03/02/2010 | Yazar: Yıldırım Türker

Yine bir dayak yememizin zamanı mı geldi?

Yine bir dayak yememizin zamanı mı geldi?

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, duramadı patladı. Şimdiye dek kendisinin böylesine şiddetli duygular içinde bir konuşmasını dinlememiştik. Dolayısıyla etkileyici bir seyir serüveniydi. Bize hep pasifini hissettirdiği agresyon, üzerinde pek eğreti duruyordu. Başbuğ’un, 2010 Türkiye’sinin bir paşası olarak sergilediği tavır üstüne birkaç itirazımı aktarmak isterim.

Öncelikle İlker Başbuğ’un işe başlarken sırtını dayadığı birkaç ismi hatırlatarak başlayalım.
Orgeneral, ulus devletin miadının dolduğu görüşüne karşı Popper’den, son on yılın gündemden düşmeyen kâhini Fukuyama’dan, ulusalcıların küfrü Soros’dan ve Habermas’dan alıntılarla süslemişti konuşmasını. Süslemişti, çünkü bağlamlarından koparılmış alıntılar, bu dört ismin muradını yansıtmamakla kalmıyor, konuşmaya da bir türlü oturmuyordu.

Yine de bu isimleri telaffuz etmiş olan, bu nedenle kimi asker aşığı kalem tarafından “entelektüel” ilan edilmiş bir askere sorulacak birkaç basit soru bulunur elbet.

İnsafsızlık diye haykırırken nesnesini şaşırmış bir öfke savuruyordu; darbecilerin mi yoksa darbecilikle suçlayanların mı insafsız olduğu, cümlelerinden karineyle çıkarılıyordu.
O karine de elbette bu toprakların yetim ruhlu muazzep vatandaşları olarak çok iyi bildiğimiz, “sabrımızın bir sınırı var” uyarısıydı. Son tehdidi hiçbir askerin bir başka askere yönelttiğini hayal bile edemeyeceğimiz için insafsızların dedikoducu, sinsi, sahte belge taciri liberal demokrat bölücüler olduğuna kalıbımızı basarak emin olduk.

Şimdi bu kadar entelektüel bir komutanın iktidar pratikleri/söylemleri üzerine düşünmüşlüğü vardır varsayımıyla soralım.
Bu milletin gururlu hizmetlileri olarak tarihiniz boyunca milletle kurduğunuz ilişkinin tahammül/sabır terimleriyle örülü olmasında bir tuhaflık hissetmiyor musunuz?
Sabrınızı zorlamaktan bir an olsun vazgeçmemiş ve vazgeçmeyecek bir vatandaş olarak soruyorum.

Siz benim, siz bu milletin nesi oluyorsunuz?
Biz, sizin büyük fedakârlıklarla yedirip büyüttüğünüz, size layık olamayan haylazlar mıyız?
Cumhuriyet tarihi, sizin bu millete attığınız dayaklarla, darbeler ve cuntalarla yazılmış bir tarih.
Yine bir dayak yememizin zamanı mı geldi?
Ayyuka çıkmış onca darbe planı, onca kırık kol üstüne biz sizden malumat bekliyorduk. Bir kez daha talimata fit olduk.

Silahlı insanların sabırlarından söz etmesinin ne anlama geleceğini tartabilmeniz için hangi kitaplarını okumanız gerekiyordu da Popper’da şiştiniz? Ya da Popper’ı gerçekten bir okusanız ya.
Benim sabrım taştığında yazı yazarım.

Sizin 2010 yılında sabrınız taştığında ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Şimdiye dek sabrının taşmasıyla bizi tehdit eden, sabrının taşmasıyla bizi hapislerde-işkencelerde-sürgünlerde perişan eden bir ordunun komutanı olarak artık bu dilden vazgeçmenin zamanı gelmedi mi?

Kaldı ki, gülünç duruma düştüğünüzü görmüyor musunuz?
Herhangi bir dile tercüme edilse gerçekten insanı kırıp geçirecek bir durum değil midir?
Darbe iddialarını reddeden baş komutan sabrımızı taşırmayın diye bağırdı.
İşte o iddiaların da bu kadar inandırıcı olması, o belgelerin halk nezdinde kuşkuya mahal bırakmayacak kadar kışla imzalı olmasının nedeni budur.
Biz sizi iyi tanıyoruz. Silahlı ve tehditçisiniz.

Silahlının tehdidi tetiktir.
Silahlının yegâne tehdidi, iktidarı cebren ele geçirip kendi kurallarını yürürlüğe sokmaktır.
Darbe iddialarını reddederken bize silah sallayan bir generali Habermas onaylar mıydı sanıyorsunuz?

Yoksa sizi tamamıyla yanlış mı anladık? Sabrımızı taşırırsanız küser gideriz, istifa ederiz mi demek istiyordunuz? Yok gitmeyin, daha karpuz kesicez.

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam