23/08/2009 | Yazar: Nevin Öztop

  “Medyada ve Sinemada Lezbiyenler ve Biseksüel Kadınlar” söyleşisi, “Türkiye’de Kadın Olma Halleri”* programı kapsamında 18 Nisan 2009

 

“Medyada ve Sinemada Lezbiyenler ve Biseksüel Kadınlar” söyleşisi, “Türkiye’de Kadın Olma Halleri”* programı kapsamında 18 Nisan 2009, Cumartesi günü Ankara’da, Kaos Kültür Merkezi’nde yapıldı. 

Lambdaistanbul LGBTT Derneği gönüllüsü Zeliha Deniz, Beyaz Atlı Prens Boşuna Gelme belgeselinin yönetmenlerinden biri olarak söyleşiye katıldı.
 
Hazırlayan: Nevin Öztop / Kaos GL 
 
Moderatör: Hoş geldiniz. Beyaz Atlı Prens Boşuna Gelme belgeselinin üç yönetmeninden biri aramızda bugün. Zeliha Deniz. Belgesel, !f İstanbul, !f Ankara ve Pembe-Mor Haftasonu’nda gösterildi ve 4. Homofobi Karşıtı Buluşma kapsamında bir kez daha seyircisiyle buluşacak. Hem kısaca belgesel üzerine, hem de bugünün konusu olan “Medyada ve Sinemada Lezbiyenler ve Biseksüel Kadınlar” üzerine bir söyleşi yapacağız şimdi Zeliha Deniz ile…

Zeliha Deniz: İlk önce, bu belgesele niye ihtiyaç duyduğumuzu konuşabiliriz… Belgeselde üç konu işlendi: Eşcinsel/biseksüel kadınların yazılı basında temsili; sinema ve edebiyatta temsili; genel varoluş sorunları. TV programlarında da -Cosmopolis gibi- yasaklanan temsilimiz var ama o tek bir örnek olmaya devam ediyor.
 
Eşcinsel/biseksüel kadınlarla ilgili haberleri taradığımızda, sorunlar üzerinden bir görünürlük önümüze çıkıyordu ve doğru bir temsiliyete olan ihtiyacımızdan dolayı bu belgeseli yapmaya karar verdik. 10 kişi olarak başladık senaryoyu yazmaya; aramızda bir erkek vardı: Aykut Atasay. Çok eleştiri geldi tabii bu konuda ancak aktivist eşcinsel kadınların verdiği mücadeleye uzak olmadığı için, aramızda olmasından dolayı problem yaşamadık. Belgeselin yapım sürecinde arşiv taradık fakat fark ettik ki LGBT örgütlerin geçmişe dayalı bir arşivleri yok. Bulabildiğimiz en eski arşivler 1987’ye dair haberlerdi ve oraya yansımış kadın haberleri sayılıydı. Bu haberler de zaten “lezbiyen katil”ler üzerineydi. Türk sinemasında kadın eşcinselliği üzerine -aslında çok da zengin diyebileceğim- 5-6 tane film çıkarttık. Konusu tamamen kadın eşcinselliği olan 1; ufak tefek, gizli ya da sadece sevişme sahneli motiflerini yakaladıklarımızdan da 4-5 tane bulduk. “Böcek” filminde, aldatılma sahneleri ile eşcinsel kadınlar temsil dilmiş mesela.
 
Edebiyata gelirsek… Belgeselimizde, “Eşcinsel kimliğini politik bir kimlik olarak ele alıp roman yazan insan yok” diyor Hande Öğüt; hâlbuki Stella Acıman var, Bella’ı yazan. Onun dışında, Zeynep Aksoy var. Edebiyata, politik kimliği olarak “lezbiyenlik”i işleyen birisiyle röportaj yapamadık. Tabii, Mehmet Rauf 'un hikâyesi çıktı karşımıza. Ben, belgeselimizi çok politik buluyorum; kelimeleri bile tartıştık. Tabii ben şimdi, sizin söyleyecekleriniz/eleştirileriniz üzerinden devam etmek istiyorum söyleşimize.
 
Katılımcılardan: Tuna Erdem'in ve sevgilisinin olduğu sahnede, “geyik” yapılmış. İroni dolu… Biz, bu hareketin içerisinde zaten var olan insanlarız ve bu espriyi anlıyoruz ancak aynı espriyi, hareketin dışındaki insanlar izlediğinde anlayamayabilir.
 
