23/06/2015 | Yazar: Eren Aksoyoğlu

CHP ve HDP’nin karşısında konumlanmış sağcı partiler, örneğin, LGBTİ yönelimlerin kent yaşantısı içerisindeki ‘yeni‘ konumlarına alışabilecekler mi? Yoksa saldırılarına devam mı edecekler?

Geçtiğimiz genel seçimler AKP’nin “yeni Türkiye” rüyasını tamamen bitirdi. Bu başarının bir benzerini Gezi Parkı direnişinde yaşamıştık. İki süreç bize tek şeyi öğretti: Kazanamadığımız bir maçı kaybetmememiz gerektiğini. Türkiye solu bunu deneyimliyor. Gezi Parkı direnişinden sonra Kabataş vb. yalanlar, hakaretlerin bir benzerini seçim pratiğinin ardından da izleyeceğiz. Yeni algı operasyonları bizi bekliyor. Ancak bu defa büyük bir avantaj yakaladık. Gezi Parkı’nda başlayan maçı kendi yarı sahamızda oynuyorduk. Şimdi kuralları AKP tarafından konulmuş sandıklarda, onların sahasında oynuyoruz. Bu anlamda genel seçimlerin oy oranlarına bakmamak gerek: Kendine yüksek hedefler belirlemiş ve kaybetmiş bir partiden söz ediyoruz.
 
Seçim sürecinin iki kazananı vardı: Politik süreci çok iyi okuyan ve doğru yere kurgu yapan HDP ve HDP’ye oyları kaymasına rağmen üslubuna çok dikkat eden, HDP’nin mücadelesini kırıp dökmeden politika üretmeye çalışan Kemal Kılıçdaroğlu. İki mücadeleyi de ayakta alkışlamak gerekiyor. HDP’ye tekrar döneriz ama Kemal Kılıçdaroğlu’na ve partisine bakalım. Solun büyüdüğünün bilimsel verilerle desteklendiği bir dönemde Kemal Kılıçdaroğlu’nun partisinin oylarını yükseltemediğini düşünmek partisi adına bir başarısızlık olarak görülebilir. Ancak her CHP’li ailenin HDP’nin barajı aşması için ince ince hesap yaptığını hesaba katarsak CHP’nin oylarını koruyor olması bir başarı haline geliyor. CHP, şüphesiz HDP’ye kayan oyu kadar yeni oy kazanmış oluyor. 
 
HDP kazandığında Türkiye de kazanmış sayıldı
 
HDP ise siyasal iletişimi; kampanyaları, algıları, televizyon reklamlarını düşünmekten kendimizi alamadığımız ve siyaset kurumunun piyasalaştığı bir dönemde politik sürecin kendisini kampanyanın önüne konumlandırarak doğru bir tercihte bulundu. “Seni başkan yaptırmayacağız” iddiasıyla koca bir politik süreç örgütlemeyi başaran HDP kendisini Türkiye sosyalist hareketi içerisindeki birçok tartışmadan uzakta tuttu. “Ondan Sonra” gibi birkaç kampanyanın da desteklediği HDP’nin politik söylemi Demirtaş’ın sempatisinin üzerine oturdu. Biraz daha asılsa tadını kaçıracağı bir espriler furyası herkesin başını çevirip Demirtaş’a bakmasına sebep oldu. Yılların MHP’lilerinin dahi “esasen sempatik adam” dediği bir siyasi figürün ortalama AKP’li ve CHP’lilerden oy almaması düşünülemezdi herhalde. Öyle de oldu. Nereden kaç puan aldığı tartışmalarına girmeksizin HDP’nin topladığı puanlar aynı zamanda Türkiye’nin kazanmasına neden oldu. Önümüzdeki süreçte Kürt hareketi içerisindeki yeni kırılmaların HDP’nin Türkiye partisi olma arzusunu arttıracağını zannediyorum. Bu kutuplaşma ve tartışmanın büyümesi kaçınılmazdır.
 
