14/12/2009 | Yazar: Deniz Deniz

Bu ülke üç sorunda hep kapatmalar yaşadı. Bu ülkede üç kesimin sözleri hep ağızlarına kapatılmak istendi. İnananlar, Kürtler ve evet eşcinseller.

Bu ülke üç sorunda hep kapatmalar yaşadı. Bu ülkede üç kesimin sözleri hep ağızlarına kapatılmak istendi. İnananlar, Kürtler ve evet eşcinseller.

 
Anladım, bu ülkenin tek bir sorunu var: Kapanma ve kapatma. Hayır hayır - o da önemli bir sorun olsa da - türbandan falan bahsetmiyorum. Elbette beni "kapanma" ve "kapatma" üzerinde takılmaya iten DTP’nin kapatılması olayı. Ancak aslında tam olarak bu da değil. Çünkü DTP'nin kapatılması da zaten bu "kapanma" ve "kapatma" sendromunun bir sonucu sadece değil mi ki, bu ülkenin harcı zaten vehimler üzerine kuruldu. Ve değil mi ki o vehimler sonucunda ülke farklılığa, demokrasiye, insan haklarına, kısacası insana kapatıldı. Altı oka uymayan insana dair ne varsa, düşman görüldü. Siz buna ister Kürt, Alevi, Çingene, Ermeni deyin ister türbanlı, eşcinsel, transeksüel deyin. Tek millet (Türk), tek din (İslam) tek mezhep (sünni), tek dil (türkçe), tek cinsiyet (kadın -erkek), tek ideoloji (kemalizm) bunların dışındakiler var olduğu halde yok sayıldı. Genç Cumhuriyet farklı renklerini kendine entegre edeceğine bunlara arşı sonuna kadar "kapanma" ve "kapatma" yolunu seçti.
 
Sahip olduğum farklı cinsel kimlik nedeniyle yaşadığım onca soruna rağmen ülkemin "Kürt sorunu" denilen meselesini de olması gerektiği şekilde çözmesi için hep umut etmiş olanlardanım. Dahası bu ülkedeki daha pek çok alanda yaşanan hak ihlallerinde olduğu gibi LGBTT kitlesine yönelik hak ihlallerinin arkasında da bir şekilde Kürt sorunun yattığının bilincindeyim. Yani sözün kısası bu sorun çözülmedikçe hiçbirimizin rahata kavuşacağı yok. Baran Tursun'un polis kurşunuyla öldürülmesin de yolda yürüyen travestiye kesilen keyfi para cezalarının da arkasında bir şekilde bu sorun yatmaktadır. Çünkü bu sorun bu haliyle kaldığı sürece bu ülkede polisin eli de sonuna kadar açık kalacaktır. O yüzden bu sorunun olması gerektiği şekilde yani siyaseten çözülmesi umudunu hep taşıyorum, taşımak istiyorum. İzmir'de DTP konvoyuna Diyarbakır'da ise AKP binalarına atılan taşlara rağmen. Tokat'ta yedi Mehmet'in sözüm ona özgürlük savaşçılarınca haince katledilmesine rağmen bu umudu taşımak istiyorum. Cumhuriyetle yaşıt bir dışlamayı, dahası kanıksanan bir kapanmayı açılıma dönüştürmek kolay değil. Trafik ışıklarına dahi ırkçı yaklaşanların eğitimi altında tek taraflı dolduruluşa getirilen bir halktan DTP konvoyunda görülen renklere saygı göstermesini beklemek de hiç kolay değil. Seksen küsur yıldır halkların tepesinden inmeyen bir paradigmayı bir anda açılıma dönüştürmekse hiç kolay değil.
 
Bu ülke üç sorunda hep kapatmalar yaşadı. Bu ülkede üç kesimin sözleri hep ağızlarına kapatılmak istendi. İnananlar, Kürtler ve evet eşcinseller. Birinci Mecliste hem Kürtler hem de dindarlık vardı. Mustafa Kemal'in atadığı 1924 kurucu meclisinde ise bu iki kesim de yok sayıldı. Sahi neden acaba? Bilmek istiyoruz, M. Kemal ve arkadaşlarının ulus devlet kurma endişelerinin dışında ne oldu da, birinci mecliste fotoğrafa giren Kürtler sonraki meclislerde birden yok oldu. Sahi ne oldu da, gencecik cumhuriyet çok önemli renklerinden birini yok sayarak yoluna devam etme kararı aldı. Hem de bu kararın ileride büyük sorunlara yol açacağını bile bile. Genç Cumhuriyet bu riski neden aldı? Eşcinselliğin ta o zamanlar görünür anlamında temsil edilip edilmediği üzerine konuşmak elbette saçmalık. Ancak hani bir yazar "yahu Osmanlının sonlarına kadar İstanbul’da oğlanlarla da yatılıyordu. İttihat ve Terakkiyle beraber oğlanlarla yatmak ayıplanır oldu" demişti ya. Cumhuriyeti kuran kadroların İttihat ve Terakkinin devamı olduğunu bilmem söylememe gerek var mı? Kısacası Cumhuriyet ideolojisi (Kemalist) eşcinselliği yasaklamadı ancak sümenaltı etti. Ta ki çok partili sisteme geçene kadar. Ne zaman ki demokrasi geldi Bülent Ersoy vakasında olduğu gibi sistem afalladı. Bir gecede yasa değiştirildi. Peki bu hangi döneme denk geldi, liberal ekonomiye geçiş sürecine. Eşcinseller kemalist ideolojinin kırılmaya uğradığı faylar sayesinde görünür olma fırsatı buldu. İster buna demokrasi deyin, ister liberal düşünce, ister serbest pazar, ama böyle oldu.
 
