12/10/2010 | Yazar: KAOS GL

Hemen baştan bu yazıyı yazma nedenimi belirteyim.

Hemen baştan bu yazıyı yazma nedenimi belirteyim. Manevi linçten hiç hoşlanmam. Manevi lincin bir parçası olan kitlesel yargılamalardan da öyle. Hele bu yargılamanın yargıcı bir bakan falansa hiç ama hiç.
 
Antalya’daki Altın Portakal Festivalinin Uluslararası Filmler Jüri Başkanı olarak Türkiye’ye çağrılan film yönetmeni Emir Kusturica, Kültür Bakanının da kitlesel yargılamaya katılması üzerine bu görevini yerine getiremeden ülkeden ayrılmak zorunda kaldı.
 
Önce bir grup yönetmen ve film ekibi, Bosnalılar adına bir protestoda bulunarak festivalden çekildiklerini açıkladılar. Daha sonra bir grup, festivalin açılışında bir gösteri düzenleyerek Kusturica’yı protesto etti. Son olarak, Kültür Bakanı da bu protestolar paralelinde bir açıklamada bulunarak Kusturica’yı kınadı.
 
Protestoların ana teması şuydu: Esasen bir Bosnalı olan Emir Kusturica, daha önce yaptığı açıklamalarla Bosna katliamını önemsiz göstermiş ve Sırpları destekleyen bir tutum almıştı. Yani, öyle anlaşılıyor ki, Kusturica, esasen Bosnalı değil de Sırp olsaydı, bu tür açıklamalar yapması fazla sorun olmayacaktı. Vay haline “aslını inkâr” edenin!
 
Bu “aslını inkâr” meselesi çok kafa bulandırıcı bir şeydir. Ne demektir insanın “aslı”. Bırakın milliyetlere ve dinlere ait olmayı, insanlığa ait olmak bile tartışmalı bir konudur. Mesela biri, “aslı”nın insan da değil, memeliler olduğunu ileri sürebilir. Bu “aslı” meselesi tek hücrelilere, hatta evrendeki bütün varlıklara ait olmaya kadar gidebilir.
 
Ben, Emir Kusturika’dan, Can Dündar’la NTV’de yapılan röportajında böyle sofistike bir cevap vermesini beklerdim. Bunu yapmadı. Tersine, Bosnalıların da köken olarak dört yüz yıl öncesinde Sırp olduklarını söyledi. Bosnalıların, sonradan, Osmanlı İmparatorluğu’nun işgali döneminde Müslümanlığı kabul etmiş Sırplar olduğu anlamına gelecek şeyler söyledi ki, bu hiç de yanlış değildi. Evet ama beş yüz yıl önceki Sırpların aslında Slav, bin yıl önceki Slavların da Avarlar olduğunu ileri sürmek pekâlâ mümkündür. Bu böylece gider ve en sonunda tek bir “ırk”a, insan ırkına varılır. Burada da durmaz. İnsanın da memelilerin bir kolu olduğuyla devam eder gider. Dolayısıyla bu aidiyet meselesinin içinden çıkmak mümkün değildir.
 
Emir Kusturica bunu yapmadı, kendi tercihidir, bir şey diyemem. Demek kendini öyle hissetmiş, Sırp olarak tanımlıyor. O güzel filmleri yapan yöneticiden çok daha geniş bir bakış beklesek de bu tutumuna saygı göstermek zorundayız.
 
