23/08/2016 | Yazar: Erdem Gürsu

Biliyor musun Erdem, dedi, zaten herkes gitti buralardan. Eskiden sokağa çıktığında tanıdık birilerine rastlardın adım başı, şimdi kimseyi görmüyoruz, dedi. Bizimkilere sen iletirsin artık aradığımı dedim, kapattım sonra telefonu.

“Sebepsiz Savaş'ın izleri

Dostların kanayan külleri

Durdurmaya yetmedi insafsız elleri”

Sıcak bir öğleden sonra ,ben orta sona gidiyorum sanırım ya da orta 2, Özlem Tekin’in o albümünü son ses dinliyorum. Kasetini daha doğrusu, çünkü CD’si pahalıydı, o nedenle kasetini almıştım. Zaten Hürriyet Gazetesi'nden aldığımız Roadstar müzik setimizin CD çaları geldiği günden bozuk çıktı. Annem içerden bağırıyor, çok açmışım sesini, kıs diyor. "Özlem Tekin mi neyse kesin öyle bir gelin getirirsin sen başıma" diyor. Bilmem belki şimdi, bir gelin olsaydı da bari Özlem Tekin'e benzeseydi, diyordur.

O yıl fen lisesi sınavlarını kazanamadım. Boş ver, diye teselli ediyorlar beni, zaten orası hep dincilerin nurcuların yeriymiş! Yazlar, kışlar böyle geçiyor. Artık iklimler o kadar sert geçmiyor Antep'te, eskisi kadar yağmıyor, barajdan diyorlar, iklim de ondan değişmiş, ılımanlaşmış. Ama bizim evin balkonu pek bir rüzgârlı oluyor. Seviyorum yine de balkonda oturmayı. Hele ailecek oturunca daha bir mutlu oluyorum.

“günlerdir bir an olsun yağmur dinmedi

rüzgâr feryat figan hiç durmak bilmedi

ne yapraklar kaldı

ne solmuş çiçekler dalında

leylekler göç yolunda seyretti yitti”

Bazen yazın bile esen o keskin rüzgâra rağmen balkonda yiyoruz yemekleri, ben de gaza gelip 37 ekran televizyonu balkona taşıyorum. Birlikte Arena, 32.Gün falan izliyoruz. Ben Tansu Çiller'i beğeniyorum, kadın Başbakan, Amerika görmüş, İngilizceyi su gibi konuşuyor. Onun o modernliğine kapılıp gaza geliyorum, ben Çiller'ciyim diyorum. Babam Karaoğlan'cı, annem de ona basıyor. Seçimler oluyor o ara, yine Celal Doğan alıyor belediyeyi, genel seçimlerde de DSP de 2 milletvekili çıkarıyor Antep’ten, Refah’ın oyları da yükselişte ama hala solun kalelerinden biri diyorlar Antep için.

Artık lise yılları sanırım, sınıfta da siyaset konuşuyoruz, ben hala Çiller'ciyim. Ama Refah’la koalisyon falan yapmışlar. Herkes sıkıntılı, şeriat tehlikesi falan konuşuluyor. Başbakanlıkta mollalara (?) yemek daveti verilmiş, siyaset meydanında bu konu tartışılıyor o akşam. Ben siyaset meydanı izleyeceğim diye salonda kalmışım, herkes yatmış, gece geç oldu. Salondaki televizyon eski, kumandası yok. Ara ara kalkıp Show'a basıyorum, kırmızı nokta başlamış mı merak ediyorum. Artık çok kesiyorlar, sansür var. Biz çocukken ergenliğini yaşayanlar ne şanslı diyorum, o zaman rtük mtük yoktu. Neyse sıkılıp odaya gidip yatıyorum. Rüyamda şeriat gelmiş. Annemle ablamları başka yere götürmüşler. Babamı görüyorum bir kamyonun arkasında, annenleri bulamadım, neredeler bilmiyorum, diye ağlıyor. Uyanıveriyorum, o gün bir daha sağcı olmayacağım diye kendime söz veriyorum, bırakıyorum Doğru Yol'u (!)

Üniversite zamanı geliyor, Antep’ten uzak yere gitmek istiyorum. Evdeki en ufak bir gerginlik gözüme batmaya başlıyor, dershaneye de yazdırdılar ama keşke daha çok çalışıp Safa'ya mı gitseydim, diyorum. Dinci minci dershane ama iyi eğitim veriyorlar. Zaten hep zekileri almaya çalışıyorlar, burs murs da veriyorlarmış. Ama yakıştıramam zaten kendime, solcu oldum ben artık.

