28/06/2012 | Yazar: Tunca Özlen

Solcu denildiğinde, bu siyasi kimliği taşımayan insanların aklına belirli bir tipolojinin gelmesi doğaldır. Sorun idealize edilen sol kimliğin bir yerden sonra karikatürize edilmeye başlanmasıdır.

Solcu denildiğinde, bu siyasi kimliği taşımayan insanların aklına belirli bir tipolojinin gelmesi doğaldır. Nasıl ki faşist denildiğinde sarkık bıyıklı, şeriatçı denildiğinde cübbeli-şalvarlı biri (bu arada figür nedense hep erkektir) gözümüzün önüne geliyorsa, solcu denildiğinde de pos bıyıklı ve kasket giyen birinin zihinlerde canlanması bizim için tek başına sorun teşkil etmez. Sorun idealize edilen sol kimliğin bir yerden sonra karikatürize edilmeye başlanmasıdır.

 
Solculardan, ortadan kaldırmak için mücadele ettikleri sömürü, yoksulluk, işsizlik gibi kategorileri gündelik hayatlarında yeniden üretmeleri beklendiği ölçüde bir siyasi kimlik olarak solculuk itibarsızlaştırılıyor. Öyle olmayanların gözünde gerçek bir solcu olarak görünmek için en ağır şartlarda sömürülmek, asgari düzeyde bir yaşam sürmek ve belirli aralıklarla işsiz kalmak gerekiyor. Güçlünün peşinden gidenler solcuları işte böyle görmek istiyorlar.
 
“Solcular otomobillerimize, evlerimize el koyacaklar mı?” endişesini taşıyanlar, bir solcu bunlardan herhangi birine sahip olması karşısında hemen not kırıyorlar. Üretim aracı / tüketim nesnesi ayrımı kategorik değil demagojik kabul ediliyor, yine alaya anlıyorsunuz. Tüketin nesnelerine sahip olmaya yüklenen politik anlam, solculara not vermeyi pek seven insanları üretim araçları üzerindeki mülkiyeti sorgulamaya sevk etmeye ise yeterli olmuyor. 
 
Solculuğun tüketim nesneleri ile kurulan ilişki üzerinden tanımlanması kabul edilemez. Solcu, içinde yaşadığı kapitalist düzenin belirleniminden örgütlü kimliği sayesinde sıyrılabilen kişidir. Öbür taraftan, kişisel olarak geliştirilmesi mümkün ve gerekli olan bu irade, daha makro düzeyde kapitalizmden "kurtarılmış bölgeler" yaratılmasına el vermez.
 
Ne demek istiyorum?
 
Kapitalizm egemen üretim sistemi olduğu müddetçe, meta üretiminin sonucu olarak ortaya çıkan tüketim nesneleri arasından belirli kriterlere (menşei, marka, fiyat, kalite) göre yapılacak tercihlere politik bir anlam yüklemek, sol kimliği bu tercihler üzerinden tutarlılık testine tabi tutmak, en hafif deyimle samimiyetsizliktir.
 
Burada bir parantez açıp boykotçuluğu ilkesel olarak reddetme taraftarı olmadığımı belirtmek isterim. Kapitalist sömürüyle, emperyalist yayılmacılıkla veya siyonizmle özdeşleşmiş markaların boykot edilmesi, belirli bir siyasi bağlama oturtulduğu müddetçe desteklenmesi gereken kampanyalardır. Yeter ki boykotçuluk siyasi bağlamından kopartılarak anti-kapitalist mücadeleyle ikame edilmesin. Parantezi kapatabilirim.
 
Hangi kriter üzerinden tercih yaparsak yapalım sahip olacağımız tüketim nesnesi pazara yönelik üretilmiş olacaktır ve meta üretiminin gerçekleştiği her birimde artı-değer sömürüsü vardır. Üstelik üretim biriminin sermaye ölçeği küçüldükçe ve pazar ihtiyacı arttıkça, ücretli köleliğin şartları da ağırlaşmaktadır.
 
Tanınmış markaların ürünleri yerine henüz yeterince tanınmamış markaların ürünlerini satın alırken kapitalizmin beline kazma vurduğunu düşünenlerin aklına, aldığı ürünün merdiven altı bir atölyede üretildiği, işçilerin asgari ücretin bile altında sendikasız ve sigortasız olarak çalıştırıldığı için bu kadar ucuz olduğu gelmez. Burada “işçi hakları için marka ürünler satın alın” demiş olmuyor, tüketim tercihlerine yüklenen siyasi anlamın meşruiyetini tartışmaya açıyorum.
 
Kapitalizmden ve tabi olduğu yasalardan bahsediyorsak, kapitalizmin bağrından çıktığı feodalizm ile belirli bir geçiş süreci boyunca yan yana var olabildiğini, ancak aynı yasanın sosyalizm için geçerli olmadığını akıldan çıkaramayız. Kapitalizm aşılmadan ancak daha geri üretim biçimleri varlıklarını sürdürebilirler ve hiçbir zaman kapitalist ilişkilere alternatif oluşturamazlar.
 
Türkçesi, kapitalizmi yıkmadan ondan kaçış yok. Geçimlik üretimin gündelik tezahürleri olan ev yapımı salça, yoğurt, turşu vs. ile beslensek bile söz konusu tarım ürünleri için ter döken tarım proletaryasının ahını almaktan kurtulamayız.
 
Kapitalizm koşulları altında ister üretici, ister tüketici pozisyonunda olalım gerçekleştirdiğimiz her ekonomik faaliyet neticesinde kapitalizme bir tuğla koyarız. Tüketim nesnesinin menşei, markası, fiyatı veya kalitesi bu ilişkiyi değiştirmez. Söz konusu ilişkiyi daha dolayımlı yollardan kurmanın kapitalizmi yıkma mücadelesi ile ilişkilendirilmesi, solculuğun karikatürize edilmesine çıkar.
 
Pekiyi, ne yapmalı?
 
Lafı dolandırmaya gerek yok: Kapitalizmi yıkmak için örgütlü mücadele vermeli. Hayatımızı idame ettirmek için gerçekleştirdiğimiz “ekonomik faaliyetler” neticesinde bir tuğla koyduğumuz kapitalizmden “siyasi faaliyetler” neticesinden üç tuğla sökmek zorundayız. Koydukları o bir tuğlanın menşeinin “yerli”, markasının az duyulmuş, fiyatının ucuz ve kalitesinin düşük olmasına öncelik verenler kapitalizm hakkındaki duygu ve düşüncelerinde samimi iseler, solculara not vermeyi bırakıp örgütlü mücadeleye katılırlar. Aksi takdirde kapitalizmle mücadeleleri ‘dostlar alış verişte görsünden’ öteye gitmez.   

Etiketler:
İstihdam