13/05/2011 | Yazar: Hilal Demir

Militarizm dendiğinde benim aklıma ilk gelen imaj, allı pullu asker üniformasıyla devlet erkanının yanındaki yerini almış bir general oluyor.

Militarizm dendiğinde benim aklıma ilk gelen imaj, allı pullu asker üniformasıyla devlet erkanının yanındaki yerini almış bir general oluyor. Herhalde resmi bir devlet törenini resmeden haberlerin içinde hep bu general üniformalarına rastladığımdan olsa gerek. Peki ama militarizm denilen bu sistemin, gündelik hayatımızdaki “sivil” tezahürü nasıl oluyor diye merak ettiniz mi hiç?
 
Bir sistemin kendini varetmesi ve sürdürmesi için çeşitli araçları kullanması gerektiğini tahmin edebiliriz. Medya, dil, moda, eğitim, sanat bu araçlardan bir kaçı. Bu araçlar birarada kullanılarak sistem, sivil hayatın içinde kendi mesajını bize ulaştırır ve biz bu mesajların her gün önünden geçerken şaşırmaz olur ve aklımızın bir kenarından içeri sızmalarına engel olamayız. Ben bu araçların bu şekilde kullanılmalarına, gündelik yani sivil yaşamın içine sistemin sembollerinin “serpiştirilmesi” adını takacağım. Bu “serpiştirmelerin” önünden geçe geçe ya da göre göre artık kanıksamamaya başlarız yani normalleşir. Normalleşince de artık sorgulamaz, kabullenmiş oluruz. Böylece sistem, yerini daha da bir sabitleyerek, sorgulanmaz olur. Militarist bir kültürün kullandığı bu serpiştirmeler neler, sokaklarımızda hangi militarist mesajlara maruz kalıyoruz biraz bakalım istiyorum.
 
Herhalde Türkiye coğrafyasında en çok maruz kaldığımız militarist semboller listesinin başını askeri anıtlar çekiyordur. Adım başı dikilen Atatürk anıtları ve asker heykelleri içinde yaşadığımız sistemin adeta kaleleri gibi her daim varlığını bize hatırlatıyor. Atatürk anıtları, cumhuriyet kurulduktan sonra en uzaktaki köye bile Atatürk heykeli dikilmesi emriyle birlikte başlayan; 12 Eylül ardından sayıca daha da coşan birer sistem aracıydı. Bu aracın bize söylediği de “devlet, görkemiyle burada”dır.
 
Anıt heykelciliğin kendisi heykel uygulayış tekniği bakımından bir erk taşır. Bu erk, heykele ihtişam verebilecek unsurların kullanılması sonucu oluşur ve bu sadece heykelin büyüklüğüyle sınırlı değildir. Anıt heykellerin, topluma hatırlattıkları birer hikayeleri vardır ki bizim için önemli olan bu hikayelerdir. İşte bu nedenle sanatsal ihtişam, bir araç olarak kullanılıp izleyici olan sokaktaki halkın, militarist devlet karşısındaki “küçüklüğü” hatırlatılarak aynı zamanda bu cumhuriyetin militarist tarihi ve bunun kolay kolay değişmeyeceği sürekli kafamıza kakılır.
 
Hal böyleyken burada başka bir ilginçlik göze çarpar: Atatürk anıtlarından başka olarak Türkiye coğrafyasında çokça bulunan figuratif asker heykellerindeki figürlerin bireysel hikayelerinin olmamasıdır, oysa ki figüratif anıt heykellerde hikayesiyle ünlenmiş kişiler konu edilir. O zaman bu heykellerin amacı nedir? Tabii ki bu devletin askerinin her daim önemli olduğudur ve askerin sivil alanlara da hakim olduğu mesajıdır ve zaten heykele konu edilen “Mehmetçikler”in asker olmaktan başka bir kimliği de olmamalıdır. Militarizmin, askerlik eğitimi boyunca bireyi kimliksizleştiren uygulamalarında bunu açıkça görüyoruz.
  