Ders çalışma zamanları sıkıntılı, Özlem Tekin en büyük destekçim, Şebnem de albüm yaptı, onu da beğeniyorum ama Özlem’i satmam. Sınıftakiler de rocker olmaya başladılar birer birer, hatta bazıları metalci oldu, Sepultura falan dinliyorlar, benim kafam almıyor onları. Herkesler Söylemez Pasajı'ndan Aiwa walkman aldı, Sony’den daha iyiymiş, benim yok, milletten dinliyorum. Pil bitmesin diye kalemle sarıyoruz başa kasetleri. Herkesin kulağında walkman, test çözüyoruz habire. Günaydın'dan sonra hemen dün kaç soru çözdüğümüzü soruyoruz birbirimize. Dershaneye gidiyoruz sadece artık, pek okula da gitmiyoruz, herkes raporlu, okul doktoru bana da sürmenaj raporu yazdı. Dershane sonrası millet bilardoya gidiyor, ben pek gitmiyorum, masayı yırtmaktan korkuyorum, ya beceremezsem diye. Yırtınca parasını sana ödettiriyorlarmış, diye korkutuyorlar beni. Bowling’e falan da 1 kere gittim sanırım, zenginler tenise falan da gidiyor ama benim orta direk memur ailem için o biraz fazla lüks. Boğazına da düşkündür Antepliler. Dershane sonrası bazen boklu derenin oradaki stada yakın bir yerlerdeki kebapçıya gidiyoruz. İçerisi sinek kaynıyor ama pek bir lezzetli yapıyorlar. Güya, konsere gelen sanatçılar falan da hep oraya gidiyormuş. Tatlılar Abdo'da yeniyor, en ucuz ve güzeli ise Fiko'nun nohut dürümü, o zamanlar İmam Çağdaş yok daha -sahi ben o çok övdükleri yeri hiç bilmiyorum, hiç yemedim ordan- onun yerine İmam Usta var oraya akşam yemeğine gitmek havalı bir şey. Ha bir de sahurda bile kebap restoranına gidiyor Antep’te millet, bir de varsa yoksa her pazar günü sahre, yani piknik. Eskiden Dülükbaba'ya gidilirdi en çok, şimdi başka başka yerlere de gidiliyor. Neyse boğazlar meselesi geniş konu anlayacağınız.

Ben ise en çok Ordu Caddesi'ni seviyorum bir de Kırkayak'a doğru yürümeyi. Yeşilsu Parkı’nın oralarda bir kere bir trans görmüştüm sanırım, trans mıydı emin değilim, küçüktüm daha o zamanlar, ama seks işçiliği yaptığı kesindi. Şehrin ortasındaki o kocaman park, Avrupa'nın üçüncüsüymüş güya. Celâl Doğan seviyor gösterişli şeyleri, e tabi Antepliler de.

O parkta yürümeyi seviyorum. Lubunyalığımı kendime itiraf etmesem de daha, lubunyayım işte o zaman da. Modernite hoşuma gidiyor. Times alıyorum lisedeyken -Lady Market’ten-, onu okuyorum parkta, ilk biramı da o parkta içirdilerdi bana arkadaşlar, Troy vardı bira, onu içmiştim, zaten hafifti o, su gibiydi ama ben yine de feci sarhoş oldum. Gösterişi seviyorum, kızlar oğlanlar birlikte takılıyoruz artık. Lüks yerlere gidiyoruz. Tuğcan Otel’in altındaki Rock Cafe’ye gidiyoruz. Mahalleden çocuklar benle dalga geçiyorlar Rock Cafe’de suya 5 milyon lira veriyorum enayi gibi diye. Olsun bana havalı geliyor, veriyorum. Sonradan İzmir'le iyi anlaşmam da hep bu bakış açımdan oldu sanırım.

Sınav günü geldi, sınavın ortasında çişim geldi. Daha 1 saat var ama tuvalete çıkmak yasak. Konsantre olamıyorum. Tarihteyim ama daha felsefe grubu var. Neyse olduğu kadar yapıyorum çıkıyorum. Kesin kazanamayacağım, diyorum. Asiyim, kızgınım aynı Özlem Tekin gibi, ruh ikizim artık o benim.

