24/09/2009 | Yazar: KAOS GL

Sokaktaki ıslık 

Sokaktaki ıslık 

Darbe ile birlikte yaşama hakları, gençlikleri, umutları gasp edilen binlerce insan, bugün hâlâ sıradan istatistikî rakam olarak yılın tek günü telaffuz edilip ertesinde hiçbir şey olmamışçasına unutuluveriyorsa orada utanç vardır
 
‘Delikanlı başını kaldırıp yukarı bakıyor, aşağıdan vuran güçlü ışıkta balkondakini görmesinin olanaksız olduğunu biliyor Hatice; siyahlar içinde bir gölge yalnızca. Öne çıkmıyor, geri çekilmiyor; kardeşinin hatırasının başını bekler gibi dimdik öylece duruyor balkonda. Bu karanlık gecede birilerinin bir yerlerde olduğunu, hâlâ bir yerlerde durduğunu bilmesini istiyor delikanlının. Herkesin ölmediğini, herkesin delirmediğini, herkesin tükenmediğini; şimdi bir ıslığa azalmış olsa da bir zamanlar meydanlarda hep bir ağızdan söylenmiş bir marşın hâlâ bazı kalplerde çarptığını bilmesini istiyor.’

Murathan Mungan yeni kitabı Eldivenler, Hikâyeler’deki Islık başlıklı öyküsünde, 1980 darbesi sonrası kapatıldığı hapishanede gördüğü işkenceler sonrası genç yaşında ölen bir kardeşin acısını yüreğinde taşıyan Hatice’nin hayatına ortak ediyor bizi. Hatice, o dönem bizzat sol mücadeleye katılmış biri değil. Kardeşini ve onun arkadaşlarını sevmiş, onlara yemek pişirmiş, onların söküklerini dikmiş bir abla. Öldürülüşün unutuluşunu, içinde kahır olarak taşıyan bir abla. O yüzden yoldan geçen bir delikanlı o eski zamanların proleter marşını ıslığıyla çalarken ses veriyor dayanamayıp. ‘Burada birileri var, unutulmadınız’ demeye getiriyor.

Öyle denk geldi, Islık öyküsünü 12 Eylül’ün 29. yıldönümünde okuduk. Hâlâ birileri o ıslığı duymayı beklerken... Çünkü hatırlamak, hayatın sağlamasıdır. Ve insanı delirtmeye anılarını yok ederek başlarlar.

Darbe ile birlikte yaşama hakları, gençlikleri, umutları gasp edilen binlerce insan bugün hâlâ sıradan istatistiki rakam olarak yılın tek günü telaffuz edilip ertesinde hiçbir şey olmamışçasına unutuluveriyorsa orada utanç vardır. Olmalıdır.

Bugün Ergenekon davaları, tersine zincirleme kazalar misali on yıllar öncesine gidiyorsa duraklarından biri de 12 Eylül darbesi. Bu zorunlu molaların sebebi ise siyasi gerekçelerden daha geniş bir boyuta sahip: Huzursuzuz. Tarih, nasıl yaşandığı kadar nasıl hatırlandığı üzerinden de şekilleniyor ve zaman içinde kendimizi konumlamadıkça, uğultulu, uğursuz çığlıklı bir boşlukta salınıp duruyoruz. Koca bir şatoyu andıran ülkemizin çok fazla hayaleti var. Tam da bu yüzden zaten tarihi, tarihçiye bırakmamak lazım. O tarih, bugünü şekillendirmek için gerekli bize. İlle de geçmişi yüceltmek adına da değil üstelik. Tersine, günahı ve sevabıyla her dönemi kendi sıradan yörüngesine yerleştirmek için. Karşı çıkmak için de bilmek gerekiyor. İşte biz sonraki kuşaklardan o bilme hakkımız alındı. Islıkla eşlik edilecek hiçbir şarkı bilemedik. Bir kapı garç diye kapandı. Sessizlik...

Gözdeki iyilik, sokaktaki özgürlük

Sekiz yaşındaydım. İki yanımda kırmızı kurdeleli iki örgü. Hava kararınca evlerin camından herkes henüz dışarda olanları gözlerdi merakla. O günlerde çokları evine dönemezdi. Dönemeyenlerin bir kısmı gazetelere siyah-beyaz fotoğraf olurdu. Çocuk, iyi ve kötüyü gözlerden ayırır. O gençlerin fotoğraflarındaki koca derin gözlere bakardım. İyilik akardı.

