31/12/2018 | Yazar:

Güçlendirmeyi queer bakış açısıyla ele alırsak güçlendirme yaklaşımının uygulamada tek bir formüle bağlı olmadığını kişi ile birlikte oluşturulması gerektiğini anlayabiliriz.

Güçlendirmeyi queer bakış açısıyla ele alırsak güçlendirme yaklaşımının uygulamada tek bir formüle bağlı olmadığını kişi ile birlikte oluşturulması gerektiğini anlayabiliriz.

Okuyacağınız bu yazı, Kaos GL Derneği’nin 8 – 9 Aralık tarihlerinde İzmir’de düzenlediği “Uluslararası Sosyal İçerme Çalıştayı”na dair kısa ve şahsi bir değerlendirmeyi içeriyor.

Pek çok kavramın queer bir perspektifle incelendiği bu Çalıştay, “sosyal içerme”ye dair temel bilgileri yeniden düşündürdü. Örneğin “sosyal içerme” benim üzerinde çok düşündüğüm bir kavram değildi ancak Çalıştay sosyal içerme kavramından ne anladığımız, bu anlamın heteroseksüel dünya ve LGBTİ+’lar için ne tür bir bağlam sunduğunu tartıştı. Böylece, Çalıştay’da yapılan tartışmalar sayesinde bu kavramın taşıdığı anlamları ve bu kavram üzerinden yaratılabilecek ayrımcılıkları da fark etmiş oldum.

İlk oturumda Foucault’dan bahsedildi ve onun yöntemini merkeze alarak bir kavramı incelerken arkeolojik bir bakış açısı geliştirilebileceği anlatıldı. Yöntemin ne olduğunu sorarsanız kısaca şöyle anlatabilirim, örneğin “cinsellik” kavramını ele alırsak bu kavramın nasıl, kim tarafından ve ne zaman ortaya çıktığını, arkeolojik kazı sonrası ortaya çıkan bir eseri inceler gibi incelemeye çalışırsak bu kavrama atfedilen anlamaları ve kavramın doğuşundaki tarihsel bakış açısını da daha iyi kavrayabiliriz. Yani bu arkeolojik yöntem ile “cinsellik” kavramının nasıl bir sürecin sonunda ortaya çıktığı ve bu kavram üzerine nasıl ortak düşüncelere sahip olabildiğimizi anlamamızın sağlanabileceği ifade edildi.

Yine aynı “cinsellik” kavramı üzerinden “söylem” ve “söylem dışı” ifadelerin nasıl yaşatıldığı da tartışıldı ve aslında böylece arkeolojik bakış açısının nasıl kullanılabileceği de daha somut olarak ifade edilmiş oldu. Bunun içinde öncelikle “söylem” ve “söylem dışı” kavramlarının ne olduğu ve hayatımızı nasıl içerdiği örnekler üzerinden konuşuldu.

Uluslararası Sosyal İçerme Çalıştayı'ndan

Söylem, net olarak bir durumun ifade edilişi olarak anlatılabilir. Örneğin, bulunduğumuz odaya “şu kişiler” giremez denildiğinde bu bir hizaya getirme söylemidir ve aslında bu haliyle daha somuttur. Söylem dışında ise bu bize net olarak sözlü bir ifade ediş ya da yasa vb. üzerinden değil daha mekânsal-soyut bir şekilde anlatılır. Buna tarihsel bir örnek verilecek olursak eğer İngiltere’de üremeye yönelmemiş her türden cinselliğin hastalık olarak algılandığı Viktoryen dönemden bahsedebiliriz. Kendi yaşadığımız coğrafyayı bu açıdan inceleyecek olursak bizim kendi tarihsel sürecimizde cinsellik için buna benzer bir yaşanmışlık pek bulunmuyor ancak cinsellik üzerine kurulan söylem dışı baskıların Türkiye’de de görmezden gelinemeyeceğini de biliyoruz. Yani diyebilirim ki Türkiye’de cinsellik konusunda söylemde bir yasaklama bulunmamakta ancak bu söylem dışı baskının olmadığını da göstermiyor. Hatta kendi ülkemiz bağlamında cinselliğe yapılan söylem dışı baskı ve vurgu düşünüldüğünde, bu konunun söyleme -politik, yasal bir zemine- dökülmesinin istenmediği çünkü bu yapılırsa cinsellik ve onunla paralel ya da bağlantılı pek çok alanın da görünürlük kazanacağı düşünülüyor. Ancak bu haliyle cinselliğin hem bir “ahlaki” baskı unsuru olarak kullanıldığını hem de söylem dışına bırakılarak görünürlük kazanmasının engellendiğini düşünüyorum. Bu açıdan da “cinsellik” ve bu gibi toplumsal ve politik olarak söylem dışına atılan kavramların Foucault yöntemiyle incelenmesinin bu kavramlar üzerinden üretilen anlamları fark etmek ve hem mikro ölçekte kişilerin hem de makro ölçekte toplumun olumlu değişimi için yaklaşımlar geliştirilebilmesi, politikalar üretilebilmesi için kullanılabileceğini düşünüyorum. Çalıştay, bunları tartıştırması bakımından çok bilgilendirici ve geliştiriciydi.