Zeliha Deniz: Belgeseldeki, “Seni kim lezbiyen yaptı? Kimden bulaştı? Lezbiyenlik moda mı oldu?” ve biseksüellikle ilgili “Bir gecede ikisi ile de birlikte olabiliyor musun?” soruları, Kaos GL’nin “Her Kadın Heteroseksüel Değildir” kitapçığındaki önyargılın parodi haline getirilmiş şekli. Neden bu yolu tercih ettik? Kör göze parmak sokmak değil derdimiz. “Bakın, lezbiyenler ve biseksüel kadınlar böyledir!” gibi güçlü bir ifadenin olmaması gerektiğini düşündük. Belgeselin parodi kısımlarını devam ettireceğiz. “Siz nasıl sevişiyorsunuz?” çok önemli bir soru mesela ve biz bu sorulara da cevap vereceğiz.
 
Ben, insanların anlamayacağını düşünmedim. Mesaj gayet açık çünkü sorunun abukluğu ile ilgili bir dalga geçme söz-konusu. Oradaki ironi de arka plana koyulmuş bir Thandie Newton filmi afişi. Orada bir manken var ve bir kadın onun memelerine elliyor ve ikisinin de tişörtlerinde objelerle lezbiyenliklerini anlatmaları var. “Senden bulaştı”lar falan var…
 
Katılımcılardan: Biseksüel kadınların belgeselinizdeki temsilinin, Kaos GL dergisine verdiğiniz söyleşide de gündeme getirildiği oldu. “Ayıp olmasın” diye değinildiği üzerine yorumlar çok fazla. Kaos GL ile yapılan bu söyleşide, İzlem Aybastı, yalnızca biseksüellik üzerine bir belgesel çekebileceğini ve böyle bir çalışmaya girişeceğinden bahsediyor. Belki bu, açığı kapatacak bir çalışma olabilir. Ne dersiniz?
 
Zeliha Deniz: Bu belgeseli, hareketin içinden insanlar yaptı ve bir samimiyetsizlik olarak görmenizi istemiyorum. Bahsettiğiniz şey bir şekilde olmadı çünkü şöyle bir sorun vardı: biseksüel kadınların temsilini sağlamak için bir erkek deneyimine ihtiyaç duymamız. Buradaki kadınların çoğunluğunun lezbiyen ya da biseksüel olması ile ilgili bir sorun da yok aslında. İzlem biseksüel mesela ve belgeseldeki tek lezbiyen benim. Aslında okumayı biraz daha farklı yerden yapabiliriz. Bunu “lezbiyen” değil, “kadın deneyimi yaşayan kadınlar” şeklinde düşünürsek, biseksüel demiyorsun lezbiyen demiyorsun ve sorun da ortadan kalkıyor.
 
Katılımcılardan: Ancak bu teorinin, dile yansımadığını düşünüyorum ben. Lezbiyen kelimesi geçiyor belgesel boyunca. Bu zinciri kırmak tan bahsediyorum.
 
Zeliha Deniz: Doğru. Ben de bu yüzden artık her konuşmamda, “lezbiyenler ve biseksüel kadınlar” demeye gayret ediyorum. Daha önce de eleştiriler geldi. Pembe-Mor Haftasonu’nda, taraflarınca çok iyi anlaşıldığımı düşündüğüm kadınlarla birçok yanlış anlama yaşadık; hatta buna “bifobi” diyenler oldu.
 
İsterseniz, medyadaki biseksüel temsilini konuşalım. Bütün bu arşiv taramamız sırasında, biseksüellikle ilgili bir-iki haber bulduk. Habere, biseksüelliğin “bir geçiş devresi olması” algısı yansımış, “iki tarafı da sevebilirliği”nden öte. Ama onun dışında, “biseksüel katil”, “biseksüel hırsız” gibi bir habere hiç rastlamadık. En azından, biseksüellerin temsilinde bir hakaret biçimi olmuyor. Yok, sayılması da elbette hakarettir. Bir tek, Özcan Deniz'in haberi olumsuzdu; o da, kendisi erkek olduğu için -yani erkeklerle ilişkisi yıkıcı olduğu için- olsa gerek. Sonuçta, toplumun erkekliği ile oynanıyor… Kadınların biseksüelliği ile ilgili doğru düzgün hiç bir haber okumadım. Film derseniz, bir tane film izledim bu sene: Bi The Way. Amerikalı iki tane genç, ellerine kamera alıp, kadınların kadınlar ile öpüşürken ve sonra gidip başka erkeklerin koynuna girerlerkenki hallerini ve bir “geçiş evresi”ni anlatmış. Ondan sonra fark ettim ki biseksüelliği ifade etmek çok zor. Biseksüel kadınlar için, “herkesin hizmetinde” gibi bir dili kullanmamak, bir şeyin görünürlüğünü sağlayalım derken, yanlış bir temsiliyet ile toplumun algısında kırmak istediklerimizi daha da pekiştirmemek gerekli…
 
