06/06/2013 | Yazar: Ozan Uğur

Yazmaya başlamadan önce çok düşünüp çok ağladım. Gözyaşlarımı görmediniz ve duymadınız. Zaten gözyaşlarımı da silah olarak kullanmaya pek niyetim yok. Bu mektubu size gönderir miyim inanın hiç bilmiyorum. Bu nedenle şimdi sadece bildiklerimi yazacağım.

Sevgili Annem ve Babam,

Yazmaya başlamadan önce çok düşünüp çok ağladım. Gözyaşlarımı görmediniz ve duymadınız. Zaten gözyaşlarımı da silah olarak kullanmaya pek niyetim yok. Bu mektubu size gönderir miyim inanın hiç bilmiyorum. Bu nedenle şimdi sadece bildiklerimi yazacağım.

Sizler beni ve kardeşlerimi her zaman iyi birer insan olarak yetiştirmeye çalıştınız. Bunun hep bilincindeydik. Zaten ilk verdiğiniz şey bilincinde olmak oldu. Ama siz bazı şeyleri görmediniz duymadınız. Bunun için sizleri asla suçlayamam. Terli alınlarınızdan, nasır tutmuş ayaklarınızdan ve kırışmış ellerinizden hep bir emeğin yani dünyadaki tek kutsal şeyin kokusu gelirken bunu yapamam. Çocuklarınız için her zaman daha rahat ve daha iyi bir yaşam istediniz. Yaşamayı, insana insanca bakmayı gösterdiniz. Bunları gösterirken hiç usanmadınız. Kolay kolay bir fiske bile vurmadınız. Yeri geldi sinirden uyumadınız, kendinizi kaybettiniz, bağırdınız ama hep sonrasında canınız yandı ki bizim de canımız yanardı. Artık büyüdük. Bir şekilde kendi yaşamlarımız hakkında karar verebilecek yaşa geldik ve yaşıyoruz da. Tabi ki sizsiz olmaz bu yaşam. Sissiz bir yaşam ancak hissiz bir yaşam olabilir, hiçsiz bir yaşam… Size ilk defa sizleri nasıl sevdiğimi maalesef ki çok geç söyleyebildim. 20. yaşımın sonlarında… Şimdi 21 yaşındayım. Bu mektubu yazarken henüz doğum günüm kutlanmamıştı. Ama elinize geçtiğinde ben çoktan 21 yaşına girmiş olacağım. Artık o sarışın toparlak kırmızı montlu bebek olmayacak. Artık uzun boylu, zayıf esmer çocukta yok. Hani o her şeyde evi terkeden korkusuz aptal var ya liseli yıllarındaki, o çocuk artık yok işte. Artık kocaman kıl yumağı gibi bir çocuk var. Ama hep “ayıcık, bozo” olarak kalacak o çocuk. Daha doğrusu sizin için bir çocuk, kendisi içinse hayatın gerçekleriyle uzun zamandır yaşayan bir adam. Bugünlerde o kadar çok dert ile uğraşıyorsunuz ki… Bir yandan Sezin’in durumu, diğer yandan maddi sıkıntılar, Selin’in geleceği konusundaki endişeler, Mustafa’nın askerliği bitince ne olacağına dair düşünceler ve tabi ki yıllardır hiç bitmeyen bir biçimde süren “Ne olacak bu Ozan’ın hali?” sorusu… Ama inanın bana boşuna endişeleniyorsunuz. Çünkü sizler çocuklarınızı yetiştirirken onlara içi boş bir sevgi değil, emek ve yaşama tutunma hallerini de öğrettiniz. Ne olursa olsun vazgeçmemeyi... Hani bazen kızıyorsunuz filan ya (biliyorum ki korkudan o kızgınlık) devrimcilik yapıyoruz diye, kızmayın. Çünkü bu güzel olan. Bu emek vermek, bu hayallerinin peşinden vazgeçmeden gitmek, bu insanca bir yaşama duyulan özlemden. Sevmelerin, sevilmelerin yasak olmadığı bir dünya olabilsin diye bu, artık insanlar oldukları şey yüzünden öldürülmesin diye hep, artık emekten başka kutsal bir şey olmasın diye hep. Hep o güzel yürekli yiğitlerin 17’sinde, 21’inde 24’ünde uğruna ölümlere gidip geldiği güzel dünya için. Uğruna hapislerde yatılan, sırtından bir kurşunla vurulup bir köşe başında kimsesiz ölüp gidenler için. Deniz’i hiç göremeyenler için tüm bunlar… Kızmayın siz öğrettiniz güzel olana emek vermeyi. Yanlış da eksik de olsa bizim kararlarımız bunlar. Bugüne kadar sevdikleri için öldürülenler var ya en çok ta onlar için.
Dünyanın ne kadar kirli ve iğrenç bir yer olduğunu düşündüğümüzde bunun sebebi ne devrimciler ne de oldukları şey olarak yaşamayı tercih edenlerdir. Ahhh sizler, güzel yürekli insanlar, annem babam, yüreği ve elleri emek kokan sizler işte bu yüzden kendim olmaya çalıştım ben hep… Şehrin ışıkları altında da yürüdüm varoşların karanlığında da. Olduğum şey için tehdit de edildim red de… Ama sevmekten vazgeçmedim ben. Okumak ağır gelecek belki. Belki okumayacaksınız bile. Ama umarım okursunuz da görürsünüz duygularımı… 

