29/12/2015 | Yazar: Cihan Dağ

Bu ülkede kimlerin başı ağrıyor peki? Kimlerin ağrımıyor? Bizim taştan yastıklarımız kimlere kuş tüyü?

Derin mevzular bunlar. Aklımız yetmez bizim. Büyük oyunlar, torpilli bir yarış. Nefesimiz de yetmez, yeteneğimiz de.

Gerçekten öyle mi?

Korkuyoruz yüksek sesli konuşmaktan. Şişiyoruz yavaş yavaş içimize atmaktan. Bir telefon geliyor Diyarbakır’dan:

“Burada durumlar kötü, ne desem ki? Dönülmez bir tufanın ortasındayız. Ses verin”

Bu ülkede acıya duyulan kayıtsızlık, acının kendisinden daha beter acıtıyor. Ne kadar yakınırsak yakınalım acı geçiyor, ama kahrolası yalnızlık duygusu, üstü başı yırtılmış o kardeşlik duygusu hiçbir yere gitmiyor.

Paris Katliamından sağ kurtulan birine Ankara katliamından sağ kurtulan biri mektup yazmıştı:

“Sizi kıskanıyorum. Böyle bir felaketin ardından tek vücutsunuz. ‘Kimse size iyi ki öldüler’/ ‘Kendi kendilerini patlattılar’ / ‘Ankara merkez patlıyor herkes’ gibi aşağılayıcı şeyler söylemiyor.  Kimse ölülerinizi saygı duruşunda yuhalamıyor.”

Ne acı… Ne baş ağrısı…

Babaannem derdi sürekli: Serê min diêşe (Başım ağrıyor). Kızardım, ne bitmez bir baş ağrısıymış bu diye. Dikkat çekmek istediğini, tüm yakınmalarının bir ilgi toplama gayreti olduğunu düşünürdüm. Yaşlandıkça silikleşen bir karakter olmanın üstesinden böyle gelmeye çalışıyordu sanırım.

Lakin hastalandı, giderek unutmaya, yolunu kaybetmeye başlamıştı.  Hastalığı ilerledikçe bir şey fark ettim, artık başım ağrıyor demiyordu. Son yıllarda bu geçmez baş ağrımı düşününce babannemin baş ağrısının unutmaya başladığında geçtiğini anladım. Unutmak, umursamamak ağrıları dindiriyordu.

Bu ülkede kimlerin başı ağrıyor peki? Kimlerin ağrımıyor? Bizim taştan yastıklarımız kimlere kuş tüyü?

Medyanın dört bir koldan çevrelediği bir güruh gazetelerden aynı manşetleri okuyup aynı öfkeyi kusarken biz başı ağrıyanlar derdimizi kime nasıl anlatacağız?

Çevremde “artık ortalık kötü” diyen insanların endişeyle kendi öz savunmalarına kafa yorduklarını görüyorum.  Kalabalıklardan korkan insanlar, yapabileceği bir şeyin olmadığını düşünerek gözünü kulağını kapatanlar… Protestolarda aynı yüzler, sloganlarda aynı sesler…

Erdal Eren’in son bakışlarının etkisinden daha çıkamamışken, bunca çocuk, bunca kadın, bunca genç… Akbabaları bile aratan ölü sürükleyiciler… Unutmak, bu baş ağrısından kurtulmak zor olacak.

Ama inatla barışa yürüyenler, barışı söyleyenler, barışı çizenler var. Onursuz bir barışı reddedip direnenler var.  Parça parça da olsa sesini yükseltenler var. Diyarbakır’da onca saldırıya rağmen hala binlerle Sur’a yürüyen bir halk var.

İyi ki varlar!

Onların bu çabası bir gün Tahir Elçi’nin, Nihat Kazanhan üzerinden bütün Kürt çocukların, Roboski’de yitirdiklerimizin ve bu toprakları kanıyla sulayan tüm mazlumların hesabını soracak eminim. Ve bu katlanılmaz baş ağrısı o gün geçecek.  


Etiketler:
nefret