Lezbiyen haberlerine dönecek olursak… 2000’lere kadar, bir sürü katil ve hırsız haberleri var. Bu dönemden sonra, Türkiye sinemasında lezbiyen rolü oynamış kadınlarla röportajların yapılması başlıyor ve bu kadınların hepsi “Lezbiyeni oynadım ama tasvip etmiyorum. Ben lezbiyen değilim.” diyor. Bir de, “lezbiyen katil” haberinin yanına görsek olarak, öpüşen iki kadının fotoğrafı koyuluyor. Kadın eşcinselliğini, beden üzerinden algılayan ve bunu pornografik unsurlar üzerinden ifade edebileceğini düşünen cinsiyetçi medya ile karşı karşıyayız. Onun dışında, kadın futbol takımları vardı, hatırlıyor musunuz? Ancak Türkiye Kadınlar Futbol Ligi kapatıldı. Neden? Bu kadınların hepsi lezbiyen diye… O dönemin haberlerinin hepsinde, lezbiyen kimliği altında, kısa saçlı ve “erkek gibi” kadınların fotoğrafları dönmeye başlamış. Aynı dönemde sinemaya da kadın eşcinselliği konulurken, kısa saçlı ya da maskülen kadınlar göremiyoruz. Daha efemine, hatta bedenleriyle daha barışık, sevişebilen bir hal almış kadınları görüyoruz ve çoğu da orospuluk yapıyor. Görünüşümüzün temsiliyetinin yanında, rol modellerinin temsiliyeti de çok önemli ve sinemadaki lezbiyen temsiliyetlerinin hepsi de erkek elinden çıkma. Atıf Yılmaz, iki kadın eşcinselliğini sinemada işleyen tek yönetmen. Lale Mansur, röportajda, her ne kadar reddetse ve Düş Gezginleri filmine dair “Kasaba ahlakındaki iki kadının yaşamıdır.” dese de, bence film alenen lezbiyenlik üzerine. Küçük kasaba ahlakının neresinde görüyorsunuz bunları siz? Film resmen genel ahlakı yıkıyor. Lambdaistanbul’un kapatılması ile ilgili açılan dava kararında da, “Bu, büyük şehirlerde yaşanan bir şeydir; küçük yerlerde yaşanmaz”a getiriliyor. Orada da direkt reddediliyor.
 
Atıf Yılmaz’ın Düş Gezginleri’ne dönecek olursak… Filmde, gerçekten çok tutkulu iki kadından bahsediliyor fakat sorun şurada başlıyor iki kadın da erkekler tarafından mağdur edilmiş. Birisi erkek arkadaşı ile sorunlar yaşamış, diğeri de erkeklerden sürekli çekmiş ve artık seks işçiliği yapan birisi. İki kadının aşkının bu noktada oluştuğunu söylüyor Atıf yılmaz bir neviî. Bir de Yavuz Özkan’ın İki Kadın filmi var. Ben, bu filmi cesur bulmakla beraber sorunlu da buluyorum. Filmde, Zuhal Olcay bir seks işçisi ve Haluk Bilginer ona tecavüz ediyor. Bilginer bir milletvekili olduğu için, Olcay çok fazla ses çıkaramıyor. Bilginer’in karısını canlandıran Serap Aksoy ise bu tecavüzden haberdar oluyor ve Zuhal Olcay’la iletişime geçiyor ve iki kadın birbirine âşık oluyor. Burada ne var? Yine mağduriyet var. Yalnız, filmde, Zuhal Olcay “Ben profesyonel bir seks işçisiyim” diyor. Yani, “Benim seks işçisi olmam, bana tecavüz edilebileceği anlamına asla gelmez. Benim istemediğim cinsellik, tecavüzdür”e getiriyor. Bu yönüyle, aslında gayet feminist bir duruşu var filmin. Benim eleştiri getirdiğim yer ise, iki kadını yine birbirine muhtaç duruma getirmesi ve “erkeksizlikten lezbiyen olunur” önyargısını beslemesi.
 
Peki, “Bu filmlerde daha maskülen karakterler olsaydı, o zaman nasıl bir önyargı olacaktı?” diye de soruyorum kendime. Doğru temsili nerede yakalayacağız biz? Sinemada doğru temsilin nasıl oluşturulacağı konusunda ben yine eşcinsel kadınlara güveniyorum. Eşcinsel kadınların çektiği Çıplak Memeler Komitesi, Amerikan yapımı bir film. Benim karşılaştığım en doğru eşcinsel kadın temsili. “Ondan da bundan da koyayım ve bütün temsilleri göstereyim” derdi var ama o sinema dilini bozmamış. Gayet eğlenceli ve çok da politik. Çok kısa özetleyeceğim yine. Bir anarşist lezbiyen feminist topluluk var; trans ve biseksüel kadınların ve lezbiyenlerin oluşturduğu. Yaptıkları başarılı eylemlerin belgesel haline getirilmesi üzerine bir anlatım. Film ise, kadınlardan birinin, İkiz Kuleler’in bir tanesini kocaman bir penis haline getirip, prezervatif ile uçurup, Beyaz Saray’ın bahçesine kocaman bir penis şeklinde düşürülmesi ile bitiyor. “Doğru temsiliyet”i ararlarken, “Aslında biz aşkı görmeyi çok seviyoruz. Aşkı, seksi ve sevişmeyi gördüğümüz zaman, temsiliyetler umurumuzda olmuyor.” Anlatıyorlar bence.
 
Atıf Yılmaz’ın Düş Gezginleri’ni, bir arkadaşım ve onun annesi ile izlemiştik. Gecenin 2’siydi… Annesi, sürekli “Pis lezbiyenler” dedikçe, ben “Gerçekten mükemmel” diyordum. Ben o sırada temsiliyetlerin hiçbirisi ile ilgili sorunları yakalayamıyordum tabii. Ne zaman bazı şeyleri sorgulamaya başlıyorum, işte o zaman temsiliyetimle ilgili sorunlar yaşıyorum. Bunun yanında, Nurseli İdiz’in oynadığı Böcek filmini de işledik. Nurseli İdiz, kocasını bir kadınla aldatıyor ve o yatağında astım hastalığından ölürken kocası ona ilacını vermiyor. Cüneyt Arkın’ın da yer aldığı Haremde Dört Kadın’ı ya da Harem Suare’yi koymadık. Çünkü ya üstü çok kapalı temsiliyetler vardı ya da kadınların eşcinsellik ile suçlanmaları… En son gündemde olan eşcinsel kadın temsili ise, Fatih Akın’ın Yaşamın Kıyısında filminde yer alan Nurgül Yeşilçay. Hepimiz heyecanla gittik. Ben çok heyecanlandım çünkü lezbiyen görecektim orada.
 
Genel olarak, sorunlu bir temsiliyetlerimiz söz-konusu. Temsiliyet meselesine, “nerede, nasıl olursa olsun ama bir şekilde olsun” mu, yoksa “olacaksa doğru düzgün olsun”a mı ihtiyaç var, bilmiyorum. Tabii, “temsiliyetler ile toplumun zaten oluşmuş önyargılarını beslememek de gerekmez mi…” diye düşünmüyor değilim. Siz ne düşünüyorsunuz?
 
Katılımcılardan: Heteroseksüel bir çiftin canlandırıldığı bir filmin ardından, sonra sanmıyorum ki “Bunlar heteroseksüellerin doğru temsili miydi acaba?” densin…
 
Ancak o kadar açız ki eşcinsel ve biseksüel kadınların temsiline… Bırakın sinemadaki temsilini, arşivimizde üç-beş tane fotoğraf bulabilmek için bile ne kadar uğraşıyoruz. Beş paragraflık yazı için, döne döne görsel arıyoruz. “Şu cümle çıksın, şu olmadı, şu beni ele verir” diye o kadar çok dertleniyoruz ki ortaya bir şey çıkaramadığımız oluyor. Belki de bu arşiv eksikliğinden dolayı, “Evet, bir şeyler çıksın ama doğru çıkıversin”e çıkıyor kapılar… Çıkanlar zaten o kadar sorunlu ki bundan sonra çıkanlar bari düzgün olsun dilekleri bir neviî.
 
Zeliha Deniz: Aslında, ben bunları bir süreç olarak görüyorum. Atıf Yılmaz veya Yavuz Özkan bunları yaparken eşcinsel ve biseksüel kadın görünürlüğü ne idi, şimdi ne oldu… Temsiliyeti sorgulayan kadınlar var artık ve bu kadınlardan sinemacılar ve başka filmlere danışmanlar çıkacak bugün. Evet, o dönem bir açlığımız vardı fakat bunu sorgulamadık. Şimdi ise o dönemi eleştiriyoruz; bu çok güzel. Bunun yanı sıra, görünürlük artması ve eşcinsel kadın politikaları görünür kılınması, sinemanın diline de yansıyacaktır. V o filmlerden binlercesi üreyecek. İç dünyamız, sahnelere döküldükçe, tatmin olacağız ve o filmler daha da üreyecek. Bu üretimi, eşcinsel ve biseksüel kadınlar yapmalıdır. 
 
* “Türkiye’de Kadın Olma Halleri” başlığı altında 2009 yılı boyunca gerçekleştiriyor olduğumuz söyleşiler, Heinrich Böll Stiftung Derneği tarafından desteklenmektedir. 


Etiketler: kadın
nefret