10/02/2015 | Yazar: Remzi Altunpolat

Prozit şerefe prozit... Şerefe Müzeyyen abla...

Kafayı çekip çekip her dinlediğimde açılan, şerhan şerhan kanayan yaralar; uzun ve muhtemelen güzel bir ömrün yaprakları arasında bize kalan şarkılar, gidişiyle öksüz bıraktığı, şimdi daha bir buruk şarkılar. Rakı masası var mıdır bilinmez öte alemde ama hani bir şarkısında diyordu ya: Prozit şerefe prozit... Şerefe Müzeyyen abla...
 
İlk nerede dinlemiştim, nerede karşılaşmıştım. 1990’ların başında Ayşe Egesoy’un sunduğu cumartesi gecesi programlarından biriydi galiba. Keklik’i söylüyordu yine, “Ağlarım ben kekliğime...”.
 
Anneme sormuştum kim bu diye?
 
- “Türk Sanat Müziği’nin en eski, en meşhur şarkıcılarından. Assolist. Önce ağlamaklı şarkılar söyler, sonra neşeli şarkılara geçer...”
 
Zihnimde bir yer işgal etmesi onunla. Sonra 70’lerden iki filmde karşıma çıkıyor. Perihan Savaş’ın ve Sezercik’in oynadığı bir filmde konuk oyuncu - hani Perihan Savaş’ın şu meşhur “Ben dünyanın en gözel garısıyam repiliğinin geçtiği film-.
 
Bir başka filmde yine konuk oyuncu. Sadri Alışık, Arzu Okay, Yusuf Sezgin başrollerde; “Sevgili Hocam.” Sadri Alışık’ın İlhami Algör’ün sözleriyle yine ağladığı, yine üçüncü şahıs olduğu, yine gidici bir kadını sevdiği, bu gidişin bir mecburiyet gibi durduğu filmlerden biri- Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku. Hep aklımdaki bir soru: İlhami Algör o çok sevdiğim romanını yazarken aklına Müzeyyen Senar gelmiş midir acaba?- Filmin son sahneleri, Müzeyyen söylüyor: “Hicran Hastasıyım, yapayalnızım”.
 
O yaşlardaki çocuk aklım ne kadar üzerinde durdu bilmiyorum. Ben de asıl yer etmeye başlaması Muhsin Bey filmiyle olmalı. Filmin jeneriğinde Müzeyyen Senar’ın sesi. “Ağlamakla İnlemekle Ömrüm Gelip Geçiyor.” Türk Sanat Musikisine meftun eski inceliklerin insanı, “demode” Muhsin bey/Şener Şen’in rüyasında bu şarkıyı icra ederken gördüğü -Şermin Hürmeriç’in canlandırdığı- Müzeyyen Senar. Filmin bir karesinde Muhsin Bey hüzünlü, kırgın bir sesle şöyle diyordu: “Hani seninle Müzeyyen’i dinlemeye giderdik eski günlerde.” İşte o zaman meftun olmuştum bu sese.
 
Sonra üniversitenin ilk yıllarında- internet bu kadar yaygınlaşmamışken, hatta varlığından bile haberdar değilken- Kalan Müzik’in çıkardığı bir albümde dinlediğim soprano sesiyle genç Müzeyyen Senar. Gelsin eski kayıtlara ulaşma arzusu.
 
50’lerden başlayarak şarkıları bozarak, külhani edayla söylemeye başlayan Müzeyyen, sesiyle ve tavrıyla bir tür hünsa. kuşkusuz döneminde daha güzel sesler olduğu da söylenebilir. Mesela; Sabite Tur Gülerman. Hem daha duru sesiyle, hem de klasik eserler de dahil şarkıları usulüne göre okuyuşla kuşkusuz Müzeyyen Senar’dan daha öndeydi. Ama işte Müzeyyen Senar’ı Müzeyyen Senar yapan, diva yapan da buydu, üslubu.
 
Onun hünsa sesi ve üslubu Zeki Müren’i, Bülent Ersoy’u ve daha birçok sesi doğurdu- Cemal Süreya’nın deyimiyle Cumhuriyet döneminin en doğurgan sesi- En kalbî sesti o. Her söyleyişinde yüreğinizin bir yerinden yakalayan, bir yerlerinden vuran bir ses. Şu hayata her kahrettiğimde sesinde teselli bulmaya çalıştığım varlık. Kafayı çekip çekip her dinlediğimde açılan, şerhan şerhan kanayan yaralar; uzun ve muhtemelen güzel bir ömrün yaprakları arasında bize kalan şarkılar, gidişiyle öksüz bıraktığı, şimdi daha bir buruk şarkılar. Rakı masası var mıdır bilinmez öte alemde ama hani bir şarkısında diyordu ya: Prozit şerefe prozit... Şerefe Müzeyyen abla... Düşlerimde dönülecek zamanlara ya da hiç yaşanmamış/yaşanmayacak anlara ağıtlar yaktığım yolculukların kadını. 

Etiketler: kültür sanat
İstihdam