21/05/2014 | Yazar: Sultan Yavuz

Biz annemizin dolmalarını özlerdik uzak şehirlerde, devletin içine katlettiği cesetleri koyduklarını değil.

Dolmalık biber doldurur gibi toprağı dolduruyorlar kürekten kaşıklarla. Biz annemizin dolmalarını özlerdik uzak şehirlerde, devletin içine katlettiği cesetleri koyduklarını değil. Oysa anne eli uzak; gri pençeli, öcü devlet eli her daim yanı başımızda boğazlamak için an kolluyor Yonca.
 
Nedenlerimiz ve nasıllarımız arasında kuşaklarca sorarken, çözüm cümlelerimiz ya havada asılı kaldı ya da cılız çıktı. Ne zaman devrimden bahsetti onlu, yirmili bahar tazeliği, karşısında hep aç gözlü akbabaları buldu. Demir parmaklıkların paslı dişleri vardı; cellâtları vardı devletin. Dört bir yanı sarmış iktidarın neresinden tutacağımızı bilemedik. Devrim hep bir ihtimaldi ve ihtilaller boğdu ihtimal düşleyen çocukları.
 
Bazılarımız hep saplantılı oldu tarihine; en büyük mücadeleleri takvim yaprakları vermiş gibi. Rakı masasında bir nostalji oldu bazen devrim, genç devrimcilere selam durdu.
 
Savaşlar içinde “barış” dedik Yonca. Adaletsizliğin bağrında tutuşan yürekler için barış. Dili, dini, ırkı, cinsel yönelimi bizden başkaları için. Çocuklar için, anneler için, babalar, büyükbabalar, büyükanneler için barış. Savaş çığırtkanlarının, nefretle gözü dönmüşlerin, kan tüccarlarının sayıca fazlalığına ya da öyle gösterilmesine rağmen. Biz sesi az çıkanlar aslında çoğunluktuk. Öyle kabul ettik dünyayı, belki de inancımızı yitirtmemek için sarıldığımız bir düştü çoğunluk olduğumuz fikri. Bunca ölümü gördükten sonra artık ne kadar çoğunluktayız, bilmiyorum Yonca.
 
Çünkü birileri fena halde oynuyor, birileri fena halde kötü adamların tarafını tutuyor. Kötü adam onlara daha inandırıcı geliyor, onları ikna ediyor. Her birini kendi cellâtlarını sevmeye itiyor. Korku duyuyorlar Yonca. Gerçekliğe gözlerini kapatmazlarsa, aslında kötü adamların tetiği çekme cesaretinin kendileri olduğunu görmekten korku duyuyorlar. Oysa hepimizin etrafında dönüyor olaylar. Ölenler bizim safımızda, bir ön sıradalar hepsi bu. Ölümleri, kocaman kocaman cümleli, “bazılarının anladığı” maddeler arasında yitip gidiyor, askıya alınıyor cesetleri. Hangi adaletin akıl terazisinden geçiyor ölümlerimiz, hangi sırat köprüsü yaşamlarımızı ikiye bölüyor?
 
Cehennemlik tarafımız hep kendimize ait; cenneti bahşeden yalnızca devlet baba. Devlet baba ve Anayasa, çocukları zindan... Kutsal aileyi selamlıyorum. İsmim terör örgütü ile bağlantısı olan Pınar Selek, ismim terör örgütü ile bağlantısı olan Roboskili Salih Encü, ismim Gezi’de öldürülen ve bölücü güçlerle anılan Berkin Elvan. Terör eylemlerimizi yazılarımızla, birkaç kilo kaçak tütünle, bir ekmek parasıyla gerçekleştiriyoruz. Bazen adımız Hrant da oluyor; nefreti ta cumhuriyetten kötü bir yönetim olduğu söylenen meşrutiyete dayanan. Bazen adımız Çağla Joker, bazen de Saada Darwich...
 
Çok kırıldık Yonca. Bizi her yerimizden buduyorlar, kanatıyorlar, kanlarımızla güçleniyorlar ve biliyor musun hiç utanmıyorlar. Aynaya baktıklarında, yüzlerindeki boyadan kendilerini göremiyorlar. Kendilerine yabancılaştıkça öldürmek kolaylaşıyor. Mekanikleşiyorlar. Biz istatistik oluyoruz Yonca, bizi sayı sanıyorlar. Eylemlerimiz sayı, grevlerimiz sayı, ölümlerimiz sayı. Kış için yaktığımız torba başı kömür hesabı gibiyiz. Diyet için gerekli günde 5 zeytin, 3 ceviz, 4 badem gibiyiz. Abaküs gibiyiz. Tüm abaküsleri parçalamak, tüm cevizleri kırmak, tüm kömürleri yerine gömmek isterdim Yonca.
 
Kibirli umarsızlıklarıyla her gün karşımıza çıkan bu yüzleri silgiyle silmek ve gerçekte yüzsüz olduklarını göstermek isterdim. Soru işaretleri ile bağırmak isterdim. Nitekim zor olan soru sormak değildi Yonca, zor olan sorduğumuz soruların cevaplarına hazır olmaktı. Bazen cevaplar yanı başımızda durur ama onu görecek gözlerin perdeli olmaması gerekir. Bilirsin Yonca, “körler ülkesinde görmek, bir hastalık sayılır.” 

Etiketler:
İstihdam