İstanbul istiyorum ben aslında ama İzmir tutuyor. Hüngür fışkırık uğurluyor annemler beni.

İzmirlileri sevdim aslında ta ilk günden ama üniversitedekileri başlarda alık buluyordum biraz ne yalan söyleyeyim. Esprilerimiz de pek uyuşmuyor gibiydi biraz. Lubunyalığımın getirdiği kibarlıktan inanmıyorlar Antepli olduğuma pek, İstanbullu gibiymişim. Antep'te rock bar mı varmış diyorlar, ay siz şalvar giymiyor musunuz diyorlar, neee metal mi dinliyordunuz lisede diyorlar, inanmıyorlar.

Antep’i özlüyorum aslında arada ama İzmir’de de uzakta olmanın avantajıyla özgürlüğüme kavuşmuş olmaktan gayet memnunum. Ama günün birinde Antep’e dönmek istiyorum diyorum, orda çalışmak istiyorum diyorum ama yıllar geçtikçe olmuyor. Lubunyalığımı söylüyorum İzmir’deki çevreme. Bir şekilde kendimi kabul ettirmeyi başarmıştım çevreme. Ailemin ise bunu anlayabileceğini düşünmüyordum, o nedenle onlara söylemekten kaçıyordum ve aslında ailemden de kaçmaya başlamıştım artık ve de Antep’ten. Daha az gidiyordum artık Antep’e bizimkilerin yanına, değişiyordu şehir. Her gittiğimde bissürü yenilik. Mütercim Asım'a çarşıya gitmiyorlarmış artık, yeni çarşı varmış -son gittiğimde o da yoktu artık çarşı kalmamış her yer AVM olmuş. Bir sürü yeni binalar okullar kolejler, benim lisem en havalısıydı zamanında. Ablam forsu söndü artık Anadolu Lisesi’nin diyor. Yıllar geçtikçe iyice azalıyor ziyaretler, derken açılıyorum bizimkilere... Artık hiç gitmiyorum Antep’e. Kaç sene oldu? 3 ya da 4 galiba. Dayanamayıp gittim geçenlerde. Şehir değişmiş, yüzler değişmiş. Suriyeliler doldu her yana, iyice tadımız kaçtı diyorlar. 25 yıllık evime gidiyorum tekrardan. Pek konuşmuyoruz fazlaca, birbirimize içli içli bakıyoruz, söz boşluklarını ağzımıza lokmaları tıkıştırarak bastırıyoruz, babam bana kebap yapıyor ama pek laf etmiyor onları sokuyoruz boş kalan ağızlarımıza, lahmacunları, etli dolmaları, tatlıları. Anlıyorum onları da, beni sevdiklerini örtük olarak böyle gösteriyorlar. Karnım ağrısa da buruk mutluyum. Çalışma masam duruyor hâlâ, annem dikiş kutusunu falan koymuş üstüne, anlaşılan pek kullanan yok, üst rafında ne var bilin bakalım? Roadstar müzikseti duruyor hala. Ama Özlem Tekin kasedim nerde kim bilir, zamanında yurda götürmüştüm galiba ben onu. Ayrılık zamanı geliyor beni pek sarıp sarmalamıyorlar, ben de onları. Onun yerine İzmir’de yerim diye aldıkları fıstık paketinin ağzını sarıp sarmalıyorlar iyice, biliyorum beni sevdiklerinden yapıyorlar.

Dönüyorum İzmir'e tekrar, yıllardır ertelenen ziyareti yapmış olmanın huzuru var üstümde. Yine İzmir’e döndüm. Tam 34 yıldır bu dünyadayım. Bunun ilk 17 yılı Antep’te, ikinci 17 yılı İzmir’de geçti. Hangi memleketten olduğuma karar veremiyorum artık ben de. Kalbim hangi tarafta atarsa o taraftayımdır, diyorum kendime. Babam ve oğlum filmi geliyor aklıma, ne gidebildim ne kalabildim, diyorum içimden.

Bazen bizim çocukları görüyorum haberlerde, Antep’te eylem yapmışlar LGBTİ'lerle ilgili. Bu çocuklara hayranım, her seferinde içimi sızlatıyorlar, iyi şeyler de olmuş memleketimde diyorum, Zeugmadi var diyorum. Hayal bile edemezdim ben Antep’te böyle şeyler, aferin onlara. Annemgil de görüyor mudur o haberleri, ne düşünüyorlardır acaba?

