22/08/2011 | Yazar: Yıldırım Türker

Çaresizliğe hiç yüz vermemeli. Söz bitmez. Sözün bittiğini söylemek intihar etmektir. Kürtler ve Türkler birlikte kuracaklar bu barışı.

Çaresizliğe hiç yüz vermemeli. Söz bitmez. Sözün bittiğini söylemek intihar etmektir. Kürtler ve Türkler birlikte kuracaklar bu barışı.
 
Hava kurşun gibi ağır.
Çocukluğumdan bir günü hatırlatıyor. Pazar günü, orta sınıf çocukların cehennemiydi. Hem ev ödevimi de yapmamışım. Belki yarın imtihan var. İçim daralıyor.
Çocukluğu daha geniş bir gökyüzünün altında geçmiş olan, belki zaten okulsuz, ekmeksiz, gününün noktalaması bomba sesleri, panzer çığlıkları olanların Pazar günleri de hep böyle ağırdı.
Şimdi, yirmi yıl öncesine dönmekteyiz.
Süper valilerden söz ediliyor. Daha acımasız, daha düzenli, daha ustalıklı savaş taktiklerinden söz ediliyor. Televizyon kanallarında en kanlı günlerimizde tuhaf bir ışıma, hevesli bir telaşla karşımızda beliriveren savaş taktikçileri yine ekranlarda.
30 yılı aşkın zamandır hayatımızı zindan eden savaşla çözülemeyen Kürt sorunu diyegeldiğimiz insanlık trajedisinin daha iyi silahlar, daha eğitilmiş askerler, daha güçlü bombalarla çözülüvereceğine inanıyorlar besbelli.
“Terör örgütü”ne şimdiye dek yeterince sert davranılmadığını, artık bu işin dağlar yıkılsa da, sınırlar havaya uçsa da halledileceğini muştuluyorlar. Yaslı halklarına.
Öte yandan PKK de barışa hevesli olmadığını kanıtlıyor her gün.
Her iki taraftan da ölü çocuklarını gömüyor ana babalar.
Her iki taratan da ölü çocuklarını gömen ana babalar ne kadar birbirlerine benziyorlar. Saçlarını başlarını yolarken, ağıtlar yakarken ne kadar aynı hepsi.

Her iki taraftan ölen çocuklar da birbirlerine o kadar çok benziyorlar ki.
Aynı sınıftan, aynı çaresizlikten gelen insanları yas tutarken birbirine karıştırabilirsiniz. “Şehit Mehmetçik”lerin bazılarının anaları Kürtçe ağıtlar yakıyor. Onların çocuklarını öldüren, bir paşanın ağzından çıkan yasakla zehre eş değer kılınan Kürtçe değil çünkü.
Ağzı laf yapanlar durmadan o kağşamış klişeyi üstümüze fırlatıyor. “Sözün bittiği yer.”
Bu klişe, 70 milyonun büyük bir çaresizliğe mahpus edilmesi için bunca sık kullanılıyor.
Çünkü söz biterse hayat da biter. Söz biterse insanlık da biter. Söz biterse bambaşka bir dünyanın birbirinden kopartılmış vahşileri olarak kendi kanımızla kalakalırız. Sözün bittiği yer katliamdır. Toptan yıkım, kıyamettir.
70 milyonun çaresizliğine ihtiyacı var, ölümlerden medet umanların.
Hepimiz eli koynunda, çaresiz kalırsak, sözün bittiğine inanırsak, savaşın yegane çözüm olduğunu, toptan yokoluşu kabul ettiğimizi ilan etmiş oluruz.
Çıkmazımızı pekiştirmiş, düşmanlığı körüklemiş süper valilerin yeniden karargahlarına oturtulmasına edecek sözümüz yok demektir.
İki tarafa da “Dur” “Yeter” “Edi bese” diyemeyecek hale geldik demektir. Hayat susarsa ölüm konuşur. Yegane meşru çözümün ölüm olduğuna inandığımızı ilan etmiş oluruz.
Yine mehter marşlarıyla, Herne peş’lerle coşar, ağıtlarla yatışır hale geliriz.
Özel harekat timleri, olağanüstü hal valileri, JİTEM, Diyarbakır cezaevleri bir kez daha işbaşı yaparsa bu memleketin toplu bir mezarlığa dönüşmesi kaçınılmazdır.
Çaresizliğe hiç yüz vermemeli. Söz bitmez.
Sözün bittiğini söylemek intihar etmektir.
Kürtlerin ve Türklerin ille de birbirleriyle teması güçlendirmeleri, birbirlerini dinleme, birbirlerine dokunma, birbirlerini anlama gayretini hızlandırmaları hayati önem taşımaktadır.
Kürtler ve Türkler birlikte kuracaklar bu barışı.
Yoksa kaçınılmaz, birlikte yok olacaklar.
Her vatandaş, her insan, yanındakinin düşmanlık üreten dilini, silaha yönelen elini tutmak zorunda. Çaresizlik duygusuna hiç yüz vermeyerek.
Ölüme gidiyorsak da sessiz sözsüz gitmeyelim. 

Etiketler: yaşam
İstihdam