Stratejik özcülük sosyal içerme ile nasıl kesişir?

Çalıştay’ın ilk oturumun da tartışılan konulardan biri de “stratejik özcülük” ve onun “sosyal içerme” ile bağlantısıydı. Oturumda bahsedildiği üzere stratejik özcülük; kültürel aidiyete, dini inanca, kimliklere vs. dair bilgileri/konumu aklımızda tutarak durumlara bakabilmek anlamını taşıyor. Sosyal içerme ise merkeze diğerlerini dâhil edebilmek için içeridekilerin konumunu akılda tutarak, dışarıdakilerin de var olan stratejik özcülüğünü dikkate alarak içeriye dahil edilmesi üzerine çalışmayı kapsıyor.

Bu tanımlamalar üzerinden bakınca aslında ilk akla gelmesi gereken sosyal hizmet disiplininin temel bilgilerden biri olan ‘danışanın olduğu yerden başlamak’ gerektiği. Danışanın kendisini ait hissettiği kültürel yapıya, bağlı olduğu dini inancına, ait hissettiği kimliğine saygı duymak ve danışanı tüm farklılıklarıyla biricik görmek ama bu farklılıklarından dolayı dışlanma yaşamaması için de hak savunuculuğu ve güçlendirmeyi sürdürmek. Çalıştay’da da sosyal içerme sağlayabilmek için yalnızca bürokratik alandan bir şeyler yapmasını beklemeden farklı alanlar üzerinden çalışmalar yapmanın önemi vurgulandı.

Amaç “uyumlaştırma” mı?

Sosyal içerme kavramının içeriği hakkında tartışmalar “uyumlaştırma” kavramını içerip içermediği ya da bunu nasıl ele aldığı üzerine devam etti. Remzi Altunpolat’ın konuşmasıyla devam eden oturumda, sosyal içermenin amacı “uyumlaştırma” ise bunun eleştirilmesi gerektiği söylendi. Bu bağlamda var olan normların ve metaforların tartışılması gerektiği konuşuldu. Bu kısım “cinsellik” gibi kavramların, kabul edilen normların yeniden ele alınıp incelenmesini yani kavramlar ve normlar üzerine arkeolojik bir yöntemle inceleme yapılması gerektiği konusunda yeniden bir anlatımı gibiydi. Bir kez daha kavramların sosyal yapı üzerindeki gücünü ve toplumsal yapıyı nasıl şekillendirdiğini göstermiş oldu. Daha sonra sosyal hizmet ve sosyal politika üzerine konuşuldu. Bu tartışmada sosyal politikalara ve sosyal hizmet uygulamalarına yansıyan baskın bir “aile temelli” anlayışın var olduğu söylendi. Bu sebeple de sosyal politikaların “heteronormatf aile” için üretildiği söylendi. Bu da aslında söylemde aile temelli bir yapı kurularak sosyal yapıyı şekillendirirken, söylem dışına atılan farklı yaşam biçimleriyle bir baskı kültürünün üretildiğini gösteriyor. Aile temelli sosyal hizmet politikaları üretilerek aynı zamanda toplumsal cinsiyet rolleri de şekillendiriliyor. Bu noktada farklı bir pencere oluşturarak merkezin sosyal politika üretirken temel aldığı aile yerine ‘kan bağına bağlı olmayan hane’ temelli sosyal politikalar üretebilir miyiz tartışmasının yapılması gerektiği konuşuldu. Yani bu baskın anlayışın da tartışılması ve aslında “aile” kavramı üzerinde de arkeolojik bir yöntemsel inceleme yapılması gerektiği söylendi. Bu aile temelli politika anlayışı Çalıştay öncesinde benim de ilgili çeken ve üzerinde konuşmak istediğim bir konuydu. Sürekli değişen sosyal yapıyı da dikkate alarak içinde bulunduğumuz çağın “bireysel” yaşamaya yaptığı vurguya uygun ve tüm farklı yaşam biçimlerini de içine alan bir politikanın geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu bağlamda konunun içeriği ve yapılan tartışma benim için oldukça önemliydi.

