12/07/2009 | Yazar: Fatma Hacıoğlu

Bu hafta bir tenis maçı gibiydi; düşüncelerim, yargılarım tenis topu gibi bir ordan bir buraya savruldu.

Bu hafta bir tenis maçı gibiydi; düşüncelerim, yargılarım tenis topu gibi bir ordan bir buraya savruldu. Kimisi bilerek ya da bilmeyerek sertçe, gereksiz noktalara attı, kimisi güçlü bir şekilde puan elde edebilmek için attı. Maç henüz bitmiş değil belki ama hala oynayabilir durumdayım.
Birkaç gün önce siteye soru soranlardan biri özel olarak görüşmek istediğini söyledi. Aslında telefonla görüşme yapmamama rağmen, onunla görüşüverdim işte. 15 yaşında, gayet güzel bir şekilde kendini ifade eden bir genç kadınla belirttiği sorunu üzerine konuştum. Konuşmanın ardından o bir email göndererek, onu ne kadar onu rahatlattığımı, sesimin, yargılayıcı olmayışımın onu ne kadar mutlu ettiğini söyledi. Benim ona söyleyemediğim şey ise, asıl benim onun sesini duyduktan sonra bir yere ulaşabildiğimi, yardımcı olabildiğimi anlamama yardımcı olduğu için kendimi iyi hissettiğimdi. Yani ben ona yargılamadan bilgi vererek yardım ederken, o da bir şekilde kendi deneyimini bana güvenerek anlatması ve hissettiklerini açıkca belirtmesi ile destek olmuştu.
Ardından birileri, cinsellik hakkında site üzerinde açıkça konuşuyor olunmasının, gençlerin davranışlarını yargılamadan onlara bilgi ve yararlanabilecekleri kaynaklar konusunda destek vermenin ‘uygun’ bir davranış olmadığını söyledi. Çünkü, halkın tabuları vardı ve bunu kaldıramıyordu. İşte bu sert, haksız ve gereksiz bir hareketti o tenis topu için. Üzüldüm. Onlarla aynı havayı soluyan ama bireysel olarak besbelli bambaşka deneyimlerle motive olduğu için yapılanın değerini anlayan biri olarak üzüldüm.
Biz mi kültürü oluşturuyoruz, yoksa kültür mü bizi oluşturuyor? Birazcık ondan, birazcık bundan belki. Amacım yumurta-tavuk ikilemini değişik bir şekilde hatırlatmak değil. Sadece bireyler olarak ne zaman, kendimizi bu suçladığımız büyük resmin bir parçası olarak görmekten vazgeçtiğimizi merak ediyorum ya da ısrarla çok alakasızmış gibi gördüğümüzü. Kökten bir sistem değişikliğini bekleyene kadar sızlanmadan ölmeyi mi bekliyoruz? Daha ne kadar cinsellik tabu, o nedenle içinde cinsellik olan şeyleri konuşmayalım gibi gereksiz bir ikilemden kurtulamayacağız?
Bu olaylar olurken yüksek lisans bitirme projem için okumalar yapıyordum. Değişik alanlardan cinselliğe, daha özel olmak gerekirse bekaret, gençlerin cinsel sorunları gibi durumların nasıl incelendiğine bakıyorum. Feminist bakıştan uzak olan makalelerin zayıflıklarını görmek, alana gerekli katkıları görebilmek açısından önemli. Ancak diğer açıdan baktığımda, kalıp yargılara bağlanarak yapılan bilimin hem yapanlara hem de yararlanan bizlere yeterince yararı olamayacağını da farkedebiliyorum.
Örneğin; ailenin ,yani heteroseksüel evlilik sonucu oluşan ailenin, gencin cinsel birleşme davranışını etkilediği üzerine yapılan araştırmalarda, sadece ailenin (onlara göre idealde anne-babalı ailelerin) ne kadar baskı uygularsa çocuklarının cinselliği o kadar erteleyebildiklerine dair sonuçlar da var. Yani gençlerin cinsel davranışları ‘tü-kaka’ bir şey ve aile baskıcı olmalı gibi bir izlenimle okuyorsunuz. Bir de bu tür ‘veri’lerin gerçek hayata nasıl yansıdığına bakalım; heteroseksüel ilişkilerin tek ve gerçek ilişki tipi görülmesi, nihayetinde bu ilişkilerin de evlilikle sonuçlanması gerektiği tezi destekleniyor.
Tam da bunları düşünürken okuduğum bir haberde Anayasa Mahkemesinin sadece evli olanların evlat edinebileceğine ilişkin maddenin değişikliğine ilişkin talebi reddettiğini okudum.[1] Sadece bir kadın ve bir erkek evliliği ile oluşan birliktelikte bir çocuk yetişebilir.  
Tüm bunlara rağmen haftaya güzel bir olayla son verdim. 3 muhteşem kadınla projem için odak grup görüşmesi gerçekleştirdim. Cinsel sağlık, üreme sağlığı eğitimi almanın, cinsellik hakkında konuşabilmenin onları nasıl bedenleriyle barıştırdığını, toplumsal yargıları nasıl daha fazla ve derin sorgulamaya başladıklarını gördüm.
Dönüp şu son birkaç güne baktığımda biraz hırpalanmış olabilirim ama yine de resmin iyi taraflarının da varlığını hissedebildim.
Önümüzdeki haftayı merakla bekliyorum 

Etiketler: insan hakları, sağlık
nefret