01/04/2014 | Yazar: Emre Dursun

Yalnızca kişisel özgürlüklere yönelik göndermeler üzerinden CHP’ye ‘sol’ diyeceksek, bu vaatler solcular kadar liberalleri, burjuvaları da ilgilendiren özgürlüklerdir.

(Ankara ve Antalya özelinde) CHP ve “sol”
 
Mansur Yavaş’ın, CHP’den Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı gösterilmesinden bu yana, gerçek bir sol olmayan CHP tabanında da, sosyalistler arasında da bir sürü tartışma yaşandı. Yavaş’ın, 80 öncesi solun simgeleşmiş isimlerine yönelik olarak söylediği kimi sözler, geçmişine dair eleştirilere “Hâlâ bunlar üzerinden CHP eleştirisi yapıyorsunuz” diye kükreyen CHP’lilerin bir kısmı tarafından dahi kolay sindirilemedi. Sözde “sindirilemedi”. Pratikte ise, CHP artık bu seçimlerde pragmatizmin zirvesine tırmanmış ve aslında “solun değerleri” denen şeylerle çok da fazla ilgisi olmadığını kesin olarak kanıtlamıştır. Yalnızca kişisel özgürlüklere yönelik göndermeler üzerinden CHP’ye “sol” diyeceksek, bu vaatler solcular kadar liberalleri, burjuvaları da ilgilendiren özgürlüklerdir. CHP tabanında da, sol sosyalistlerden çok bu kesimlerin bulunduğunu biliyoruz.
 
Peki, Türkiyeli sosyalistlerin sadece lafta kucakladığı meşhur “işçi sınıfı”nın taleplerine gerçekte kim hitap etti/ediyor dersiniz? İşte tam bu noktada, sadece CHP özelinde Ankara (Mansur Yavaş) ve Antalya (Mustafa Akaydın) örneklerine bakmak yeterli olacaktır. Çünkü hem Türkiye’deki “solun”, hem de işçi sınıfının karakteri konusunda bu tablo bize, nedense kabul etmeye pek yanaşmadığımız ve hatta reddetmekle de övündüğümüz çarpıcı bir gerçeği gösteriyor: İşçiler, kendi emeklerinden bağımsız figüratif canlılar değildir!
 
“Sola küfreden” Mansur Yavaş’ın “sol” denilen cenahta en üst gelir seviyesine, sağ cenahta ise en düşük gelir seviyesine mensup insanları birleştirdiğini söylemek yanlış olur mu? Sonuç ortada.
 
Ankara Beypazarı’ndaki belediye başkanlığı deneyimine bakın: Müthiş bir istihdam yaratmış. Ev işçisi kadınların dahi, “el emekleriyle” yahut yetiştirdikleri tarım ürünleriyle istihdama katılımlarını sağlamış, ilçeye turizm ve sanayi yönünden tükenmez bir hareketlilik getirmiş. Böylelikle belediye, işlevsiz projeler vaat eden, halktan azade bir kule olmaktan çıkıp, ürettiğini direkt olarak yaşama aktaran ve bu yolla insanların etrafında birleştiği gerçek bir imece merkezine dönüşmüş. “Başkanın”, ilçenin her yerinde elini kolunu sallayarak gezdiği, “işçilerimiz” dediği insanların tezgâhlarından, tarlalarından, sofralarından uzak kalmadığı bir bölge.
 
Neredeyse tüm “partilere gönül vermiş” Ankaralıların, bu nedenle Mansur Yavaş’ta ideolojiden evvel gerçeklik gördüğünü söyleyebilir miyiz acaba? MHP’liler ve AKP’liler bile oy verirken partisine bakmadılar; CHP’liler, daha fazla homurdandıkları halde Yavaş’ın mazisi konusunda, sosyalistler kadar net şerhler koymadılar; o “ilkesel” mesafeyi koruyan sosyalistlerin birçoğu da şu anda Yavaş’la, CHP’nin kodamanları kadar peşinden koşmadığı oyları onunla birlikte gerçek hanelere yazma telaşındalar… Hayat, dayatmalarla mümkün olmayacak bir şekilde, kendi dinamikleriyle teoriden ve parti programlarından bir çırpıda sıyrılabiliyor bazen.
 
Peki, Antalya’da ne oldu? CHP’nin, belki Antalya’daki tabanda biraz itiraz ettiği, genel olarak ise tepki gösterilmeyen ama Antalya halkı tarafından da bir türlü sevilemeyen mevcut başkanı Mustafa Akaydın, yeniden aday gösterildi. 31 Mart sabahı Mansur Yavaş ve onun tüm parti ve ideolojilere mensup “acayip”seçmenleri, Ankara sokaklarında çuval kaçıran arabaları kovalar, polislerin kapısını tuttuğu oy sayım noktalarına baskınlar verirken, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, CNN Türk’te şöyle diyordu: “Ben Antalya’ya son gittiğimde, CHP’li büyükşehir belediyesinin oradaki yoksul kesimleri ihmal ettiğini, AKP’lilerin yoğunlukta olduğu köylere ve beldelere hiçbir şekilde hizmet götürmediğini gördüm. Antalya halkı da bu şikâyetleri dillendirdi. Mustafa Akaydın şehirde bir dönem sonunda büyük bir tepkiyle karşılanan bir adaya dönüştü.”
 
Neydi peki Akaydın’ın “zoru”? Başbakan’ın “bunlar”ından ne farkı vardı bu tavrın? Sözde “sola hiç küfretmemiş” ama bunca elitizm içinde kendi varlığı bile küfre dönüşmüş bir insanın, Mansur Yavaş kadar ikram görmemesine şaşırdınız mı? Peki, “işçi sınıfı” diye sadece kavramdan ibaret bir şeymiş gibi anıp geçtiğimiz kesimlerin kendilerine ait bir emekleri, bunun karşılığını layıkıyla (hani kullanmaktan pek hoşlandığımız  gibi: “insanca”) görerek kurdukları bir damları, “ekmek götürmek” zorunda oldukları bir aileleri olduğunu görmezden gelen salt “teorik” solun; işçilerin, yoksulların insanca yaşam koşullarını geliştiren kimi “sağcılar” kadar çekici olmamasına şaşırdınız mı?
 
Seçim sonuçlarının tipi az biraz belirginleşmeye başladığı andan itibaren, Ömer Hayyam’ın şu dizeleri dolaşıyor her yerde: “Celladına aşık olmuşsa bir millet, / İster ezan ister çan dinlet. / İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet, / Müstehâktır ona her türlü zillet.” Oysa sizin, bizim, insanların yaşam koşullarından asla haberi olmayan ve ilk fırsatta halkın yarısına aptal demeye hazır tüm kesimlerin göremediğini görebilen Mansur Yavaş gibi insanlarda, o “aptal halkın”, “faşist yığınların” çoğu da, ideolojik olarak durduğu yeri bile sorgulamaksızın destek verilecek bir yakınlık görüyor. “Taban genişletmenin”, hatta genişleyen o tabanın içindeki aşırılıkları dahi dönüştürebilme fırsatının bundan daha iyisini ben şahsen göremiyorum.
 
Halkların realitesine en gerçekçi yaklaşımı sergileyen BDP/HDP içinde bile, CHP’nin pragmatizminin eleştirilmesini aşıp, Mansur Yavaş’la alay etmeye kadar dayanan bir dil kullanıldı. Şu anda Yavaş’ın oyları peşinde koşan insanların arasında HDP’nin seçmenleri de var. Bence bu da sadece Melih Gökçek nefretiyle açıklanamaz. İnsanlar, emeği, çaba ve çalışmayı ölümüne hiçe sayacak kadar da kör değiller.
 
Biz sosyal medyada, parti merkezlerinde, kulelerde “aptal halkın”, olur da boş anlarına denk gelirse tercih edeceklerini umduğumuz soyut projeler, kopuk teoriler arasında kaybolmuşken, onlar, yaşamlarında da bir karşılığı olan hakikatleri kapılarına kadar götüren insanları dinlemeyi ve yine onları desteklemeyi elbette tercih edecekler. Üstelik burada, biz “yenilirken” karşımızda bir “kapitalizm zaferi” bile söz konusu değil. Zaten Mansur Yavaş ve Mustafa Akaydın karşılaştırmasını da bu nedenle yaptım.
 
Çünkü dikkat edin, Antalya gibi, Beypazarı’ndan kat be kat daha fazla alana ve imkâna sahip bir yerde dahi onca idari kudret ve bütçe ile halk desteğini sağlayamamış biri varken; ekolojik semt pazarında domatesini satıp evine para götürebilen kadın Beypazarı’nda olduğu gibi, Ankara Büyükşehir’de de Mansur Yavaş’ı tercih ediyor. Yüzde yüz doğal ürün, yüzde yüz doğal destek!
 
Demek ki, bizim Hayyam’la aşağıladığımız “aptal halk” da bize bir Hayyam dizesiyle karşılık veriyor aslında: “Bahçemizin halinden, baharımı kıyasla.”    

Etiketler:
İstihdam