26/05/2010 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Üstüne derin derin düşünülen bir mevzu olmasa da sanayi şehirlerinin futbola olan ilgisi günümüzün gerçeği.

Üstüne derin derin düşünülen bir mevzu olmasa da sanayi şehirlerinin futbola olan ilgisi günümüzün gerçeği. Fordist dönemden bu yana patronları tarafından kendilerine bahşedildiğini düşündükleri boş zamanlarında emekçiler zamanlarını bir tüketim etkinliğiyle harcama ihtiyacına koşullanmışlardır. Tribünler ise özellikle erkek emekçiler için sosyal ve psikolojik bir rahatlama alanıdır. Çünkü “eşitlik” duygusunu ve de öğretilmiş erkeklik hallerini sahte bir biçimde bile olsa en net yaşayabildiğiniz ortam tribündür.

Bir sanayi şehrinde büyümek insanın hayatına her şeyden önce zevklerini şekillendiren bir bakış açısı katıyor. Bu bakış açısının bir katkı olduğunu söylemek her ne kadar eleştirel teori açısından bir yanlış olsa da tribün kültürünün yansıttığı sosyal dinamiğin başka hiçbir dinamikçe geçilemeyeceği ortadadır. Çünkü tribün ne bir siyasi parti gibi yükselme ihtimaliniz olan ne de üstünden doğrudan çıkar ettiğiniz bir mevzudur. Belki de karşılıksız sevginin, almadan vermenin en güzel tanımı bilinçli futbol seyircisi üstünden yapılabilir. Peki ya bilinçsiz seyirciler? Tam bu noktada futbolun magazinel işlevi ve muktedirden yana olma hissinin yücelticiliği devreye giriyor. Oyun sertleşiyor. Taraflar derin paslara koşamaz hale geliyor. Artık tribünler partileşiyor, iktidar şampiyonluk oluyor ve her maç açılan yeni bir cephe anlamı taşımaya başlıyor. Sorun büyüyor. Diyarbakırspor Bursaspor arasında yaşanan tansiyonun ardında yatan neden aslında tam da burada ortaya çıkıyor. Taraflar birbirleri üzerinde kurabilecekleri hakimiyeti siyasi kodlar üstünden kurmayı deniyorlar. Tıpkı denge politikası güden Galatasaray'ın Diyarbakır'ı misafir ettiği maçta hem Atatürk'e saygı sunup hem de Diyarbakırspor kardeşimizdir demesi gibi. Kısacası Türkiye'nin yıllarca uyguladığı dış politika bir futbol politikası halini alıyor. Denge esastır deniyor, denge politikası kutsanıyor. Türkiye'de politikleşmiş unsurların sığlığına sığınıyor futbol da. Kısacası Türkiye bu yalancı rahatlama sahasını da yalanlarını sürdürmek için kullanıyor. 

Futbolun işçi sınıfıyla ilgisi ise dünyadaki sınıf hareketlerinin futbolla dirsek teması ile ilişkilendirilebilir durumda olsa da bu örneklerin heyecan verici birer örnek olmanın dışında kapsayıcı bir etkisi olduğu söylenemez. Türkiye'deki Adana Demirspor veya İtalya'daki Livorno örnekleri bugün interaktif sözlüklerin itibar mekanizmaları olmaktan öteye gidemiyor. Çünkü bu sene Türkiye futbolu Süper Lig'in şampiyonu olan Bursaspor'u konuşuyor. Peki Bursaspor'un taraftar kitlesi üstünden sosyalistler değil de liberallerin yaptığı çıkarımlara ne demeli? Herkes bu zaferin muhafazakâr Anadolu çocuklarının Kemalist Fenerbahçe ve kapitalizme karşı bir zafer olduğunu savundu. Ertuğrul Sağlam'ın üstünden yapılan analizlerde apaçık bir cemaat övgüsü vardı. Taraf gazetesi yazarı Yıldıray Oğur bunun muhafazakârların devrimi olduğunu söylüyordu. Peki emek odaklı yayınların olaya bakış açısındaki burukluğu sezmek zor muydu? Bursaspor seyircisine bakınca gördüğümüz şey o sanayi kentinin emekçi çocukları değildi. Milliyetçi, muhafazakâr arka planlı bir seyirci, “beşinci büyük” olmayı kutluyordu Bursa sokaklarında. Oysa Bursa bir şehir takımı olarak da, bir kent olarak da farklı bir şeyi tecrübe ediyor olmalıydı. Bireyler ve gruplar üstünden efsaneleştirilen, ülkedeki politik eksenin de etkisiyle bir muhafazakâr esintiye kurban giden bu şampiyonluk emekçilerin eseriydi. Oysa işçinin dostu (!) Başbakan'ın Fenerbahçeli bir gazeteci ile konuşmasında belirttiği üzere şampiyonluk yabancıya gitmemişti. Aslına bakarsanız bir sanayi kenti olduğu söylenen Bursa'da şampiyonluk coğrafi olarak Bursa'ya gitti belki; ama yabancı olmayanın kim olduğu ve Başbakan'ın doğal olarak “bizim çocuklar” olarak nitelendirdiklerinin Anadolu'nun genç, muhafazakâr ve gayretli çocukları olduğu ortada. 

Tüm bunları neden mi yazdım? Türkiye'de emek hareketinin, insanların zihninden 12 Eylül sonrasında nasıl silinip yerine İslami, muhafazakâr ve milliyetçi değerlerin koyulduğunu göstermek adına. Diyarbakırspor'u 90 dakika boyunca terörist yaftasıyla ağırlayan, Gökkuşağı Derneği'ni 6 Ağustos 2006'da linç eden anlayışın bir sanayi şehrinin işçi sınıfı takımına değil de muhafazakâr, milliyetçi değerleriyle yükselen bir şehrin takımına ait olduğunu görmek için. 6 Ağustos 2006 da, Diyarbakırspor'a karşı yapılan tezahürat da Bursaspor'un şampiyonluğuna elbette gölge düşürmeyecek. Hatta biz hatırlasak da bunlar hatırlanmayacak bir iki sene sonra. İnternet arşivlerinden de silinecekler muhtemelen. Yine de biz ne “Hepimiz Ogün Samast'ız” diye bağıran Trabzonspor seyircisini ne de eşcinselleri linç etmek isteyen, “PKK Dışarı” sloganıyla milliyetçiliğin bu topraklara nasıl sızdığını gösteren Bursaspor taraftarını unutmayalım. Tarihin unutturanlardan hesap sorması dileğiyle...

İzmir Ekonomi Üniversitesi


Etiketler: yaşam, spor
İstihdam