Nasıl bir güçlendirme?

Sosyal hizmet için önemli yaklaşımlardan biri olan “güçlendirme”nin nasıl uygulanabileceği, queer bakış açısıyla ele alınıp içeriğinin nasıl daha özgürleştirici kılınabileceği tartışıldı. Güçlendirme yaklaşımı, onunla/danışanla ‘birlikte’ neler yapabileceğini anlatan bir kavramdır. Güçlendirme kişinin kimliğine/biricikliğine vurgu yapar ve kişiyi kendi hayatının uzmanı sayar, bu açıdan sosyal hizmet uzmanını “uzman” olmaktan çıkarır. Güçlendirmeyi queer bakış açısıyla ele alırsak güçlendirme yaklaşımının uygulamada tek bir formüle bağlı olmadığını kişi ile birlikte oluşturulması gerektiğini anlayabiliriz. Kişi ile birlikte güçlendirme gerçekleştirilirken de tamamen iktidar etkisinden ayrılmış bir alan düşünmeden, heteroseksüel dünyanın dışarı attığı, dışladığı alanın LGBTİ+ olarak tanımlandığını da fark etmemiz gerektiği vurgulandı. Özellikle sosyal politikaların üretiminde heteroseksüel kimliğin doğal varsayıldığı ve öncelendiği bir iktidar alanı olduğunu görmek gerektiği söylendi. Bu iktidar anlayışının da LGBTİ+ bireylere denk gelince normları ile çatıştığını ve güçlendirme için ne yapacağını bilemez hale geldiği üzerine tartışıldı. Bu noktada tekrar politika yapıcının kavramlara bakış açısını anlamak ve politikaların uygulanması noktasında sosyal hizmet uzmanının kavramları tarihsel ve sosyokültürel bağlamında incelemesinin önemini bir kez daha görmek mümkün.

Sosyal içerme bağlamında; heteroseksüel dünya için sosyal politikaları yapan iktidarın anlayışında “toplumdan uzaklaşmış patolojik varlıklar oldukları için uyumlaştırma yapmamız gerekir” anlayışının mevcut olduğu ve bu noktada ayrımcılık kavramının da tartışılması gerektiği söylendi. Bu ayrımcılıklardan ilki LGBTİ+ bireyleri “düşmanlaştıran” anlayış diğeri ise daha liberal olan asimilasyon yani “uyumlaştırma” anlayışıdır. Sosyal politikalarda “normal ol, queer olma, uyum sağla” anlayışı baskın olarak bulunmakta. Sosyal politikalar adına uyum sağlamak sosyal içermeyi sağlayabilir ancak bu uyum güçlendirme sağlar mı ya da kişiler kendilerini belirleme hakkını gerçekleştirmiş olur mu tartışmasının yapılması gerektiği ifade edildi. Bu noktada queer yaklaşımı sınırları yeniden anlamlandırma, sınırın ötesine geçme hali olarak anlayabiliriz. Çünkü ayrımcılığı yaşayan kişileri sınırları çizilmiş alanda tutup, sosyal içerme gerçekleştiriyorsak, ayrımcılığın dozunu azaltmış olsak bile ortadan kaldırmış olmayız. Yani diyebiliriz ki sosyal içerme, kişileri merkeze almak, hakların herkese eşit olmasını sağlamak için hem sosyal politikalara hem de güçlendirme anlayışını taşıyan sosyal hizmete temel bir “araç” olarak kullanılabilir ancak ‘uyumlaştırma’ temelli bir anlayışla sosyal içermeyi sağlamak bir “hedef” olamaz.