Evet ikinizin de bildiği gibi ben bir EŞCİNSEL’im. Korkunç gelmesin bu kelime. Kötü bir şey değil ki. Sadece seviyoruz biz de diğer tüm insanlar gibi. Bilmiyorum sevmeye hiç fırsatınız oldu mu… Yoksa öylece evlenip sevgili gibi mi yaptınız. Sonra da çocukların derdine düşüp bir geçim sıkıntısıyla mı geçti ömürleriniz. Bilmiyorum. Bilmediğim için tepkiniz ne olursa olsun kızmayacağım size. Ama ne hastalık ne günah hissettiklerim. Hislerim beni ben yapıyor. Kimsenin malını gaspetmiyorum, kimsenin yaşam hakkında gözüm yok, emeği sömürmüyorum, haksızlık yapmıyorum kimseye... Ben sadece seviyorum. Sizin pek dinlemeyi tercih etmeyeceğiniz bir sanatçı John Lenon bir sözünde diyor ki “dünyada bu kadar pislik varken insanların birbirini sevmesinin bir suç olmasını anlayamıyorum”. İnanın ben de anlayamıyorum. Sevmek nasıl suç olabilir ki? Sapıklık sapkınlık hastalık değil. Karşılıklı rızanın olduğu bir sevme biçimi nasıl sapkınlık olabilir. İki yetişkin birbirini sevme hakkına sahiptir sonuçta. Ben hep direndim. Bir dönem kendime ve duygularıma direndim. Hayatıma kadınları almayı da denedim. Ama sonra sevmek nasıl suç olabilir diye düşündüm. Bunu düşündükten sonra aileme, yoldaşım dediğim insanlara ve topluma direndim. Homofobiye direndim. Birbirini seven hemcinslere yöneltilen bu nefrete direndim. Aileleri tarafından sırf sevdiği için katledilen çocuklar için direndim. Gizli saklı kimseye hatta size bile duyurmadan yaşamaya devam edebilirdim. Ama susmak, kaçmak bana yaraşmaz. Ben böyle görmedim. Zulme ses çıkarmamak zalimliğin kendisiydi. Ben kültürümde bunu gördüm, insan olmanın gereğinde de bunu gördüm. Sizin çocuklarınız vardı, onlara zarar gelmesin diye belki yıllarca bazı şeylere sustunuz, belki alanlarda birlikte omuz omuza olamadık ama ben hep alanlarda oldum. Ne zaman ki anladım sevmek birler hanesinden çıkıp binler hanesine katılmaktır bir buğday tarlası misali işte o zaman yaşamaya karar verdim. Ölümü düşünmeyi bırakıp umudu ve yarını düşledim hep. Biliyor musunuz yarına dair kendimle ilgili hiçbir hayalim yok. Bir tane hariç… 

