında görmeyen, anlaşmak konuşmak uzlaşmak barışmak gibi yollara ışık düşürenler bu gürültücü savaş stratejistleri karşısında boynu bükük kalıyor. Hangi birlik önce nereden bastırmalı, özel harekat nasıl canlandırılmalı, düşmanın ümüğüne ne güçle oturmalı çığlıkları arasında uğurluyoruz gencecik ölüleri. Nur topu gibi büyüyen yeni itiraz, savaşa yollanan çocukların yetersiz eğitim gördükleri. Onların yerine neden bu işin uzman eğitimini görmüşler gönderilmiyor? Yani varabildikleri şikayet noktası bu kadar esintisiz, bu kadar beter. 

Meğer herkes ne kadar derin bilgiye sahipmiş savaş sanatı konusunda. Meğer herkes çocukları yatırdıktan sonra sabahlara kadar bilgisayarda karmaşık savaş oyunlarıyla zihin açıp öyle gelirmiş gazeteler ve üniversitelerdeki makamlarına. 

Pekiyi bu ‘dünyanın en güçlü ordularından’ Türk ordusu nasıl olur da 40 yıldır kökünü kazıyamadı bu çapulcu yığınının diyen gözüyaşlı kuşkucular da yok değil aralarında. Neler oluyor Allah aşkına, diye yakınıyorlar; dış güçlerin şer planlarına inanası oluyorlar sonunda. 
Pek kimsenin aklına gelmiyor, hiçbir savaşın kazanılamayacağı. 

On binlerce ölünün ardından dünyanın ancak dev bir yas evine döneceği. 
Bu arada basın bildik dilini sürdürüyor. Vatan uğruna şehit düşen yiğitler karşısında halkı galeyana çağırıyor, herkesi bu ölümlerin kutsiyetiyle kışkırtıp yeni ölülere yer açıyor. 
Hemen emekli askerlerin, savaş bilgelerinin görüşlerine başvuruyor basınımız. Sivillerin sözü değer taşımıyor nasılsa. 

Dış mihraklar, başbakanın ‘taşeron’ salvosuyla baş köşeye oturtuldu nasılsa. Sorunlar, dertler, hak talepleri, devletin hataları, hepsi ama hepsi artık birer silik hikâyeden ibaret. Tabii ki dünya dört bir elden bizi, yani yiğit savaşçı Türkleri yok etmeye çalışıyor. Bunun için de hainleri kullanıyor. Ne kadar kolay bir dünya tasviri, fikir tahayyülü, öyle değil mi?
Yine de sıra dönüp dolaşıp basına geliyor. İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve RTÜK Başkanı karşılarına televizyonların büyük akıldanelerini alıp onlara uyarıda bulundu geçenlerde. Dünyanın her yerinde geçerli olan terör haberciliği kurallarını hatırlatarak gözdağı verdiler, işin doğrusu. Toplantıda kimi ünlü haber üstatlarının canı gönülden yardımcı olmaya hazır olduklarını belirtip çoktan kimi uygulamalar başlattıklarını öğrendik. 

Zaten iki gün önce de Güvenlik toplantısı ardından Cumhurbaşkanlığı da “Basın-yayın organlarının terörle bağlantılı haberlerde halkı bilgilendirirken terör örgütünü farkında olmadan cesaretlendirici duruma düşmemeleri için daha duyarlı davranmalarının gereğine dikkat çekilmiştir.” Açıklamasında bulunmuştu. (21 Haziran)

Hemen ertesi gün (22 Haziran) Başbakan partisinin grup toplantısında, tesadüf bu ya, basını uyarıyordu: “Muhalefet de, sivil toplum da, medya da kendisini bu mücadelede bir taraf olarak görmeli, sorumsuz davranışlardan kaçınmalıdır. Allah aşkına görüntülü medya, yazılı medya böyle bir milli meselede birlik beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyacımızın olduğu dönemde kalkıp da evin içine girmek suretiyle orada o içi yanık, canı yanık annelerin tavırlarını her taraftan çekerek bunları sürekli göstermek, oradaki ayılıp bayılmalarla ilgili bu görüntüleri yayınlamak kime hizmet eder Allah aşkına, ülkeye mi, terör örgütüne mi?’’

İşte Beşir Atalay da ertesi günkü toplantı sonrası, “Biz hükümet olarak medyamızın terör konusundaki yayın politikasını bir kez daha gözden geçirmesini, daha duyarlı olmasını, iyi niyetli de olsa, istemeden de olsa bu tür yayınlar yapmamasını diliyoruz.” buyurmuştu. 
Burada açık bırakılan pencere, “istemeden iyi niyetli de olsa” PKK’nın ekmeğine yağ sürülmemesi gerektiği ibaresi elbet. Hükümetimiz, bizim iyi niyetimizden kuşku duymuyor, hayır, ama savaş erbabı olmadığımızdan kimi hatalar yapabileceğimizi işaret edip dangalaklığın lüzumu yok efendiler, diyor. Karşısında toplanan medya savaşanları arasında da pek kadın göremiyoruz zaten. Besbelli onlar eve, üniforma dikmeye yollanmış. 

Basının elbette çok dikkatli, çok duyarlı olması gereken günlerdeyiz. Ama kanaat cevherleri ve yol gösterenlerinin bu uyarıyla muradı, savaş çığırtkanlığından vazgeçilmesi değil.
Onların istediği barış gazeteciliği hiç değil. Onlar basını savaşta taraf olmaya çağırıyor. ‘Bu durumlarda’ ne tür sorumluluklar yüklenmeleri gerektiğini hatırlatarak seferberlik basınını resmi olarak tesis etme çabasındalar. Ne kadar açılım sürecek diyorlarsa da savaşa balta taşıyorlar durmadan.


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam