16/05/2011 | Yazar: Emre Korlu

12 saat önce…  

12 saat önce…
 
‘İçeri girebilir miyim?’ diye sordum. Gözleri gözlerime yansırken gülümsüyordu. ‘Ayakkabılarını çıkarmasan da olur, yeter ki gel misafir ol’ dedi. Hani her misafirlikte üzümlü kek, zeytinli poğaça beklenir ya, ben yalnızca ‘Birkaç dakikaya kadar gelirim’ diyerek girdiği yatak odasından onun çıkmasını bekliyordum.  Sanki beş dakika sonra vizyondaki bir aşk filmine gitmek için hazırlanıyor gibiydik.
 
Onu karşımda gördüğümde hiçbir kadının onun kadar dişi olamayacağını düşündüm. Kırmızı mini eteği, üzerine giydiği karpuz kollu bluzuyla karşımda duruyordu.

'Buraya ev' diyorlar dedi ve dudaklarına ruj sürerken konuşmasına devam etti. ‘Sen burayı eve benzetebildin mi?’ Etrafıma bakınmaya utanarak yalnızca banyodan içeri sızan gider kokusunun keskinliğinde ‘Küçük bir yer’ dedim. Kahkaha atmaya başladı. Bende ona bakarak hafif bir tebessümle eşlik ettim. ‘Hayır, burası ev değil, burası bir kümes… Hayatımın bir on yılını burada geçirdim. Mersin Mezitli’de ailemin yanında yaşamaya çalışırken kendimi İstanbul’un bu köhnemiş semtinde yaşarken buldum. Aslında kısaca üstü kapalı geçiştirilmiş bu cümleden daha fazlası… Peki, sen neden buradasın?’
 
Ben neden buradaydım. 40 yaşına merdiven dayamış bir kadını diğerlerinden farklı kılanı aylık bir dergide, bekli de hiçbir zaman okunmayacak bir yazıda anlatmak için mi? Evet! Ben bunun için buradaydım. Tıpkı birçoğumuz gibi onun kümese benzettiği bu evden daha fazlasını dinlemek için aç bir köpek gibi bekliyordum.

‘Zeytinli poğaçayı güzel yaptığını söylediler’ dedim. Tekrar kahkaha atmaya başladı. ‘O eskidendi’ dedi ve bir süre sustu…

HAYAT HİKAYELERİ KİME AİT OLURSA OLSUN HER ZAMAN ÇARPICIDIR.
 
Annem babamı hiç sevmiyordu ama her yıl onunla çok uzun sevişti ve bizler dünya’ya geldik. Kardeşlerim bana nazaran daha muhafazakârdı. Ailem pipimle övünür dururdu. Çok ayıptı ama babam erkek adam duvar dibine işer anlayışını benimsemişti. Yedi yaşıma kadar bezlenen bir çocuk olmanın duvar dibine işemekten daha az utanç verici olduğunu on yaşına merdiven dayadığımda anlamıştım. Televizyonda boy gösteren ve gerdan kıran kadınlardan biri olduğumu anladığımda henüz çocuktum. Bu benim seçimim değildi.
 İçimdeki kadınlığımla büyürken hareketlerimi düzene sokmadığım için ağabeylerimden ve babamdan dayak yemeye başladım, sonra da akraba erkekleri girdi devreye...
 Dedem baktı ki bu iş olacak gibi değil. Bir kız buldu bana. Kardeşinin oğlunun kızı. Herkes akraba evliliğini konuşa dursun. Ben düğün gecesi İstanbul’a kaçtım. Yani ölümle dans ettim. İzimi bulurlar korkusuyla yaşarken, aynı zamanda da seks işçiliğine başladım ama en güzeli ne idi biliyor musun? Özgür olmak.
Mezitli'de kalmak demek tutsaklıktı ömür boyu tutsaklık. Ben bir gün ölecek olsam da zarımı özgürlükten yana kullanmıştım. Benim gibi olan ve aynı işi yapan insanlar tanıdım. Bir süre dört kız bir evi paylaştık sonra baktım ki olmuyor, herkes bir elden yemenin derdinde ayrı bir eve çıkmak farz oldu. Zaten zeytinli poğaça yapmayı da kendi başıma yaşamaya başladığımda öğrendim. Daha düne kadar küçük bir teybim vardı bulaşık yıkarken yanımda çalıp duran ve şarkılara eşlik etmemi sağlayan… İnanır mısın o benim arkadaşımdı fakat müşterilerden birinin ihmalkârlığı, kırılmasına neden oldu. Teyp gitti, müzik de bitti benim için. Bir tek Zülfü Livaneli dinlemeyi özledim. Sezen Aksu mu? O da beni dinlesin.
 
