23/11/2010 | Yazar: Burika Tutu

Bu harfler karmaşasındaki depremin hakkı yazdan kalan bir sonbahar melankolisi'dir.

Bu harfler karmaşasındaki depremin hakkı yazdan kalan bir sonbahar melankolisi'dir. Klasik bir sabah, "hadi kokuşmuş, kaldır artık yara bağlamış kıçını ve harekette geç" dersin sözde değişim için, fakat her değişim bir tekerrürdür. Yani eylem aynıdır değişmek. Bir çocuğun bayram sabahı kalkıp babasının yattığı cezaevine gitmesidir hayat. Küçük çocuğun beyninin içindeki içiçe girmiş mekanizmanın canlanmasıdır. Aşık olacaksın birine, bir varlığa, canlı veya cansız oluşu mu, hiç mühim değil. Hiç düşünmeden hayat olmalı. Çünkü hayat bize kiralanmış bir mecburi şark görevidir. Çok çok iyi bir fahişedir, bedeninin fiyatını kaftanına göre iyi biçer. Ama hiç bir zaman satılık değildir, hükümsüz gibidir, bir pezevenk bile bulamamıştır zaten o kendinin fahişesi, kendinin pezevengidir. Anlayın işte hayat yahu! Nasıl tarif edeyim… Koskoca hayatın hükmü yoktur. Fakat şu insanlar, kendilerine bir hüküm bir kulp takacaklar ya. Tanrı diyorlar bu kulp'un adına. Ve bu Tanrı; kurnazların kuklası, ahmakların ilahıdır.
 
Sevmek kadar acımasız bir duygu yoktur ki sevilmek insanın hoşuna gitsin o sol tarafındaki karanlık dünyayı uyandırıp arkandan sürüklemeyi bilsin. Her erkek için aynı eylem farklı zevkler doğururmuş gibi dursada bir katil'liğin sonucudur mastürbasyon. Her gün, her hafta, yılda birkez zamanın kavramının pek de önemi olmayan bir vaziyettir. Aynı eylemden farklı derecede hazlar yaşansa da nitelik yine de aynıdır. Ne kadar acımasız mutluluklar yaşadığımızı şimdi anlıyorum, anlık hazlar için milyonlarca konuşan tohumu öldürmek, ruhsal tatminler için arkandan birilerini sürüklemek, insanları kandırmak için tanrıyı var etmek. Biz insanlar tek bir tanrı yarattık gibi görülse de bence binlerce tanrı var. Nasıl binlerce kabe varsa... Benim ibadethanem insandır. Mutluluğu başaran herkes ise tanrımdır. Ama şizofrenik mutlulaklar kazanmadan…
 
Hayat 45'inde ya da 50'sinde başlayan gecikmiş ve hafif de kokuşmuş bir nicelik değildir. Hayat farkından sonra başlar, düzülmeye itirazın olmadığı sürece devam eder. Bazen rahat, bazen gayet bayat! İşte sana hayat.
 
Bir jöle kıvamındaki sıvı sevmekle başlar herşey leş gibi kokan sıvının 9 ay 10 gün sonra muhteşem bir kokuya dönüşeceğini bilmeden körü körüne sevmekle başlar. Yani bir tohumu sevmek kadar bir cesedi de sevmektir başlangıç çizgisi, sonu nerde bilinmez çünkü başlarken ölümü de göze alırsın… Hayat sana kendini kiraladığı andan itabaren herşey kendini tekrarlar, değişim süreçleri bile, günler, aylar, üzüntüler, sahteden sevişmeler, şizofrenik mutluluklar. Tıpkı bir erkeğin okul tuvaletinde usulcana yaptığı mastürbasyon gibidir ya da evinde rahatça oturarak izlediği porno film gibidir, ikisinin de tek bir amaca hizmet durumu vardır. Aşk sonsuzluk ibaresidir demek ise sanırım tanrı'nın ahmaklarının cümlesidir! Aşk bir erkekle bir kadının birlikte olma süresiyle eş değerdir. Adam boşalır ve uyur, kadın biraz daha düşünür ve o da uyur sanırım aşk da birdahaki ilişkiye kadar uyur, adamcağızın pek de münasip olmayan yerinde. Ama önemli olan kadının sesleridir aşkta, çünkü erkek eliyle bile haz alan bir canlıdır. Tecavüzün ta kendisindesin, ne bir polis ne de doktor çare şu an. Hukuksuzluk örneği gibi kiralık katille de öldürülecek bir sıfatı olmayan düşmanın var. Tecavüzün etkisinde çığlıklar atmak yerine alışıp zevk alıyorsun fakat bir yandan tecavüz ediliyorsun, ama zevk de alıyorsun. İşte sana hayat! Hadi bana eyvallah hayat bu gece sağlam işe çıktı.
 

Etiketler:
nefret