Seçim sonrası koalisyon tartışmalarında ortaya çıkacak saflaşmalar Türkiye solunun geleceğini belirlemesi açısından kritik. Çok yoğun teorik çatışmaların ve kötü bakışların gölgesinden çıktık. CHP ve HDP arasındaki kutuplaşmanın getirdiği cümleler dün gibi aklımızda. Ama hepsini unutmak istiyoruz. Seçim öncesi yapılan bir araştırmada CHP seçmeninin yüzde 55,4’ünün seçim sonrasında HDP’yle bir koalisyon istediğini göstermişti. İyi niyet açıklamalarının hem CHP hem de HDP tabanında bir karşılığı var. Açıklamaların ve yakınlaşmaların sürmesi tabandaki değişimi ve el ele tutuşma isteğini arttıracaktır. Kürt hareketi ve sosyal demokrasi hareketinin ikinci büyük buluşmasına katkıda bulunmak isteyen birçok hareket olduğunu biliyoruz: Türkiye işçi sınıfı, kadın hareketi, LGBTİ hareketi, gençlik hareketleri bu büyük barışmayı ve toplumsal mutabakatı bekliyor ve istiyor. Bagajların olmadığı bir geleceğe doğru yol alacağız. Önümüzde tek engel var: Koalisyon tartışmaları.
 
Üçüncü Milliyetçi Cephe Hükümeti
 
Kemal Kılıçdaroğlu’nun birkaç gün önce yaptığı “%60’ın koalisyonu” açıklamasına rağmen AKP’ye kapılar tam anlamıyla kapatılmış değil. Kılıçdaroğlu’nun Kaçak Saray’a gitmeme ihtimaline karşın Deniz Baykal’ın Erdoğan tarafından saraya çağırılma ihtimali siyaset çevrelerinde konuşuluyor. Cumhurbaşkanı’nın bunu yapma bir yetkisi var. Yani bütün ihtimaller masada. AKP-CHP, AKP-MHP, CHP-MHP-HDP, CHP azınlık hükümeti veya AKP azınlık hükümeti. En uzak ihtimal AKP-HDP koalisyonu. Ama halen bir ihtimal. Dört partinin kırmızı çizgileri koalisyon ihtimallerini aynı miktarda zorlaştırıyor. Ancak bir koalisyon öyle veya böyle çıkmak zorunda. Bütün ihtimaller hala masadayken en ferahlatıcı ve en ürkütücü ihtimalleri daha çok gündeme taşımak gerekiyor: Koalisyon görüşmelerinden bir Üçüncü Milliyetçi Cephe hükümeti çıkabilir.
 
Büyüme ve dayanışma artar
 
En ürkütücü koalisyon senaryosu bu olmakla birlikte solun önündeki çıkış yolu da bu olabilir. Zira bu şartlar altında koalisyona dahil olacak Kürt hareketi partisi veya sosyal demokrat partinin 13 yıldır parti-devlet yönetimini sürdüren bir yapıya karşı direnmesi ve buradan bir umut yeşertmesi zor görünüyor. Devletin merkezi fırtınalı bir alandır. CHP veya HDP’nin koalisyonun içerisinde olduğu bir formülde şüphesiz küçük kazanımlar elde edeceğiz. Ama Gezi Parkı direnişini görmüş bir topluluk için birkaç küçük kazanım yeterli olur mu? Kuşkularım var. Koalisyon tartışmaları sırasında aklımızdan çıkarmamamız gereken bir soru var: CHP ve HDP’nin karşısında konumlanmış sağcı partiler, örneğin, LGBTİ yönelimlerin kent yaşantısı içerisindeki “yeni“ konumlarına alışabilecekler mi? Yoksa saldırılarına devam mı edecekler?
 
Biliyorum, çok sert geçecek dört yıl olur ama Üçüncü Milliyetçi Cephe hükümetinde sol büyümeye devam eder, her saldırı karşısında dayanışma hızla artar. CHP ve HDP yakınlaşmaya devam eder. Burjuva siyasetinin içerisinden bakınca böyle görünüyor. Sokaktan bakınca da böyle göründüğünü zannediyorum. 

Etiketler:
nefret