05/09/2010 | Yazar: Ozan Gezmiş

Türkiye bir süredir evet, hayır ve boykot üçgeninde yolunu bulmaya çalışıyor.

Türkiye bir süredir evet, hayır ve boykot üçgeninde yolunu bulmaya çalışıyor. Yetmez ama evet diyenler v.b ile de aslında mevzunun tarafları oldukça bölünmüş durumda. Genel eğilim, yapılan son araştırmalarda oyların evet ve hayır üzerinde neredeyse eşit yoğunlaştığı yönünde ve bu durumda da kararsızlar referandum sonucunu belirleyecek gibi gözüküyor.

Oylama öncesi siyasi yasakların başlamasına az bir zamanın kaldığı şu günlerde ise siyasi liderler uzun bir süredir yürüttükleri propaganda çalışmalarını son birkaç mitingle tamamlamak üzereler. Bu aşamaya gelinceye dek meydanlarda tanıtım kampanyalarının sokaklarda ise vaatlerin ardı arkası kesilmedi. Her kesim kendi bakış açısıyla değişikliklerin neler getirip neler götüreceğini konuştu, tartıştı ancak ciddi olarak –kısmen BDP haricinde- ‘öteki’lerin sesini, taleplerini dile getiren ne bir siyasi parti, ne de bir sivil toplum örgütü oldu. Çeşitli dernek v.b örgütlerden yapılan bazı önemli açıklamalarda maalesef siyasi liderlerin üslup tartışmaları arasında eridi, kendisine yer bulamadı.

Medyanın etkin manipüle gücü ve yönlendirmesi hiç kuşkusuz bu referandum öncesinde de önemli bir rol oynadı. Referandumun içeriğinden çok şekliyle, siyasi liderlerin demokrasi, insan hakları adına ne söylediğiyle değil birbirleri hakkında ne söylediğiyle gündem epey meşgul edildi. Türkiye’nin sokaklardaki gerçek gündemi, insanların çektikleri acılar ve savaşın kavurucu gerçeği yine ırkçılık, milliyetçilik mezesi olarak “Vatan saolsun” ile harmanlandı. Sağ olan vatanın öldürülen çocukları vatansızdı uzun bir süredir ama bu süreçte de kimsenin ilgisini çekmedi...

Meydanlarda çokça kullanılan demokrasi ise ağızlardan hiç eksik edilmedi. Kim daha demokrat daha özgürlükçü derken demokrasi adına neler yapılabileceğine yönelik vaatler eksik, demokratlık etiketleri ise tam ve okunaklı yer aldı boy boy evet’lerin ve hayır’ların asılı olduğu afişlerde, gazetelerde. Bu toplumun büyük bir kesimini oluşturan kadınların, Lgbtt bireylerin, Kürt’lerin, Ermeni’lerin, Alevi’lerin yani ‘öteki’lerin demokratik talepleri ise her seçim sürecinde olduğu gibi savuşturuldu.
 
Acıları cezaevi yıkıp yenisini yaparak telafi etmeye çalışmak, üç çocuk doğurun diye ısrar edip kadınların ve erkeklerin eşit olabileceğine inanmamak, göz göre göre sokaklarda katledilen eşcinselleri gör(e)memek görse de “hasta” olduklarını düşünmek… Bunlar iktidarın demokrasi karnesini oluştursa da aslında farklı söylemlere sahip olduğu iddia edilen muhalefet için de hiç kuşkusuz ortak bir “demokrasi” yani sistem anlayışının ifadesi.
Geniş kitlelerin değişim beklediği bir süreç daha heba edilmiş gibi gözükse de değişim taleplerinde ısrarcı olmak ve vazgeçmemek gerekiyor çünkü artık demokrasi halüsinasyonları acıları azaltmıyor, aksine arttırıyor…

Oyunu ne yönde kullanacak olursa olsun 13 Eylül gününden itibaren iktidarından muhalefetine herkesin samimiyet sorgulamasına gittiği ve tüm kesimlerin beklentilerini daha yüksek sesle haykıracağı bir sürece girmemiz gerekli. Uzun süredir birçok kesim tarafından dillendirilen ve en kısa zamanda yapılacak geniş tabanlı yeni bir anayasa ile köklü değişikler acıları yok etmeyecek belki ama dindirecektir. Unutmamak gerekir ki bu fırsat telafisi çok zor bir dönemece girmeden önce son çıkış olarak karşımızda duruyor. Bunu kaçırmak ise topluma yeni bedeller ödetmek anlamına gelecek ki hiç kuşkusuz bunun tarihle olan vicdan hesaplaşması ağır olacaktır…
 

Etiketler: insan hakları, sivil anayasa
nefret