24/03/2011 | Yazar: Süreyyya Evren

Nedim Şener-Ahmet Şık skandalı Türkiye'de ilk önce iktidarın niteliğini belirsizleştirdi.

Nedim Şener-Ahmet Şık skandalı Türkiye'de ilk önce iktidarın niteliğini belirsizleştirdi. Şener ile ve Şık ile dayanışma amacıyla kaleme alınan, olayın takipçisi olmaya özen gösteren metinlere baktığımızda Türkiye'de muhalif olmanın eskiden olduğu gibi gene acımasız, kuralsız, kendi baskılama mantığı dışında hukuk mantığı tanımayan bir yapıda işlediğinden sıklıkla yakınıldığını görüyorsunuz. Ama bir belirsizlik, bir karışıklık da var. İktidar el değiştiriyor, mağdur olan zalim oluyor, ama kimi zalimler her iktidar döneminde zulümden pay alabiliyorlar, en tutarlı zalimler bunlar, kimileri daha tutarsız, bir kazanıyorlar bir kaybediyorlar, iyinin ve kötünün yeri sürekli değişiyor, söz almak güç, her şey sözünüzü ele geçirebilir durumda. Lukaşenko rejiminin kurbanları olsak kötünün niteliği de kimliği de yeri de belli olacak. Bizdeyse, kötü, sürekli kimlik değiştiriyor, yer değiştiriyor, iyinin kötü ile ilişkisi karanlık. Sisteme direnen kültürlerde sisteme direnişiyle ikonlaşmış figürler olur, bunların bir kısmı ağır bedeller öder, bir kısmı belki o kadar acı çekmez ama her zaman kontrol altında yaşar. Ve onlar birer referans noktası oluştururlar. Sistemin niyeti bellidir, onların da niyeti bellidir. Bu niyetler savaşmaktadır. Kişiler de bu savaşa bakar ve kendi konumlarını alırlar. Halbuki bizim içine çekildiğimiz güvensizlik ikliminde bu tip referans noktaları kalmadı. Herkes sürekli güvendiği dalların eline gelmesinden şikayetçi. Bir ara bu güvendiği dalların eline gelmesi durumu sadece birilerinin ulusalcılaşması şeklinde yaşanıyordu, şimdi daha çeşitli yaşanıyor. Önemli figürler bir bakıyorsunuz akıl almaz pozisyonlar almış. Normalde Ahmet Şık tutuklandığında memlekette sol namına kim var kim yok aynı yerde durması gerekirdi. Ortanın solu ve sol liberal dahil. Çok karmaşık bir mesele değil çünkü bu, bir ülkede özgürlüklerin baskılanması kriterleriyle baktığınızda. Fundamental bir kriz. Ama öyle olmuyor. Birileri sürekli uzaklaşıyor. Wakefield Poole'un Boys In The Sand (1971) filmindeki gibi, denizden çıkagelen kahramanlar kumsalda kalırken kumsaldaki kahramanlar denize doğru yürüyerek gidip gözden yitiyorlar... Ve kumsalda kalan kahraman denizde yitenin pantolonunu gömleğini sahilden toplayıp giyiyor ve aramıza karışıyor...
İşte bu durumda iktidarın yeri tartışmasının tam zamanı diyebilir miyiz?

Sözgelimi Ahmet Şık'ın kariyerine baktığımızda egemenlerin adaletsizliklerinin ve kirli işlerinin takipçisi bir gazetecilik tecrübesi görüyoruz. Ancak tek bir ideolojiyle veya tek bir iktidar tipiyle, tek bir belirli egemenlik kulübüyle mücadele ettiğini söyleyemiyoruz. Mücadele ettiği, deşifre ettiği makamlar sürekli değişiyor. Hatta kendi çalışma koşullarını da yalıtmadığından çalıştığı gazeteler de mesela özgürlük mücadelesinde karşısına çıkmış kurumlar arasında olabilmiş. Şimdi bu toplama baktığınızda şunu görüyorsunuz: 'iktidarın yeri' sabit, Ahmet Şık'ın o 'yer'e karşı pozisyonu da sabit; ancak 'iktidarın içerimleri' sürekli değişmiş, değişmekte.

