07/07/2010 | Yazar: Can Başkent

Sürdürülebilirlik gündeme nispeten yeni giren bir kavram. Sahip olunan davranışın ya da mekanizmanın, kaynakları tüketmemesi gerektiğini ifade eden bir kavram.

Sürdürülebilirlik gündeme nispeten yeni giren bir kavram. Sahip olunan davranışın ya da mekanizmanın, kaynakları tüketmemesi gerektiğini ifade eden bir kavram. Ekolojik harekete aşina olanlar, terimi de duymuşlardır. Örneğin, fosil yakıtlara bağlı kalmamalıyız ve et yememeliyiz zira bu tarz bir yaşam tarzı, her şey bir yana, ekolojik olarak sürdürülebilir değildir. Bunun nedenleri açık. 

Ancak, gene de sürdürülebilirliği sosyopolitik ve düşünsel olarak daha da kıymetli kılan başka bir parametre daha var. Günümüz ahlak anlayışını kutsadığı faydacı zihniyet, elbette sürdürülebilirlik kriterini sıklıkla kullanır. Ama sadece faydacılık değildir bu kriterden faydalanan.
 
Kantçı ahlak da sürdürülebilirliği, kategorik emperatifin bir uygulaması olarak ele alabilmektedir. Kategorik emperatif, çok kabaca, çelişki yaratmadan, bireyin gerçekleştirdiği edimlerin tüm insanlara genelleştirilebilmesi gerektiğini ortaya konar. Eğer bir eylemi tüm insanlara evrensel bir şekilde genelleştirebilirsek ve bu bir mantıksal çelişki yaratmıyorsa, bu eylem ahlaka uygundur Kantçılığa göre.
 
Bu zihniyete göre, örneğin fosil yakıtlar tüketmek Kantçı değildir zira herkesin fosil yakıtlar kullandığı bir dünya mantıksal olarak süreksizdir. Öncelikle, fosil yakıtlar biter. Dolayısıyla, evrenselleştirme ilkesi uygulanamaz olur. İkinci olarak da, basitleştirelim, fosil yakıtlar malum iklim değişikliği nedeniyle dünyanın sonunu getirebilir ve bu takdirde de evrenselleşme ilkesi, insanların kendi sonunu getireceği için Kant ahlakına aykırı bir pozisyon alır.
 
Dolayısıyla, sürdürülebilirlik, yaptığımız kimi işlerin yarattığı potansiyel zararlar üzerinden geliştirilen bir yaklaşımdır. Benzer şekilde, iktisadi zenginlik de sürdürülebilir değildir, zira birisi çok zenginse, birileri de çok fakir olmalıdır. Böylelikle, zenginliğin kategorik emperatif testini geçemeyeceği görülebilir. Dolayısıyla, zengin olmak ve zengin kalmak ahlaksızlıktır.
 
Ben bu yazıda, güzelliğin erotik bir meta olarak da benzer şekilde sürdürülebilir olmadığını ve ahlaksız olduğunu iddia edeceğim. Güzelliğin de bir çok toplumsal ve bireysel durumda bir avantaj ve fayda getiren bir faktör olduğunu düşünüp, bir meta olarak ele alınan güzelliğin, kategorik emperatif testini geçememesi nedeniyle ahlaka aykırı olduğunu düşüneceğim. Elbette, kimi doğu felsefeleri zaten bunu binlerce yıldır dile getiriyor. Amerika’yı tekrar keşfetmeyeceğim, ancak bu sefer farklı bir üslup ve yaklaşımla benzer kaygıları dile getireceğim.
 
Bu zeminde, güzelliği tanımlamayacağım, güzelliğin evrensel ve genel geçer bir tanımı olduğunu iddia etmeyeceğim. Ama bir kavram olarak, bireyden bireye değişse de, güzellik kavramı ve algısının var olduğunu kabul edeceğim.
 
Güzelliğin sürdürülebilir olmadığını görmek mümkün. İnsanlar yaşlanır, sakat kalır, kaza geçirir ve kimi insanlar gene kimi diğer insanlara göre zaten güzel değildir. Kategorik emperatif olarak da ‘güzelleşme’ eylemi, herkesin güzelleşmesi mantıksal olarak dahi mümkün olmayacağı için imkansızdır.
 