Sosyal İçerme Çalıştayı’nın ilk gün oturumlarında genel olarak sosyal içerme kavramının ne olduğu bu kavramı hangi bağlamlarda ve ne tür eleştirel bakış açıları geliştirerek inceleyebileceğimiz tartışıldı. Sosyal içerme gerçekleştirirken, “uyum” yaratmak adına farklı tür ayrımcılıklar da yaratılabileceğini, bu sebeple eleştirilmesi gereken ana konunun politika üretirken temel alınan heteroseksüel bakış açısı ve bununla birlikte var olan aile temelli sosyal hizmet anlayışı olduğunu fark ettim. Güçlendirme yaklaşımının gerçekleştirilmesinde sosyal hizmet uzmanının her konunun uzmanı olduğu varsayımından sıyrılıp kişiyle birlikte, kişinin olduğu yerden başlayıp ve yine kişinin gerçeklerinin farkında olarak güçlendirme yaklaşımını planlaması gerektiğini gördüm. Teori de öğrendiğimiz ‘güçlendirme yaklaşımının’ özellikle LGBTİ+ alanı için önemli bir yaklaşım alanı olduğu ayrıca hem uzman olarak kurumsal bakış açımızı görebileceğimiz hem özeleştiri verebileceğimiz ve kişiyle birlikte güçlenebileceğimiz önemli bir yaklaşım alanı olduğunu görmüş oldum. Son oturumlarda ise farklı ülkelerde sosyal hizmet uygulaması adına neler yapıldığı, Türkiye’de özellikle mülteci alanında ne tür hizmetlerin verildiğini örnekler üzerinden görmek uygulamayı somutlaştırma açısından önemliydi. Türkiye’de mülteci alanında farklı kuruluşlarca yapılan sosyal hizmet uygulamalarını, Kaos GL’nin mülteciler için yaptığı sosyal hizmet uygulamalarıyla karşılaştırmak ve temelde verilen hizmetlerin neler olduğunu görmek bu alandaki politikaları, sosyal hizmet yaklaşım ve uygulamalarını öğrenmek alana dair bilgimizi arttırmak için yine önemliydi.

Aktivist mi, uzman mı?

İkinci gün oturumlarında daha çok LGBTİ+ bireyler için ne tür sosyal hizmet uygulamalarının yapıldığı konuşuldu. HIV’in ne olduğu, AIDS’in ne olduğu ve HIV+ tanısı almış bir kişinin neler yapabileceği, ne tür sağlık hizmetleri alabileceğine dair bilgilendirme yapıldı. Daha sonra LGBTİ+ bireylere yönelik özellikle Pembe Hayat LGBTT Derneği özelinde ne tür hizmetler verildiği ve bu hizmetler sağlanırken sağlık vs. alanlarında transfobiden kaynaklanan zorluklar hakkında bilgi verildi. Hastanelerden sağlık hizmeti alma konusunda zorluklar yaşandığı ve cinsel uyumlama sürecinin nasıl işlediği üzerine konuşuldu.

Çalıştay’ın ikinci gün oturumlarında yapılan önemli tartışmalardan birisi de profesyonel çalışan olmakla, aktivist olmanın ayrımını nasıl yapabileceğimiz ve bu ikisini nasıl ilişkilendirebileceğimiz konusunda oldu. LGBTİ+ alanında ya da başka alanlarda çalışan sosyal hizmet uzmanlarının uygulama alanında profesyonel çalışmayı nasıl yürütecekleri mesleki sınırlarının uygulamanın neresinde başladığını ve bittiğini, uzmanların profesyonel çalışmayı nasıl yürütecekleri konusunda tartışıldı. Uzman mı olmalıyız yoksa aktivist mi, ikisinin ortasını nasıl yakalayabiliriz?   

İnsan hakları, sosyal adalet ve eşitlik

Sosyal hizmetin ne olduğu ve asıl işlevinin ne olması gerektiği konusunda önemli bir Çalıştay’dı. Sosyal hizmet için çeperde olanın sesini duyurmak ya da onun kendi sesini bulmasını sağlamak tanımı sosyal hizmet disiplininin kendisini tanımlarken kullandığı “insan hakları, sosyal adalet ve eşitlik”i içeriyor. Güçlendirme yaklaşımı ile birlikte güçlenme, hak savunuculuğu ve farklılıklara saygı temelleri ile sosyal hizmeti anlamlandırırken bunların sosyal alanda ne şekilde uygulanabileceğini görmek benim için Sosyal İçerme Çalıştayı’nın en değerli kazanımı oldu.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
İstihdam