Nedim Şener'in dışarı çıkması tehlikeli iken hakkında çalışma yaptığı hayali ihracat fenomeninin serbest kalması gibi sahneler skandalı daha da büyütüyor. Aynı dönemde Üzmez de çıktı, Hizbullah tahliyeleri de oldu. Öte yandan KCK davalarına karşı takınılan tutum da akılda. Bütün bunlar iki şey söylüyor: birincisi bugünkü iktidarın içerimlerini gösteriyor bize, nasıl bir iktidarla karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. İkincisi 'iktidarın yeri'nin Türkiye'de hiç değişmediğini, içerim kadar bu yere ve işleyişine de bakmak gerektiğini öğreniyoruz. İktidar Türkiye'de, her zaman olduğu gibi, kendi içerimlerini bu yolla dillendiriyor. Bütün bu tutuklamalar ve salıvermeler Türkiye iktidarının dilidir, tipik konuşma biçimidir. Böyle sesleniyor halka (ve muhalefete) Türkiye'de iktidar. Siyaset kültürümüz bu.

Tam da bu yüzden Ahmet Şık'ın tutuluşu yüzümüze çarpan büyük bir olay: belirli bir içerimin siyasetini yapmış biri olmadığı için, onun yerine araştırmacı gazetecilik kategorisinin gereğini tam yerine getirerek, 'iktidarın yeri'ni ısrarla sorgulamış biri olduğu için Şık'ın susturulması bize katıksız bir 'iktidar tarafından susturulma tadı' veriyor. Soner Yalçın veya diğerlerinin yaşadıkları süreçlerdeki benzer problemlerin aynı derecede şok edici olmamış olması normal, bunu kişisel almamalılar. 28 Şubat gecesi odaları değiştirilenler bir intikam oyunu içerisinde bir yere oturtulabiliyorlardı ve iki içerim birbiriyle çatışıyor görüntüsü doğabiliyordu. Şener-Şık skandalında ise verilen mesaj başka: tam da dokunan yanar mesajı, ama neye dokunan yanar, iktidar sobasına! Bugün F olur yarın Q olur, ama memleketteki sistem sabit mesajı verdi bize. Bir tür ümitsizlik duygusu vermesinin sebebi de bu. Ancak aynı noktadan tersine de katlanabilir: Şık'ın yaptığının çok doğru bir iş olduğunu da gösteriyor bize. İktidarın yeri ile dolaysızca uğraşmanın son derece etkili bir yol olduğunu, araştırmacı (aslında sorgulayıcı) gazetecilik disiplininin nasıl önemli bir disiplin olabildiğini, nasıl teşhir edebildiğini gösteriyor.
Günün politik meselesi bize seslenen iktidara cevaben ne denileceğidir elbette. Ama daha uzun vadeli bir mesele de sobasız bir eve ne zaman geçebileceğimiz meselesi...

MECLİS’TE EŞCİNSEL KOTASI
Seçimden önce madem kotalar gündeme geliyor eşcinsel (veya LGBTT) milletvekili kotası için de bastırmak anlamlı olabilir mi acaba? Ayrıca olabilecek en evlilik yanlısı hükümet değil mi bu, eşcinsel evliliklerini ve diğer sosyal hakları düzenleyecek bir adım için harekete geçmenin tam zamanı belki de...

İyi de eşcinsellik hastalıktır vs diyen homofobik bakışlarla bu iş nasıl olacak derseniz aktivistlerin hesabı genişlettiklerini hatırlatırım. En son Sandra Jeppesen'in işaret ettiği gibi, 'homofobi' ifadesi aktivistler arasında büyük ölçüde terk edilmiş durumda; homoseksüellikten korkmanın veya homoseksüelliğe karşı fobi geliştirmenin meşru psikolojik sebepleri olabileceği iması dolayısıyla 'homofobi' ifadesi başvurulmaz olurken 'heteroseksizm'in altı çiziliyor. Heteroseksizm için de heteronormativite ideolojisinden kaynaklanan baskının formu deniyor.

Giderek artan kadın cinayetlerinin ve tecavüzlerin ortasında, kadın haklarının iyice daraldığı bu momentte heteroseksizmin rolünü de teşhir etmek ve olası zorlamalar için denemelerde bulunmak mantıklı olabilir. Tabii eşcinsel evliliklerini, sisteme dahil olmalarını, işe girebilmelerini, çocuk sahibi olabilmelerini vs savunmanın sonunda askere gidebilmelerini savunmaya kadar giden bir 'homonormativite' oluşturduğu eleştirisini de anlıyorum. Ancak Türkiye'de sıkıntımız bu değil sanki şimdi...


Etiketler: yaşam, siyaset
nefret