‘Bir gün önce namaz kılan, sonraki gün inandığı tanrı-peygamberlerin yerine Marx ve Lenin’i geçirenleri ve hiç okumadıkları halde dernekte otururken ‘Lenin’in şu sayfası şu paragrafı’ diye söze başlayanları bir türlü anlamıyordum. Hatta savundukları kutsalları bir çırpıda terk etmelerini hazmedemiyor, kızıyordum. Biraz da duyduğum tepkiden olsa gerek ilk yıl bütün ramazan oruç tuttum. Aynı günlerde Hüseyin Cevahir okuldaki seminere geldi. Sonrasında, otururken çay uzatınca ‘Oruçluyum’ dedim. ‘Sen Marksistsin’ der demez kaşlarımı çatarak ‘İdeal ayrı ideoloji ayrı’ cevabını verdim. Şaşırdı ama sevgiyle bakmaya devam etti. Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir ve Sinan Kâzım Özüdoğru ve diğerleri en saçma sapan görüşlerime saygı duyarak beni dinliyorlardı ve ben de hayatımda ilk kez ailem dışında birilerini ölümüne seviyordum...’

Nadire Mater’in, 68 kuşağını dönemin tanıklarıyla söyleşiler ve binbir emekle hazırlanmış çerçeve yazılarla ele aldığı Sokak Güzeldir başlıklı kapsamlı araştırmada, böyle sesleniyor bize Hatice Yaşar. Mater’in yanıbaşımıza getirdiği tüm bu tanıklar, o dönem durdukları saflar kadar bugünden geriye dönük değerlendirmeleri ile de çarpıyor okuru. Geçmiş zaman güzellemelerinin alabildiğine uzağında kendilerini ve akranlarını, yoldaşlarını toplum uğruna bireyi kenara iten anlayış, ordu ile girilen ve bedeli ağır ödenen girift ilişki, hareket içi bölünmeler, milliyetçiliğe kırpılan göz ve kadına yönelik sorunlu yaklaşım açısından sağduyu ile eleştiren bu tanıklar, bir yandan da o dönemin saflığını ve sokaktaki ortak coşkuyu duyumsatıyor. Ve Ertuğrul Kürkçü’nün sözleriyle kitabın içinde sonrakilere de yer açılıyor: ‘68’de biz devrimci olmak için çok fazla imkânla donatılmıştık, bugün tersine insanlar bütün bu imkânlar ellerinden alındığı halde bu yola yöneliyorsa, hâlâ umutlu olmak için çok fazla sebep var... Gençliğimizi bugünün gençliği üzerine bir kâbus gibi yıkmayalım.’

Elden alınan imkânlar, anlamı değişen sokakla eşdeğerdi. Herkes içine kapandı. ‘Silahlar bir günde durup!’ tekrar sokağa çıkılır olduğunda, sokak artık başka bir şeydi. Bir vakit sokaklarda olmak, her şeye muktedir olma hissi verirdi, varsın sadece bir yanılsama olsun, ki değildi de. Bir şeye gerekçesiyle karşı gelindiğinde değiştirebilme umudu vardı. Sonrasında sadece sokağa çıkıp gezilir oldu. Ve sadece gezmeye çıkmak, sokaktaki ıslığı da susturdu.

Ama her gezmenin bir sonu var. Vicdan kadar sabırlı, tevekkül sahibi hiçbir şey de olamaz. Ve o ıslık yine duyulur. Duyulduğunda sen de katılırsın. Çünkü katılmak seni de tanımlar. Ait kılar. Kök salarsın. Ya da yine Islık öyküsüne dönecek olursak: ‘Delikanlının yankısı azalan ıslığıyla Ağaççileği Sokak’ın sonuna vardığını, oradan sola sapıp tamamen gözden kaybolduğunu görüyor Hatice. Bir gece yarısı yağmurun yıkayıp parlattığı bir sokakta karanlıkta çalınan bir ıslığın buluşturduğu insanların kalmış olduğunu bilmek iyi geliyor ona. Bir süre daha gecenin karanlığını, yağmurun serpintisini seyrettikten, gözlerinin nemini kuruttuktan sonra balkon kapısını kapatıp içeri geçiyor.’

Söylemeye gerek var mı? O öyküdeki Hatice içeri geçtikten çok sonra da sokağı ve sokaktaki ıslığı taşıyor ruhunda. Tam da o ıslık paylaşıldığı için sokak, güzel oluyor bir kez daha.
 

Etiketler: yaşam, siyaset
nefret