Herkesin güzelleşemeyeceği argümanı önemli bir argüman. Bu teze göre, herkesin güzelleşebileceği iddiasının temel bir kusuru var. Bu kusur da, önceden belirli bir güzellik algısının, güzelleşmek isteyen bireylere dayatılabileceği ya da daha kötüsü, bireylerin kendi güzellik algılarının bu algının izdüşümü olduğunu anlayamamaları neticesinde, bireysel güzellik kurgusunun totaliter bir şekilden yeniden inşa edilmesidir. Bunu bir sorun olarak görüyorum, daha önceki yazılarda uzun uzun anlatmıştım. Ayrıca, herkesin güzelleşebileceği iddiası, güzelleşmeyi emek bazlı bir etkinlik olarak konumlandırır. Güzel olmak için çabalanmalıdır, aksi takdirde ya tembel ya da miskinsinizdir.
 
Güzelliğin, daha önce pek çok kere değindim, paylaşılamıyor olması ciddi bir handikap. Dolayısıyla, güzelliğin bir avantaja dönüşmesi ve bu kaderci avantajın da kategorik emperatif testinden geçemeyeceğini kanıtlamanın bir yolu daha var. Bu, biraz Hegelci de olsa, güzelin çirkin olmadan tanımlanamayacağı gerçeğidir. Dolayısıyla, güzel kavramı da dereceli bir kavram olmakta bu yaklaşıma göre. Mesela, Hollandalılar için rastgele seçilen bir Hollandalı (örneğin) kadının güzel olma ihtimali %5 ise, bir Türkiyeli için rastgele seçilen bir Hollandalı kadının güzel olma ihtimali (bence) %95’tir. Bu toplumsal bir gözlem olmanın ötesinde, güzellik algısının bir derecelendirme olduğu anlamakta bize yardımcı oluyor bana kalırsa. Elbette bu basit deneyin altındaki evrimsel ve biyolojik nedenleri es geçmiyorum. Bu da aklımızın bir köşesinde kalsın.
 
Güzelliğin avantajlarının sosyoekonomik sistemimizin çarpıklığının bir yansıması olduğunu iddia etmek aceleciliktir. Zira, her toplum kendi güzelini yaratmakta ve yarattığı bu güzeli avantajlı konuma getirmektedir. İnsanlar da ekseri bu mertebeye ulaşmak için çabalamaktadır.
 
‘Güzel’i reddetmenin insanda var olduğu iddia edilen estetik ihtiyacı aç bırakacağı da iddia edilegelmiştir Oscar Wilde-vari bir şekilde. Ama dikkat edilirse, bu yazıda, bireysel ya da lokal güzellik algılarının tümellenmesinin sorun yarattığından söz ettim. ‘Benim güzelim’ politik bir risk taşımıyorken, ‘bizlerin güzeli’ tahakküm yaratabilmektedir.
 
Bu kısa notta, aslında, önceki yazılarımı kısaca özetlemiş oldum. Kimi argümanlara çok değinmedim, kimilerini belki de gereğinden fazla açıkladım. Ama gene de bu yazıda bir açık var. O açık da zaten tümel olmayan bir güzellik algısı üzerine inşa edilen kategorik emperatif testinin sorunlu olduğu iddiasıdır. Hatta, kategorik emperatif testinin kendisinin de bireysel değerleri toplumda test etmesi nedeniyle tutarsız olduğu da iddia edilecektir. Bu itirazlara şapka çıkarmakla beraber, hiçbirinin doğru olduğunu düşünmüyorum. Öncelikle, kategorik emperatif testinin tüm insanlara genellenmesi, tüm insanlara eşit davranma hevesinin bir ürünüdür ve bence erdem ahlakının dahi temel hisleriyle örtüşmektedir. Ayrıca, güzellikle ötelenen anlamlar, insanların kendi dünyalarında güzel buldukları van Gogh ya da çirkin buldukları Pollock tabloları arasındaki ayrımın ötesine geçen, bir yargı ve bu anlamda bir dayatma taşıyan anlamlardır.
 
Netice itibariyle, ister biyolojik ister toplumsal kaynaklı olsun, güzel’i bir ‘iyi’ olarak konumlamanın özgürlükçü politikalarda yer almaması gerektiğini düşünüyorum. Nasıl, iktisadi tutsaklıktan kurtulmanın amacı herkesin ‘zengin’ olması değilse, cinsiyetçi güzellik baskısından kurtulmanın amacı da ‘güzel’ olmak değildir.
 

Etiketler: yaşam
nefret