Burada gülümsüyor artık kahkaha atmıyor. Ben hiçbir şey sormadan hayatını anlatmaya başlayan bu kadın gözlerimdeki hüznün adını koyup ‘Hayat hikayeleri kime ait olursa olsun her zaman çarpıcıdır. ‘diyor ve devam ediyor anlatmaya.
***
Elimde ses kaydedici ya da kalem- kâğıt yok. Dergi, dışarıdaki hayat çok gerilerde kalıyor. Ben yalnızca onu dinliyorum.
 
Bir keresinde aşık oldum. Adam senin kadar olmasın çok yakışıklıydı. Dişleri beyazdı, bembeyaz. Saçları ensesinden biraz uzun. Boyu ne kısa, ne uzun ortada bir yerdeydi. Züğürt’ün tekiydi. Ben gece işe çıkıyordum. Sabah geliyordum yanına uzanıyordum tek bildiği şey yatağı ısıtmaktı. Bir de güzel içiyordu. En çok rakı…
 
Şarkı şakımaya başladı mı Zülfü Livaneli’den söyle diyordum.Başlıyordu şakımaya;
 
Uçurum uçurum gözlerine baktığım sensin.
Prangalarca boynuma taktığım sensin.
Dağ gölleri gibi gibi hasret çektiğim,
Her gece uyku diye yattığım sensin.

Adam yeniden aşka geliyordu bu şarkıyı söylerken dilime yapışıyordu dili.

Sanki babamın yanağından, annemin omzundan öpüyordum o an. Kardeşlerim eteklerime sarılıyordu. Ağabeylerim işten dönüyordu, ellerindeki meyve poşetlerini alıp mutfağa götürüyordum.

O güzel kadın hayat hikayesini anlatırken ailemi düşünüyordum. Meme kanserine yenik düşmüş annemi, başka bir kadınla evli olan babamı,bir gün öncesi terk ettiğim üç yıllık beraberliğimde sürekli kendinden fedakarlık eden sevgilimi.

Ben bunları düşünürken  o, mutfaktan gelen zeytinli poğaça kokusu eşliğinde, belki de uzun süredir yapmadığı bir şeyi yapıyor; şarkı söylüyordu.

Yine hasret duman duman gönlümde.
Bir seni özledim bir de memelektimi.
Ağzımda cigaram yüreğimde sen.
Bir seni özledim bir de memleketimi.

‘Güzel olmuş’ derken ağzımdaki sıcaklığı ona belli ettirmemek istesem de o anlıyor ve gülmeye başlıyordu. ‘Bak! Çocuk al şu suyu iç de ağzın rahatlasın.’

‘Sonra’ dedim birden.

Sonrası yok. Adam gitti; gidiş o gidiş. Daha sonrası diye bir şey var mı bilmiyorum? Adamlarla, evli çiftlerle birlikte oluyorum ve paramı alıyorum. Benim için hayat bu demek.'

‘Peki ya hayaller’ dedim.
Bu defa uzunca bir süre sustu.

Yarın ne olacağını bilmiyorum. Antibiyotiğin saatini kaçırmamaya özen göstermek gibi bir şey bu. Ya yarını unutacaksın ya da hep hatırlayacaksın. Yani bir saniye sonrası bile belli değilken, yarını sadece hatırlamak ve hafızamda hapsetmek en doğrusu.

Zeytinli poğaçalar bitmişti. Çay bardakta soğumuş; boşaltılmış, tekrar doldurulmuştu. Ertesi gün dergiden kovulacak biri için oldukça rahattım. Çünkü Sezen’i tanımıştım. Onu hiçbir beklentim olmadan dinlemiştim. Bacaklarındaki sigara izmariti lekelerini görmüş, alnındaki yara izine tanık olmuştum.

Belki de hayatımda ilk kez insanlığımdan utanmıştım. Gazeteciyim diye böbürlenmekten öte bir şey yapıp, benim gibi transeksüel olan birini, Sezen’i tanımıştım.
Ben kapıdan çıkarken banyodan gelen gider kokusu yerini, temiz havaya bırakmıştı. Son model eşyalarla donattığım evimden utanır hale gelmiştim.

***

12 saat sonra…

Hiç kimse kendi sonunu kendi yazmaz.

Sezen yaşasaydı, evine aldığı müşteri tarafından boynu kesilerek öldürülmeseydi, dilimde bu şarkıyla ağlamayacaktım.

Geldi Geçti Ömrüm Benim,
Şol yel esip geçmiş gibi.
Hele bana şöyle gelir,
Bir göz açıp yummuş gibi.



Etiketler: insan hakları, nefret suçları
nefret