O hayalde bir masa başında oturmuş büyük ailemiz. Kız kardeşim, bıcırık büyümüş artık. Güzel kara gözleri yine neşe kaynağımız. Sonra abim eşiyle ve belki de çocuklarıyla, sonra Sezin o her zaman ki Sezin işte. Geveze ama duygulu. Öyle derin öyle esmer yürekli usul boylu o çocuk… Sonra siz ama hiç yaşlanmamışsınız biz büyümüşüz ama siz kalmışsınız öylece. Bir bağlama furyası birlikte söylenen türküler filan… Ama bu resimde beni asıl ilgilendiren, bu hayali asıl benim hayalim yapan kare; ben benim olduğum gibi ama siz siz değilsiniz aslında o resimde. Siz artık beni olduğum gibi kabul etmiş hatta anlamışsınız. Hatta benimde sevdiğim yanımda. Sizlerle büyük ailemle oturuyor. Hep birlikte öylece yemek yiyip türküler söylüyoruz. Ne yadırgayan bakışlar var ne de bir kırgınlık bir kızgınlık aramızda. İşte yarın içinde olursam bu resmin, bu büyük aile resminin böyle olsun isterim. Biliyorum çok zor sizin için. Ama imkansız değil ya benim güzel büyük ailem. İmkansız değil ki sevgiyi kabul etmek sevmelere alışmak. Bu iğrenç dünyada nelere alışıyor insan buna mı alışmayacaksınız. Haa anlarım, alışmam derseniz ben sineye çekerim. Ama kendimle ilgili tek bir hayalim var o da böyle olsun isterim… Oldu oldu, olmazsa uzak bir kentte kendi yaşamımı kurar yılda bir iki defa sırtımda yalanlarla gelirim evinize. Elinizi öperim, o çocukken bize hiç kalkmayan kalktığı zaman da sızlayan ellerinizi, bizi okşayan o emek kokan ellerinizi öperim. Yüreğinizi öperim, gözlerinizden. Ama senede birkaç defa o kadar. Çünkü kendi yaşamımı kurmam gerekir. Hiç te kızmam yadırgamam. Ama isterim ki her şey daha güzel olsun. İsterim ki daha yalansız olsun hayatımız. Keşke öyle olsa…

Korkmayın böyle olmasa da yaşarım ben. Sizin yanınızda ben olmadan da yalanlar söylerek, yıllarca yaptığım gibi… Sizin de benimle ilgili hayalleriniz vardır bilirim. Ama olmayınca olmuyor ne yapacaksın. Belki hepimiz için öylesi daha kolay olabilirdi ama durum böyle ne yapacaksınız. Elden ne gelir ki… Ben yoldaşlarım içinde bile sürekli aynı sorunlarla karşılaşıp aynı şeyleri tartışıyorum, kaldı ki sizden fazlasını bekleyemem. Sizden beklediğim şey sadece gözlerinizi ve kulaklarınızı açın. Sizin gibi onlarca binlerce anne baba var. Çok az bir kısmı İstanbul’da bir araya geldi bir aile grubu kurdular. Dünyanın farklı yerlerinde de böyle bu durum. Hepimiz bir ananın kuzusu bir babanın evladı değil miyiz sonuçta… Ben de diğer insanlar gibi yaşıyorum ne eksik ne fazla. Sevebiliyorum, hissedebiliyorum, yazabiliyorum, çalışıp hayatımı sürdürebiliyorum, ağlayabiliyorum… Neden bu kadar anlaşılmaz ve kabul edilmesi zor geliyor anlamıyorum… Bugüne kadar ben hep kaçtım siz hep sustunuz, lakin bugünden sonra umudumu ve hayallerimi kuşanıyorum bilesiniz. Bugünden sonra ben sizinle birlikte olmak için çabalayacağım.

Tek bir hayalim var benim. O hayali gerçekleştirmek için çabalayacağım benim güzel yürekli ailem. Ama artık endişelenmeyin olur mu? Artık kendi hayatımız hakkında aldığımız kararları izleyip sonuçlarını görmeyi öğrenin. Biliyorum başımıza kötü bir şey gelse en çok siz üzülüp siz ağlayacaksınız en çok size olacak ne olacaksa ama bu da bizim hayatımız. Bir şekilde yaşamamız gerek bu hayatı. Siz benim güzel yürekli ailem iyi ki varsınız ve hep de olunuz hayatımda. Umarım hayallerim bir gün gerçekleşecek ve biz o resmin içinde olacağız hep birlikte…

Bütün sevmelerin özgür olduğu günlerde birlikte olmak dileğiyle
Oğlunuz Ozan (29.05.2013) 

Etiketler:
nefret