Sıradan bir İzmir gününün gecesinde film izliyoruz arkadaşlarla, ben yine uyukluyorum. Film bitince eve gitmek için kalkıyorum. Twitter'dan okuyor arkadaşım, Antep’te patlama olmuş. Gece saat 2, şarjım da yok. Düztepe'de olmuş patlama, bir düğünde. Sabah büyük ablamla konuşmuştuk telefonda, düğüne falan gideceğiz dememişti. Düztepe'de de rahmetlik amcamlar otururdu eskiden. Onlar öldükten sonra pek tanıdık kalmadı o tarafta. Eve varınca telefonumu açıyorum. Arayanıbil mesajı geliyor, bizimkiler aramamış. Uyandırmaya da çekiniyorum, büyük ablama whatsapp’tan yazdım ama tek tik’te kaldı, gitmedi. Dayanamayıp küçük ablama mesaj yazıyorum. Yıllardır küsmüştü bana eşcinselim diye konuşmuyordu. Son gittiğimde boynumdan öpüp barıştı ama yine de hala yabaniyiz biraz birbirimize. Bir kere darbe girişimi gecesi mesajlaşmıştık, bir de şimdi yazdım. İyilermiş, hemen cevap yazdı. Uyudum, şimdilik ateşin yakınıma düşmediğine şükrederek. Sonra bugün oldu eyleme gittik, Antep saldırısı için. Sevinç’e doğru yürüyoruz arkadaşlarla. Ben sinir bozukluğumu espriye vuruyorum yine "antebin hamamları / salınır külhanları"yı solcu ritmiyle sloganlaştırıyorum, onu söylüyorum yol boyunca az sesli, kimseler duymasın diyorum. Onlar ellerini yumruk yapıp bağırarak zalimden hınçlarını alıyorlar, ben de geyik yaparak. Ama benim de onların da eli boş, biliyoruz hepimiz. Bir mizansene dönüşüyor gözümüzde her şey.

Eylemden önce, sabahleyin, büyük ablamı aramıştım. Bir plan yapın dedim ona, oralar artık güvenli değil pek. Biz Konya’ya gideriz belki, dedi. Ben de annemler de istiyorlarsa İzmir’e gelsinler dedim, asla gelmeyeceklerini bilerek. Başımın üstünde yerleri var, dedim. Bakalım, dedi. Biliyor musun Erdem, dedi, zaten herkes gitti buralardan. Eskiden sokağa çıktığında tanıdık birilerine rastlardın adım başı, şimdi kimseyi görmüyoruz, dedi. Bizimkilere sen iletirsin artık aradığımı dedim, kapattım sonra telefonu.

“ne yapraklar kaldı

ne solmuş çiçekler dalında

leylekler göç yolunda seyretti yitti”

Sonra rüyamı hatırladım dün gece gördüğüm. Doğuda bir yere gitmiştim, Karkamış adı kalmış aklımda. Karkamış diye bir yere gitmiştim galiba. Güz mevsimi gibiydi, soğuğa yakın ılık bir hava vardı. Sonra bir ağacın altında durdum, beyaz çiçekleri vardı, ılık rüzgâr esince hepsi yüzüme döküldü, uyandım. Uzun zamandan sonra huzurlu bir rüya görmüştüm, sırıtarak başladım güne. Bir de lisedeki arkadaşlarla olduğumu gördüğüm rüyaları seviyorum, özlüyorum onları. Sahi Karkamış nerdeydi? Neee Antep’in ilçesi mi? Tabi ya nasıl da unuttun salak! Ama tesadüfün böylesi, pes. Ben hiç görmedim ki Karkamış'ı, nasıl bir yer acaba?

Ah be boktan ergen şarkısı, aptal anılara gittim yok yere. Senin yüzünden! Daha Hande Kader'i hazmedememişken, üstüne bir de Antep. Oldu mu şimdi!

“sebepsiz savaşın izleri

dostların kanayan külleri

durdurmaya yetmedi ki insafsız elleri”

Asi de değilim artık, lisedeki gibi yırtına yırtına da söyleyemem ki şimdi! Hem geç oldu, ev arkadaşım da uyudu, ancak kulaklıkla dinleyebilirim. Hem de uyumam gerek artık, yarına basın açıklamasının haberini yapmalıyım.

22 Ağustos 2016 02:30 / İzmir


Etiketler:
İstihdam