Eşcinseller görünür olmaya başladıkça sorunlar da, sorunların çözüm talepleri de yükselmeye başladı. Dernekler kuruldu, kapatıldı, son anda Yargıtay, şartlı onay verdi.
 
Aynı süreç Kürt sorununda da yaşandı. Önce yok sayıldı. Hemen arkasında -tamamen etnik amaçlı olmasa da -Şeyh Said isyanı çıktı. İsyan bastırıldı sorun çözüldü sanılarak Kürtler yok sayılmaya devam edildi. Onca asimilasyona rağmen Kürtler ve Kürtçe yaşamaya devam etti. Türkiye'yi 12 Eylüle götüren süreçte Kürt fraksiyonlar da kullanıldı, darbeyle diğer gruplar gibi onlar da bastırıldı. Darbeyi yapanlar, öbür taraftan Öcalan'ı Bekaa vadisine yolladı.
 
Bakın Serdar Ortaç Ahmet Kaya olayından dolayı çok pişman olduğunu söylemiş. Kimileri "yemezler konjonktür hazretlerine bir selamdır bu" demiş, olabilir. Ama elimizi vicdanımıza koyalım bu pişmanlığın arkasında da bir parça o sözünü ettiğimiz ırkçı empoze hazretlerinin payı yok mu? Sosyologlar şu kuralı iyi bilir toplumların alışkanlıklarının değişmesi için uzun zamanlar geçmesi gerektiğini. Batıdakilerimizin doğudakilerimize nasıl baktığını hepimizin yaşadıkları apaçık gösteriyor. Hiç unutmam İletişim Fakültesindeki bir öğretim görevlisi Parlamento Hukuku ders kitapçığının satır aralarına güneş dil teorisi ve kart-kurt saçmalığını sığdırabilmişti. Ne alakaysa hani. Genç bir üniversiteli olarak, itiraz etmiştim, isyan etmiştim. Bir üniversite öğretim görevlisi hiç alakası olmadığı halde Kürtleri dersinde bu şekilde aşağılama hakkını kendinde bulduğu bir atmosferde, genç bir popçunun Kürt sanatçının Kürtçe şarkı okuma talebine 10. Yıl marşı ve çatal bıçakla karşılık vermesine belki hayıflanabiliriz ama şaşırmamalıyız. Serdar Ortaç’ı da bu sistem yarattı. Dolayısıyla Ahmet Kaya'yı da Serdar Ortaç değil bu Kemalist sistem linç etti.
 
Bakın DTP'nin kapatma kararından çok kararın bir ayrıntısı dikkatimi çekti. Açılımın bitip bitmediğine de ışık tutan bir ayrıntı bu aslında. Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'un siyasetten men edilmesi. Türk'ün başından beri ılımlı davrandığı, şahinler içinde yer almadığı pek çok yazıldı çizildi. Ne Kandil’e gidip militan teslim aldı, ne de şiddeti maruz gören herhangi bir beyanatı var. Sürekli kanın durmasından barıştan söz etti. Olsa olsa bazı konuşmalarında "Sayın Öcalan" demiştir ki, zaten bu ülkenin başbakanı da o hitabı kullanmadı mı? Ya Aysel Tuğluk'a ne demeli. Partinin en entelektüel isimlerinden biri olması bir yana Tuğluk, Kemalist Türklere çaktığı selamlarla da adından söz ettirmişti. Kürt sorununu ancak Kemalist güçler ve Kürt aydınları el ele vererek çözebilir görüşünü ortaya atmıştı. Kaderin cilvesine bakın ki Tuğluk'u tam da o güvendiği Kemalist güçler siyasetten menetti. 
 
Başta dedik ya bu ülkenin "kapanma" ve "kapatma" sorunu var diye. Bence artık, barışa ve kardeşliğe inanan biz diğerleri de hatta bugüne kadar Kürt ve Türk taraflarının en uçlarında yer alanlar özellikle, bizler de artık bir şeylere kapanmayı öğrenelim. Irkçılığa varan milliyetçiliğe, hamaset söylemlerine, resmi ideolojiye, yıllardır kafamıza empoze edilen vehimlere, Kürt'ün özgürlüğü için yine Kürt'ün kanını emenlere, emdirenlere… Böyle düşünmek için elimizde iki sağlam olay da var üstelik. Biri DTP'nin kapatılması, diğeri de Tokat'ta hastaneye giden Mehmetçiğe kurulan hain pusu. Çatışıyor gibi görülen iki taraf bu iki olayda yeri geldi mi nasıl benzer tepkiler geliştirdiklerini ortaya koymuş oldular. Uygar bir insana düşen her iki tarafın da nutuklarına "kapanma" ve "kapatma" ile karşılık vermek. Bu şekilde davranarak gerek eşcinsellerin ve gerekse diğer ötekilerin özgürce barış içinde yaşayabileceği bir ülke için en güzel cevabı da vermiş oluruz.


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam