11/12/2018 | Yazar:

Hande Dönmez, #metoo hareketi ve Jane Gallop üzerinden cinsel taciz, ayrımcılık ve muhafazakarlığı yazdı.

Nefrete inat yaşasın hayat” diyerek yeni bir yazı dizisine başladık. Sene sonuna kadar nefret suçlarından, sanata; şiddete karşı mücadele yöntemlerinden adalete erişime çeşitli başlıklarda yazılarla LGBTİ+ etkinlik yasaklarına, medyada nefret söylemine ve LGBTİ+’lara dönük hak ihlallerine dikkat çekeceğiz. Yeni yazımızda Hande Dönmez, #metoo hareketi ve Jane Gallop üzerinden cinsel taciz, ayrımcılık ve muhafazakarlığı yazdı.

Cinsel tacizi ifşa, 2017’den beri #metoo anlamına geliyor. Konu üzerine çokça yazıldı, konuşuldu, tartışıldı ama tekrara düşmek pahasına da olsa, harekete dair vurgulamak istediğim birkaç nokta var. Hollywood film sektöründen pek çok kadının, ünlü ve güçlü yapımcı Harvey Weinstein tarafından taciz edildiğinin ortaya çıkarılması, durumdan haberdar olan pek çok kadın ve erkeğin yıllar boyunca hem mağdur hem tanık olarak dahil olduğu sessizlik sarmalının hem sosyal medyanın hem de kırmızı halının gücüyle kırılması cinsel taciz tartışmalarını geniş bir kitlenin tartışmasına açtı. Sessizlik katalizör gibidir, şiddet ve ayrımcılığın normalleştirilmesini sağlar. Taciz mağdurlarının sessizliğinin nedeni, olayın geçip gitmesini istemeleri değildir. Sessizlik, taciz ve tecavüz gibi şiddet dolu ayrımcılığın normalleştirilmesi ve korku üzerinden empoze edilir. Sessizlikleri, duyulabilmeleri için yeterince destekleri olmayışından kaynaklanır. Tanıkların sessizliği de patriyarkayı besleyerek güçlendirir. Suç ortaklıkları sessizliklerdir. Onların sessizliklerinde konuşmamalarından dolayı pasif bir biçimde sorumlu oldukları istismarın yankıları vardır. İşte bu bakımdan kadınlar içi adalet konusundaki taleplerinden ziyade Hollywood ışıkları ve medya gücüyle bu sessizliği yıkan metoo hareketi tüm eksikliklerine rağmen yine de önemlidir. Güçlü, beyaz, zengin ve heteroseksüel bir erkeğin tahakkümünün hem sosyal hem ekonomik açıdan beklenmedik şekilde sarsılmasının hem patriyarkal hem eril hem de heteronormatif iktidara karşı kazanılmış bir zafer olduğunu göz ardı etmeden; hareketin gözden kaçırdığı iki önemli mesele nedeniyle kapsayıcı, çoğulcu ve eşitlikçi bir kitlesel harekete neden dönüşemeyeceğini göstermeye çalışacağım.

İlk olarak, Türkiye’de hemen hiç konuşulmayan ama hareketin doğduğu Amerika’da çokça duyulmasa da sıkça dile getirilen bir eleştiri hareketin kapsayıcılığına dair. Hareketi başlatan ve ilk aşamada sıkça destek veren kadınların çoğu beyaz, cisgender (na-trans), heteroseksüel ve ayrıcalıklı sınıftan. #MeToo, cinsel tacizi ele almak için geçmişteki feminist çabaların sıkça eleştirilen evrenselci dilini tekrarlayarak ya tacizi bir "kadın meselesine" indirgemeye ya da cinsiyetin ırk, cinsellik ve sınıfı gölgede bırakmasına müsaade etti. “Erdemli kadın”, mükemmel ve gerçek kurban, her zaman beyazdır, zaten “masum”dur ve çok talepkar değildir; yaşanan “olayı” hemen emniyet güçlerine bildirir ve yasal mücadeleyle yetinir. Bu standardı karşılayamayan herhangi bir kişi şüphe ile karşılanabilir: Para için oraya gitmiştir, dikkat çekmeye çalışıyordur, zaten “tipi bir tuhaftır”. Sadece güvenilir kurbanlar mağdurdur, diğerlerine “kendi kaşınmış olabilir” şüphesiyle yaklaşılır. Türkiye’de Özgecan cinayeti ile trans cinayetleri arasındaki kamuoyunun yaklaşım farkı tam burada saklıdır. “Masum kadın” güvenilir bir mağdurdur, kendisi “iyi” ve “erdemli”dir; bu yüzden yaşananlar  büyük bir hınç ve öfkeyle kınandı ama trans bireyleri zaten kendi olduğu pek çok şeyin “öteki”si olarak gören heteroseksüel eril zihniyet bu cinsel şiddet suçlarını birbiriyle kıyaslamaktan ve yargılamaktan vazgeçmediği ölçüde, metoo hareketi gibi büyük ölçekli ve dikkat çekici kampanyaların güçlerini, daha kapsayıcı bir dil ve çerçeve seçmek ve bu doğrultuda cinsel tacizin kadın hareketi, yahut daha genel bir kuir hareket için adalet önündeki bir engel olduğunu göstermek için kullanmasına ihtiyaç vardır.

İkinci olarak, Melissa Gira Girant[1]metoo hareketinin daha ilk aylarında kendi taciz hikayesini anlatırken, bana göre, çok önemli bir noktaya dikkat çekiyor: Hareket içerisinde yapılan vurgularda seksin tacizi gölgede bıraktığına. Kadınların işyerlerinde dışlanmasını amaçlayan, ekonomik güvencelerine gölge düşüren, kadınları bezdirme, zamanını alma, korkutma, çaresizliğe itme gibi yöntemlerle kamusal alandaki görünürlüğünü elinden almak gibi sistematik bir iktidar mekanizmasının bir aleti olan cinsel tacizi; konunun sadece cinsellik kısmına vurgu yaparak ele almak iki sonuç doğurmaktadır. Öncelikle kadının cinsel arzularının olamayacağı/olmaması gerektiği varsayımı üzerinden kadın cinsellik konusunda hep mağdur, aciz ve arzusuz olduğu bir kamusal cinsellik pozisyonuna hapsedilir. İkincil olarak cinsel tacizi teorik ve pratik çerçevede tartışmaya açmış feminist eleştirinin daha en baştan yaptığı ayrımın, cinsel tacizin kadınları dezavantajlı kıldığı için suç olması gerektiği ayrımının önemi ortadan kaldırılmış olur.

Feminizm, ilke olarak cinselliğe karşı değildir. Cinsel tacizin adını koyan ve yasadışı kılmak için harekete geçen feminizm, cinsel tacizi cinsel olduğu için değil kadınları dezavantajlı kıldığı için feminist bir problem olarak görmüştür. “Cinsel taciz seks olduğu için değil, ama ayrımcılık olduğu için suçtur.”[2] Jane Gallop, cinsel tacizle suçlandıktan sonra yazdığı kitabında tam da böyle söylüyor.

Jane Gallop, metoo hareketinin başlamasından kısa bir süre sonra queer bir akademisyen olan Avital Ronell’in gey ve kendisi gibi Yahudi olan erkek doktora öğrencisine cinsel tacizde bulunduğu iddiasıyla[3] beraber tekrar gündeme gelen, 1990’larda çok tartışma yaratmış bir cinsel taciz soruşturması geçirmiş feminist bir akademisyen. Gallop 1970’lerin sonunda, ikinci dalga feminizmin başlarında harekete katılmış, entelektüel gelişimi ve cinsel arzusunun uyanışı arasında feminizm aracılığıyla güçlü ve temelden bağlar kurmuştur. Gallop, o dönemdeki feminist hareketin öğrenci ya da öğretmenler olarak değil kadınlar olarak bir araya geldiğinin altını çizerek hem kendi tahayyülünde hem dönemin atmosferinde bilgi ile özgürleşmenin birlikte düşünüldüğü pedagojik bir yaklaşım olduğundan samimi bir şekilde bahseder kitabında. 1990’lara gelindiğinde ise feminist hareketin cinsel taciz ve pedagojik yaklaşıma karşı geçirdiği radikal dönüşümü, kendisi cinsel tacizle suçlanana kadar, fark edemediğini söyler. İki kadın doktora öğrencisi Gallop’u tacizin klasik tanımıyla (quid pro quo) suçlamışlardır[4]. İddia temelde şudur: Gallop bu iki kadın öğrencisiyle seks yapmak istemiş ancak karşılık bulamayınca profesyonel-akademik desteğini çekmiştir. Soruşturma sonunda Gallop cinsel tacizden suçlu bulunmadı ancak üniversite öğrencilerinden birisiyle “rızaya dayalı gönül ilişkisi” yaşadığına karar verildi. İşte, Gallop, kitabını bu korumacı yaklaşımla (öğrenci ile öğretmen arasındaki ilişkinin hiyerarşi kaynaklı güç farkı nedeniyle öğrencinin rızasından emin olunamayacağı savıyla doğrudan reddedildiği yaklaşım) cinsel tacizci mantık arasındaki ortak tavır olan kadının arzusunun tanınmaması[5] noktasına bir eleştiri olarak kaleme alıyor. 

Kitabında tartıştığı önemli temalardan birisi de cinsel tacizin ayrımcılık zemininden koparılmasının yarattığı tehlike. Gallop'a göre, bu, kadın cinselliğini kontrol altına alacak bir mekanizmanın ve söylemin sürdürülmesine ve yeniden kurulmasına imkân vermektedir. Kadının arzusuzlaştırılması olarak adlandırabileceğimiz disipline edici bir mekanizmalar serisinin parçası olan cinsel tacizi sadece cinsellik boyutuyla almak; kadınlarla erkeklerin (trans vs. na-trans yahut eşcinsel vs. heteroseksüel gibi ikililiklerle devam ettirilebilir bu liste) aynı kamusal alanı paylaşmasına bile tahammülü olmayan zihniyet, feministleri hali hazırda cinsellik düşmanı olmakla itham etmekten vazgeçmeyen kesim ve kadının özgür cinselliğini kendi iktidarına cevaz getireceğini sanan patriyarka ile aynı ilkeyi paylaşıyor olmak anlamına gelir. Cinsel taciz, ayrımcılık boyutundan koparıldığı zaman cinselliğin toplumsal olarak hoş karşılanmadığı öteki türlerle kolayca bağlantılandırılabilir[6].

Tacizciler, cinselliğini kendi iktidarlarını göstermek ve/ya yeniden temin etmek için bir araç olarak seçerler. Cinsel tacizcinin hedefinin sadece cinsellik olduğunu düşünmek muhafazakâr bakış açısını paylaşmanın da ötesinde kadınların bedenlerine olduğu kadar politik, sosyal, ekonomik haklarına da şiddet uygulandığını gözden kaçırmak olur. “...Erkek heteroseksüelliği iktidar çağrışımı yaparken, hem eşcinsellik hem de kadın cinselliği zayıflık ve kırılganlık göstergesi olmaya yatkındır.”[7] Sara Ahmed de benzer bir noktaya dikkat çekmek adına kelimenin Fransızca kökeninden - “taciz” (harass) kelimesi Fransızca “bıktırmak, canını sıkmak” (harasser) tan türemiştir - yola çıkarak, tacizin neden taciz olduğunu açıklarken tekrar eden, sistematik bir problem olduğunu söyler[8]. Bu bıktırma; taciz edilen, ayrımcılığa uğrayan kişiyi yıpratarak durdurur ya da en baştan harekete geçmesini engeller. Cinsel taciz, bir ayrımcılıkla mücadele gücünüzü azaltarak ve onunla mücadelenin bedelini arttırarak tacizi sineye çekmenizi, yok saymanızı, normalleştirmenizi sağlayarak işler. Sadece maddi kaynaklarınızdan yoksun kalmaz, sosyal bağlarınız da kopabilir, kendinizden şüphe etmeye başlayabilir ve kendinizden utanabilirsiniz. İşte, cinsel tacizin problematize edilme ilkesinin cinsellik kısmından ziyade taciz kısmında durmasının önemi sistemik eril bir iktidar ağının bir parçası olması, onu devam ettirmesi ve en önemlisi kolaylaştırmasıdır.

Sözü uzatmadan, cinsel taciz tartışmasının kadın veya daha genel olarak kuir arzular aleyhine korumacı bir zihniyetin yaratabileceği muhafazakarlık ihtimalini bir kez daha hatırlatmak isterim. Gündelik hayatta pek çok kadının, eşcinselin, transın sistematik şekilde karşılaştığı cinsel taciz, duyguları harekete geçirip daha büyük bir farkındalık yaratabilmek uğruna ya da belli bir toplumsal cinsiyet tarzının olumlanması, “erdemli kadın”, amacıyla disipline edici mekanizmaların bir parçası olabilmesi için politik bağlamından sıkça koparılan bir konu. Bu nedenle; cinselliği araç olarak kullanarak hem arzula(n)ma imkanlarına hem bedenlere şiddet uygulayan bu taciz zihniyetinin, ayrımcılık kısmıyla da kendisinden farklı gördüğü herkesi dezavantajlı kılarak iktidarının süjesi haline getirmeye çalıştığını akılda tutmanın, daha büyük bir özgürleşme imkanı ve bir çıkış noktası olabileceğini umarak dayanışmadan ve tartışmadan hiç vazgeçmemek gerekiyor.


[1] https://www.nybooks.com/daily/2017/12/08/the-unsexy-truth-about-harassment/

[2] Gallop, Jane, Cinsel Tacizle Suçlanan Feminist, 2013, s.23

[3] New York Üniversitesi Edebiyat bölümünün saygın ve kıdemli kadın hocalarından Avital Ronell, (66) doktora tez danışmanlığını yaptığı süre boyunca erkek öğrencisi Reitman’ı (34)  taciz etmekle suçlandı ve üniversite soruşturması sonucunda sorumlu bulunup bir yıl uzaklaştırma cezası aldı. Ancak konuyla ilgili tartışmalar devam etmekte. Gallop meselesine benzer bir şekilde, Ronell’in pedagojik yaklaşımıyla kuir yaşam tarzı ve felsefesi arasına çizmediği net sınırdan ötürü, Ronell’in “rızaya dayalı gönül ilişkisi” şeklinde yorumlayarak öğrencinin rızası var diye öğrencinin tavrını   yanlış veya eksik anlamış/ anlamlandırmış olabileceğine dair argümanlar da bulunmaktadır. Bu argümanlar, aynı zamanda, tartışmada cinsel taciz diye görülen şeyin yine iktidar boyutundan ziyade kuir sevme ve yaşam tarzı boyutuna daha fazla odaklanılmasını da eleştirmektedir. Örn: https://www.chronicle.com/article/The-Unsexy-Truth-About-the/244314https://viraverita.org/yazilar/biz-feministler-vs-avital-ronell-trajik-bir-cinsel-taciz-olayi 

[4] Gallop, s.44

[5] Gallop, s.38

[6] Gallop, s.41

[7] Gallop, s.38

[8] Ahmed, Sara, Feminist Bir Yaşam Sürmek, 2017, s.192-3

Yazı dizisindeki diğer içerikler:

Ne işimize yarıyor bu performanslar?

“Japon Arzu öldü” dediler…

İnterseksin patolojikleştirilmesinin tarihi ve bugünü

Trans intiharlarında dışlanma ve nefretin izleri

25 Kasım: Biseksüelim, lezbiyenim şiddete karşı buradayım!

Bir dava dosyasının kısmi analizi ve nafaka tartışmalarına “ihtiyaç” molası

Monoseksizme de karşı bir 25 Kasım!

Akran zorbalığı mı? Evet tanırım, o benim kötü çocukluk arkadaşım

E-danışmanlık sosyal hizmet müdahalesinin neresinde?

HIV/AIDS’e karşı farkındalık değil, HIV ile yaşayanlar için farkındalık!

Korkudan sevgiye 1 Aralık: Bir gün insanlara hikayemi anlatacağım hiç aklıma gelmezdi!

Dostluk politikalarının imkânı üzerine bir taslak

Temsiliyet meselesi

*Bu makale Avrupa Birliği'nin desteklediği LGBTİ'lerin İnsan Hakları için Farkındalık ve Savunuculuk Projesi kapsamında yayımlanmıştır. Bu, yayının içeriğinin AB'nin resmi görüşünü yansıttığı anlamına gelmez.


Etiketler: yaşam
İstihdam