04/01/2016 | Yazar: Gaye Özdemir

Savaş karşıtı olup da yapamadıklarımızı suç addedip daha huzurlu hissedemeyiz.

27 Aralık Pazar günü Lezbiyen Biseksüel Feministler'in düzenlediği Aimee & Jaguar film gösterimine gittim. 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi almanyasında iki kadının aşkı ve engellerini işliyordu film. Aşıklardan biri aktivist ve Yahudiyken diğeri asker bir kocaya ve dört çocuğa sahipti. Zaten dayatılan heteronormativeyle bir de istenmeyen! etnik kökendeyken sınanmak hiç de uzağımızda değil. Esas paylaşmak istediğim film sonrası oluşan düşüncelerim.

"İsterseniz filmden konuşalım, kendimizden de bahsedebiliriz biraz" çağrısıyla büyük bir halka oluşturduk. Oldukça kalabalıktık. Önce 2015 Pride sonrası oluşan LezBiFem ve şimdiye kadar yaptıkları paylaşıldı. Sonra başladık film boyunca bizi saran hisleri anlatmaya. "Kalmadı böyle aşklar..."la ısınarak, "kitabının filminden daha belgesel nitelikli olduğu"yla demlenip, "savaş koşullarında her ne kadar yaşam mücadelesindeyken aşktan da bir o kadar feragat edilemediği" gerçeğiyle fokurdadık...

Söz konusu "savaş koşulları" artık 2. Dünya Savaşı'nı anımsatmayı bırakalı çok olmuş, "Türkiye"yle yan yana geleli beri daha fazla muhattap olduğumuz tamlamaydı ve bu yüzden film organizasyonu, katılımı hakkındaki "şimdi sırası mı?" fikirlerine bakışlarımızı paylaşabilmemiz bana çok iyi geldi. Savaş koşullarında ne alaka film gösterimi diyebilecek zihniyeti çok kalabalık bir şekilde içselleştirdiğimizi gördüm.

Suruç katliamıyla başlayarak birçok Kürt illerinde sokağa çıkma yasaklarıyla devam eden savaş ortamında; duyduğum her yeni haberle veya sansürle demoralize olmuşken, üstelik barış çığlığımın kısıklığını görüp bir de sosyal medyada dönen "hiçbir şey yapmıyorsunuz"vari muhattabı belli belirsiz suçlamalara denk gelerek iyiden iyiye çaresizlikten başka bir durumda olamayacağıma inanmıştım. Bütün yaz ve güz "gündem gereği iptal"lerle ve "şimdi sırası mı?" sorularına cevap ararken suçluluk duygusuna yorgun baygın teslimiyetle nihayetlendi benim için.

Film sonrası söyleşimizde yalnız olmadığımı ve bu teslimiyetin eğretiliğini gördüm.  Bir yandan yaşam hakkını, çatışmasızlık halini, barışı çağırırken diğer yandan homofobik, transfobik, mizojini sistemi eleştirmeye ara veremeyeceğimizi idrak ettim. Cümle gülünç gelebilir belki de, gelin görün ki her alanda eş zamanlıca mücadele etmek, yazılıp okunduğu kadar basit olamayabiliyor.

Savaş karşıtı olup da yapamadıklarımızı suç addedip daha huzurlu hissedemeyiz. Olaylara iktidarın ve havuz medyanın gözünden başka perspektifle kat'a bakmayacak olan bir kesimin mevcudiyetine öfkelenirken bizlerin de gerçekleri sadece izlemeye, dinlemeye, okumaya maruz kalışına, bunun psikolojik bir şiddet (hatta psikolojik savaş) oluşuna hiç pay bırakmayarak etiklerimizi etiketlemek bizi daha fazla sessizleştirir.

Melike Koçak'ın Bianet'te yazdığı "Örgütsüz Öfke, Utanç ve Kahrın Ağırlığı" adlı yazıda yapabileceklerimizle daha huzurlu daha gür sesli olabileceğimiz fikrine kapılırken, bunun bir yanılgı olup olmaması hepimizin elinde. Gündem böyleyken deyip, şimdi sırası olmadığını düşündüklerimizi eylemezsek, sonra hiç sırası gelemeyebilir. Daha fazla yazıp çizmeye, buluşup konuşmaya ihtiyacımız olmadığını kim söyleyebilir ki?


Etiketler:
İstihdam