03/09/2009 | Yazar: Ece Dorsay

Alışveriş merkezlerinden geçilmeyen şehrimde, eve bir şeyler almak için mecburen Migros’a gittim… Ama eve dönerken bitkindim.

Alışveriş merkezlerinden geçilmeyen şehrimde, eve bir şeyler almak için mecburen Migros’a gittim… Ama eve dönerken bitkindim. Yaya olduğum halde üzerime üzerime gelen jeep’lerden, sıra sıra dizilmiş ürünlerin parlak paketlerinden, borsacı tipli adamların bitmek bilmeyen öfkesinden, burası niye açılmış dedirten fitness salonlarının işkence aletlerine benzer iş makinelerinde terleyenlerden, hepsinden genel olarak boğulduğumu hissettim ve evden niye az çıktığımı tekrar anladım… Eve gelir gelmez Antony Hegarty’den Soft Black Stars’ı açtım ve derin bir nefes aldım… Tek kişilik dünyamdaki hüzün bile çok daha asil ve güzeldi… 

Kendimi bildim bileli doğayı sevdiğim için, üniversitemin manzaralı kampüsü bile şehirden biraz olsun uzaklaşmama sebep oluyor. Beri yandan yaz konserleri bu sene ilaç gibi geldi. Özellikle Leonard Cohen’in beni adeta uçan halılarla, içimdeki engin diyarlara götüren melankolisi, şahit olduğum inanılmaz hisler listeme yazıldı bile… Hatta kalbime kazındı.
 
‘In my secret life’ adlı parçasını dinlemek için sabırsızlıkla nefesimi tutmuş beklerken birden parçaya yumuşak bir üslupla başlaması bu yazın unutulmaz anısıydı benim için. Bize masallar anlattı Cohen, hüzün bulvarının zarif kapılarını açtı, kırık kalplerde tamirat yaptı ve usulca selam vererek gitti. Aldığı bol alkış ve gördüğü büyük ilgi, seyirciye verdiklerinin yanında bir detaydı sadece… ‘Minik orkestram’ derken ne kadar da mütevazıydi… Ama müzisyenlerini tek tek yücelterek sundu her birini… Şiirsel sözlerle de kısaca tanıttı hepsini… Harikaydı. Dizlerinin üstüne çöküp sanat eseri gibi duran Fas halılarının üstünde Hallelujah diyerek yarı küskün ve buruk seslenişi kalbimin en derin yerinde iz bıraktı. Jeff Buckley’i anma gecesinde Peyote sahnesinde gözlerimi kapatarak çalıp söylediğim ve hep bir ağızdan bana eşlik edilen Hallelujah performansımı tekrar yaşamış gibi hissettim. Bir masaldı Cohen konseri…
 
Üç saate yakın sürmesine rağmen tadı damağımızda kaldı. Müzik yolculuğumda, beni yarı yolda bırakan bazı ‘müzisyen’lerde bile asla göremediğim tevazuyu, bu kadar büyük sanatçılarda görünce neden ‘büyük’ olduklarını daha iyi anlıyorum. Feyiz alınası… ‘There is a crack in everything that’s how the light gets in’ derken tok sesiyle, derdimi özetledi asaletle…
 
Facebook, bu aralar tanıtım ve iletişim aracı olarak hem kafamı hem de vaktimi alt üst etmiş durumda… Güzel bir paylaşım sitesi olabilecekken, durdurulamaz bir video bombardımanı olması ve insanların artık yalnızca online haberleşmeye doğru kayması, iletişime faydadan çok zarar getirmeye başladı kanımca. Kişisel profil status’üne, anlık hislerini yazıp ilan etmek bazen bir haykırış gibi gözükse de çoğu kez dikkatlerden kaçan sığ bir sayıklamaya dönüşüyor. Her şeye rağmen, teknolojinin her ürünü gibi, doğru ve yerli yerinde kullanıldığında faydaları büyük. Özellikle duyuru yapmak, yeni işlerini tanıtmak isteyen sanatçılar, dernekler için… Tek problem, gerçek hayatta da olduğu gibi burada da art niyetli insanların uç düşünceleri adına ırkçı, faşist ve ayrımcı gruplar açması. Şiddet içeren grupları şikâyet etmek tek bir tıkla mümkün ama uzun süre sonuç alınamıyor. Duyduğum kadarıyla çok sayıda insanın, Facebook yönetimine şikâyette bulunması gerekiyor ki yıkıcı gruplar kapatılabilsin… Sonuç olarak insan psikolojisi faktörü, teknolojik ilerlemede bile karşımıza çıkıyor: Yapıcı insanların olduğu yerde teknoloji de bundan nasibini alıyor ve faydalı bir iletişim aracına dönüşüyor ama eğer art niyetli insanlar varsa, insanları birbirinden koparmak, bütünlüğü bozmak ve genç zihinlere zehri yaymak amacıyla teknoloji bir düşmana dönüşüyor. Ekşi sözlük örneğindeki gibi… Gerçek eleştiri değil öfke dolu kişisel hesaplar var. Kendime hep tekrarladığım gibi: Her şey dozunda kullanıldığı zaman güzel. Antik Yunan kültüründeki söz geliyor aklıma: ‘Golden Mean’ yani ‘İdeal Ölçü’.  Teknolojiyi yalnızca yapıcı işlere araç olarak kullanmak gerekli ama maalesef herkesin kapılıp gittiği bir şeye insan alışıveriyor, bazen farkında bile olmadan…
 
‘Facebook’a gelsene sana acayip bir video yolladım’ diyen arkadaşlarınız varsa onlardan ve anlık merakınızdan ihtiyatla sakınınız. 
 

Etiketler: medya
nefret