Anıt heykellerin yanında, alanlarımızda veya parklarımızda gördüğümüz - ki onca zaman onca memleket gezdim, özel müzelerin dışında böylesi “uluorta” bir sergilemeye nadir rastladım; bir diğer rastladığım ülke şaşırtıcı olmayacak biçimde İsrail'di - savaş araçlarının anıt olarak sivil alanlarda sergilenmesi de bir diğer militarist sembol. Kurtuluş savaşından kalma toplar, eski diye atılmaya “kıyılamayıp” alanlara dikilen savaş uçakları en çok rastladıklarımız. Bu araçlarla yapılan “anıt”ın herhalde verdiği mesaj çok açıktır: “ayağını denk al!” Ve bizlere hatırlatılan hikaye ise ya Kurtuluş Savaşı ya da Kürt-Türk savaşıdır.
Anıt heykellerle sivil hayatın nasıl militarize edildiğine dair listeyi uzatmak mümkün, Sırtında top mermisi taşıyan kadın heykeli, atlarıyla saldırıya geçmiş cengaverler, elinde bayrağıyla sizi selamlayan çocuklar ve daha birçoğu bize hergün sosyal alanlarımızda tek bir mesaj vermektedirler: “ordu, bu ülkenin sarsılmaz bir parçasıdır ve bizim için vardır” ve tabii militarizm tarafından kadınlara biçilen rol-yer konusunda da diğer mesajları da es geçmemek gerekir.
 
Lakin militarizmin tek kullandığı araç heykeller değildir tabii ki. Asker olmanın yüceltildiği, normalleştirildiği bir başka alan ise modadır. Günümüzde kamuflaj desenli ne ararsanız bulabilirsiniz, sütyenden topuklu ayakkabıya dek. Kamuflaj desenli bir kıyafet giymek de kıyafeti giyenin bilinçli ya da bilinçsiz olarak taşıdığı bir mesajdır. “Toplumun militarizasyonu” gibi bir laf edildiğinde bence tam da denilmek istenendir.
  
Militarizmin sivil yaşantımızda daha bir çok yansıması vardır, heryere koskaca dikilen bayraklar, dağlara yazılan yazılar, sivil alanların ortasındaki askeri bölgeler ve savaş araçları, şehitlikler, okullardaki disiplin uygulamaları ve milli güvenlik dersleri, ve hatta “çimlere basmayın” gibi anlamsız yasaklar bize hergün otoriter sistemin ve onun koruyucusu militarizmin varlığını hatırlatır ve sarsılmaz olduğuna dair inanci pekiştirir.
Sokaklardaki durum böyleyken bunu afişe etmeyi hedeflemiş, militarizmle mücadele eden aktivistlerin organize ettiği “Geleneksel Mili-Turizm Festivalleri”nden de bahsetmek istiyorum. Bu festival biçimi, gerek kullandığı şiddetsiz doğrudan eylem araçları olsun gerek militarizmle mücadeledeki çeşitliliği ortaya koyması bakımından olsun Türkiye'deki sistem karşıtı hareketlere, mücadele araçları ve eylem biçimleri bakımından bir çeşitlilik kattı diye düşünüyorum.
 
Fikir olarak 15 Mayıs Dünya Vicdani Red gününde ne yapalım diye düşünülürken çıkan Militurizm festivalleri, vicdani ret ve savaş karşıtı hareketin aktivistleri tarafından organize edilmiş bir politik eylemlilikler dizisiydi ve bu eylemlilikler; gösteriler, tiyatrolar, konserler, şehir turları gibi aktivitelerin yanında şiddetsiz eylemliliğin yaratıcılığı kullanılarak gerçekleştirilen eylemlerle 3 farklı şehirde gerçekleştirildi. İlki 2004 İstanbul'da, ikincisi 2005 İzmir'de ve sonuncusu 2006'da Ankara'da düzenlenen bu festivallerde, bir turist turu şeklinde hazırlanmış ve farklı şehirler ile ülkelerden gelen aktivist “turistler”le, şehrin militarist sembolleri ve kurumları ziyaret edilmişti. Bu sembollerin, Kurtuluş Savaşı “kahramanı”, “ilk kurşun”un sahibi “Hasan Tahsin” heykeli örneğinde olduğu gibi aslında bir ajanın gerek gerçek hikayesinin anlatılarak gerekse etrafında yaşayan halkı, bu sembollerle yapılmak istenene dair bilgilendirerek sivil hayatlarımızdaki militarizm görünür kılınmaya çalışıldı. Böylece en azından bu sembollerin etrafında yaşayan bizler ya da halk diyelim, bu mesajlara dair uyanık olabilecektik.
 
Festivallerde ayrıca, militarist sembollerin hayatımızın her alanını pervasızca kaplamalarına inat, bu sembollerin dibinde ya da sisteme değil de bize ait olan sosyal alanlarımızda kadınlar ve erkekler, askerliği ve militarizmi red deklerasyonlarını okudular. Ve ilk kez bu 3 büyük şehrin sokakları müzikleriyle ve danslarıyla eylem yapan aktivistlere tanık oldu.


Etiketler: insan hakları, askerlik
İstihdam