Kusturica, yine Can Dündar’a verdiği cevaplarda, Bosna katliamının abartıldığını söyledi. “Hani nerede toplu mezarlar, göstersinler” dedi. Bu konuda da kendisiyle tartışılabilir. Onunla aynı kanıda değilim. Bosna’da büyük bir katliam, kitle kıyımı olduğu bir gerçektir. Diyelim ki, rakamlar abartılmış olsun, bu, kitle kıyımının gerçekliğini ortadan kaldırmaz ki. Nasıl, İttihat Terakki dönemindeki 1915 Ermeni kıyımı konusunda bazı unsurların rakamları abartması, bu kıyımın gerçekliğini ortadan kaldırmıyorsa. Ya da Stalin’in büyük katliamları hakkında ancak tahmini rakamlar verilip, zaman zaman bu rakamların abartma sınırına dayanması, Stalin’in kitle katliamının gerçekliğini tartışma konusu yapmıyorsa (gerçi onu da yapmaya kalkışanlar var ama). Nasıl, Yahudi katliamı konusundaki abartmalar, Hitler’in katliamlarından kuşkuya düşmemize yol açmıyorsa.
 
Evet ama sonuç olarak, bu da bir görüştür. Tartışırsınız, karşı argümanlar getirirsiniz. Böyle yapmak varken bir sanatçıyı topa tutmak ne menem bir iştir Allah aşkına. Üstelik “dinime küfreden bari Müslüman olsa” derler insana. Bakanımız (bakıyor mu bakmıyor mu, yoksa bakan kör müdür, o da belli değil ya, hele Tophane saldırısından sonra hem mağdurlara hem de saldırganlara şeker dağıtırken gözlerinde epey bir sorun olduğunu düşünmekten kendimi alamamıştım) bugüne kadar kendi yakınlarında olan hangi toplu kıyımları kınamış ki, bunu başkalarından bekliyor. Kürtlere yapılan kıyımları kınadığına hiç tanık olmadım. Ya Ermeni katliamı? Bakanlığını yaptığı Cumhuriyet devleti bu katliamı hâlâ inkâr etmekte. Böyle bir devletin bakanlığını yapmak onu rahatsız etmiyor mu? Ediyorsa neden bir şeyler söylemiyor bu konuda. Bu durumda “aleme verir talkımı  kendi yutar salkımı” desek çok mu ileri gitmiş oluruz.
 
Üstelik konukseverlik diye bir şey vardır. Konuğa nezaket göstermek diye bir şey vardır. Bir kültürel faaliyet yapılıyor. Bir sanatçı, davet üzerine kalkıp geliyor bu kültürel faaliyete katılmak için. Diğer protestoculara fazla bir şey demiyorum. Protesto haklarıdır ama üstelik tam da bu konuyla ilgili Kültürle görevli Bakan kalkıp, o sanatçıyı hedef alan sözler ederse bu en azından saygısızlıktır ve konukseverliğe sığmaz. Bu, evinize konuk olarak gelen bir insana açıktan açığa hakaret etmekten pek de farklı bir şey değildir. O konuk, siz istediğiniz kadar haklı olun, eğer o evi terk edip giderse hiç şaşırmamak gerekir. Ey politika, sen nelere kadirsin!
 
Emir Kusturica’yı manevi olarak linç edenlere bir öneri: Sizin yerinizde olsam, yemez içmez, oturup Emir Kusturica’nın bütün filmlerini art arda izlerdim. Goran Bregoviç’in müziğini yaptığı o harika Çingeneler Zamanı’nı örneğin. Sonra, Stalinist terörün bir benzerinin, 1950’li yılların başlarında, Stalinistlere ya da Tito’nin anti-Stalinist kampanyasına katılmayanlara karşı nasıl uygulandığını anlatan Babam İş Gezisinde’yi. “Sosyalist” bürokrasiyle esaslı bir şekilde dalga geçen Underground’u. O zaman göreceksiniz ki, Emir Kusturica’nın sanatı, onun Bosna katliamını önemsizleştiren sözlerinden çok daha önemlidir. Ve o zaman göreceksiniz ki, onun filmleri ve müziği, bütün Balkan halkları gibi, Bosnalıların da acılarını anlatmaktadır. O zaman belki anlayacaksınız, bu sanatın sizin verdiğinizden çok daha büyük destek verdiğini Bosnalılara, hepinize, hepimize.
 
Sorry… Emir Kusturica.

Etiketler: kültür sanat
İstihdam