16/05/2012 | Yazar: Zeynep Akkuş

Dün siyasi iktidarı, kadınların stadyumlardaki davranışlarını eleştirirken gördük. Anlaşılan o ki sokak, mutfak ve yataktan sonra kadınlara yeni bir alanda daha birtakım roller biçilmeye hazırlanılıyor.

Dün siyasi iktidarı, kadınların stadyumlardaki davranışlarını eleştirirken gördük. Anlaşılan o ki sokak, mutfak ve yataktan sonra kadınlara yeni bir alanda daha birtakım roller biçilmeye hazırlanılıyor. Başbakan Erdoğan, "(…)seyirciye kapalı, hanım ve çocuklara açık bir maçta bile bayanların nasıl küfrettiklerini görünce” nevrinin döndüğünü açıkladı*. Seyirciye kapalı ise “hanım” ve çocukların o maçlara niçin alındığının üzerinde ayrıca durulması gereken bu söz aslında umut verici (Ama şu da var ki, o “hanım”lar ve çocuklar oraya maç seyretsinler diye çağırılmamış demek; Sayın Başbakan sadece erkekleri seyirci olarak algılıyor. Ağızdan kaçan bu tür ifadeler ne de güzel ipuçları oluşturuyor). Belli bir konuda insanın nevrinin döndüğünü hissetmesi, kendisinin başkalarına o hissi yaşatmaması yolunda atacağı ilk adım olabilir.
 
Bu yazının amacı tabii ki küfrü ve küfredenleri savunmak değil ama siyasi iktidar temsilcisinin, kadınların bu davranışı karşısında bu denli dehşete kapılması, “Yarabbi nedir bu hal? Böyle bir şey olabilir mi, böyle bir şey kabullenilebilir mi” sözleriyle dile getirdiği şaşkınlığı ve isyanı, aynı konuşma içinde -aslında kendince pozitif ayrımcılık sergilediğini dile getirmek amacıyla- söylediği “Hanım dediğim zaman farklı bakarım” sözlerinin de teyidi anlamına geliyor. Bizzat kendisinin ağzından çıkan ve bir kadını da hedef alan “Ananı da al git” sözleri hâlâ hatırlanan; protesto eylemlerinin birinde polisten yediği dayakla kalça kemiği kırılan Dilşat için “Kadın mı kız mı bilemem” demiş olan Sayın Başbakan’ın; Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olan bir zatın ağzından dökülen “Şeyini şey ettiğimin şeyi” sözüne, yine kendi partisinden eski bir devlet bakanının, muhalefet kanadından bir milletvekili için Validesine ve ailesine hürmetlerimi sundum demesine de bu tür bir tepki gösterdiğine henüz tanık olmadık. “Henüz” tanık olmadık ama yine aynı konuşmada geçen “Bir başbakan olarak herhalde bu bizim sorumluluğumuzdur” sözlerinden umutlanarak hazır statlarda küfreden kadınlar konusu açılmışken yakın gelecekte bu tür sakıncalı ifadeler karşısındaki görüşlerini de dile getirmesini merakla bekliyoruz. Sonuçta küfreden kişiden önce küfrün kendisidir çirkin olan. Küfredilen kişinin “karşı cenah”tan olması hafifletmez küfrün çirkinliğini.
 
Aslında burada “nevir dönmesi” olarak tabir edilen şey,bazı kadınların, oluşturulması hayal edilen ve koşar adım varılması hedeflenen “hanım” profiline -hâlâ- ne kadar uzak düştüğünü fark etmenin yarattığı şok hali. Bu ülkede sadece kocasının iki adım arkasından yürüyen, vazifesi en az üç çocuk doğurmak olarak belletilmiş, en ufak bir “itaatsizliğin” bedelini hastanelik olarak ya da mezara girerek ödeyen, bunların olmaması için bacaklarını birleştirip eteğini çekiştirerek, ellerini önünde kavuşturup başını da önüne eğip sessiz sedasız oturan, “Ben bilmem beyim bilir” diyen “hanım hanımcık” kadıncağızlar yok. Yanlışlarıyla-doğrularıyla (ama kendi yanlışları ve kendi doğrularıyla) bambaşka hayatlar yaşayan, sadece kendilerinden mesul olan kadınlar da var. Namus tapuları başkalarının üstünde değil; ana, bacı, evlat gibi kutsal sosuna batırılmış süslü kelimelerin cazibesine kapılmamayı çoktan öğrenmişler. Kimsenin sırf “hanım” oldukları için kendilerine farklı bakmasına ihtiyaç duymuyor, bu sıfatı da bu tavrı da birer iltifat kabul etmiyorlar. Kendilerine “kadın” denmesini istiyorlar. “Bayan”, “hanım” gibi sözde nezaket sözcükleriyle gönül tellerini titretme çabaları beyhude kalıyor. Sonra bu kadınların birilerine erdem, ahlak, namus, temizlik, saflık timsali olmak gibi bir dertleri de yok. Kendilerini birer çiçek olarak da görmüyorlar. O yüzden tutup da onları küfürlerin önlenmesi için stadyumlara seyirci değil “canlı kalkan” olarak çağırmak da işte böyle beklenmedik, nevir döndürücü sonuçlara yol açabiliyor.
 
Ayrıca bu nevir denen şey, kadınlarla ilgili konularda o kadar kolay dönüverebiliyor ki… Bir kadının bırakın küfretmesini; yalnız yaşaması, nikahsız bir birlikteliği olması, sorunlu giden evliliğini bitirmek üzere yasal adımlar atması, protesto eylemlerine yürüyüşlere katılması, yazıp çizip sorunlar üzerinde kafa yorması, yalnız seyahate çıkması, yolculuklarda yanındaki koltukta bir erkeğin oturmasını sorun etmemesi bile birilerinin nevrinin dönmesine, elinin ayağının boşalıvermesine yetiyor da artıyor. Geçenlerde Adana’daki bir eylemde bir polis müdürü, derdini anlatmaya çalışan bir kadına, “Ablacım bir şey söyleyeyim mi? Kadın sesine hiç tahammül edemem, erkeklerle konuşalım” diyebildi mesela*. Belli ki, sözüne başlarken sarf ettiği “ablacım” gibi sevgi yüklü(!) bir ifadeye rağmen, onun da nevrinin dönmesine ramak kalmıştı.
 
Başbakan Erdoğan konuşmasını Ayrımcılığı, tahammülsüzlüğü dikkate almak, bunun için ne gerekiyorsa tüm yöneticilerle yapmak durumundayız sözleriyle bitiriyor. Sayın Başbakan’ın ağzından “ayrımcılık”, “tahammülsüzlük” gibi kelimeler duymak gerçekten çok güzel. Farklı olana uygulanan ayrımcılığın, sergilenen tahammülsüzlüğün acısının çok iyi bilindiği, kadınıyla erkeğiyle, çocuğuyla sayısız kurban verildiği bir ülkenin başbakanı olarak yapması gereken çok şey var. Ama ah işte, bir de onun zihnindeki “ayrımcılığa uğrayan, tahammülsüzlüğe maruz kalanlar” kümesinin elemanları, bizim “ayrımcılığa uğrayan, tahammülsüzlüğe maruz kalanlar” kümemizin elemanlarıyla bir noktada kesişebilse; ayrımcılık, tahammülsüzlük mağdurlarının sayısının aslında görmek istediğinden çok daha fazla olduğunu bir fark edebilse!..
 
(*) http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/20563934.asp
(**) http://evrensel.net/news.php?id=28003

Etiketler:
İstihdam