30/11/2015 | Yazar: Selçuk Candansayar

Savaşmak isteyenler, önce savaştan başka çözüm imkânına inananları öldürerek ikna etmeye çalışıyorlar toplumu.

Savaşmak isteyenler, önce savaştan başka çözüm imkânına inananları öldürerek ikna etmeye çalışıyorlar toplumu. Tahir Elçi’nin öldürülmesi Hrant Dink’ in katliyle aynı değil mi?

Elçi, şartlar ne olursa olsun barıştan ve barışçıl mücadeleden yanaydı. Kendisi ne kadar şiddete maruz kalmış olursa olsun, silahsız, çatışmasız bir politik mücadelenin yürütülme imkânını ayakta tutmaya çabalıyordu.

Ve bu haliyle çatışma isteyen taraflar için ne denli korkutucu olduğu kaybından sonra daha da belirginleşti. Bu korku, ölümden kendisine meşruluk hakkı çıkarmaya çalışan gözü dönmüşlerin sevgili bedeni daha yerdeyken üzerinde tepinmeye başlamalarından belli değil mi?

En barışçıl olan bu denli zalimce öldürülerek savaştan başka çare olmadığına inanmamız isteniyor. İnanalım mı?

Savaşmak isteyenler önce barış isteyenleri öldürürlerken aynı anda insan ahlakını da ortadan kaldırmayı amaçlıyorlar. Kimseye, ölenin yakınlarına bile kaybın acısını yaşama hakkı tanımıyorlar. Sen öldürdün, hayır sen öldürdün diye birbirlerini suçlayarak taraftar toplamaya çabalıyorlar. Vaz mı geçelim insan olmaktan?

Tahir Elçi de tıpkı Hrant Dink gibi bir arada ve onurluca yaşamak isteyen ve sorunları silahsız olarak çözmek isteyen iki güzel, ahlaklı insandılar. Kendileri uğradıkları zulümden intikam değil barış talebini damıtmışlardı. Ne acı ki, bedenleri intikam çığlıklarına aracılık edecek duruma geldi. Ne yapalım intikam korosuna mı katılalım?

Ve evet, açık seçik ortada ki hükümet savaş istiyor. İster köşeye sıkışmış olduğu için olsun, ister planlı, soğukkanlı bir stratejiyle olsun fark etmez; bekasını savaşa bağlamış durumda. Panikten ya da gözü dönmüşlükten fark etmez, gerekirse bölgesel bir savaştan bile kaçınmayacağı açık. Bu savaşın kendisini de yakabileceğini umursadığı da yok. Dahası savaşmazsa düşeceğine inanıyor.

Demem o ki hükümetin aklını kaçırmış olma olasılığı yüksek. Ayakta kalmak için ne bir ilke, ne ahlak ne de eylemlerinin olası sonuçlarını hesaplayacak bir akla ve ahlaka sahip olmadığı belli.

Bu haliyle bana dokunmaya kalkarsanız beni de yakacak olmasını umursamadan bu yurdu ateşe veririm demeye getiriyor. Savaş çağrısına yanıt verelim mi?

Tahir Elçi’den bize ne kalacağına dair vereceğimiz karar belirleyici olacak. Elçi, savaşmadan, silahlı çatışma olmadan da mücadele edileceğine inanıyordu. Onun kaybıyla savaşmaya kalkmak aslında onun inandıklarına karşı çıkmak demek olmayacak mı? İntikam diye yapılacak her silahlı eylem Elçi’ye sen yanlışmışsın ve boşuna ölmüşsün demek olmaz mı?

Savaş isteyenler işte tam da bu yüzde önce barış isteyenleri öldürüyorlar. Böylece barışı istemeyi en büyük savaş nedeni olarak göreceklerini ilan ediyor ve savaşmanın da tek çözüm yolu olduğuna inanmamızı istiyorlar.

İktidarın savaş çağrısına uymanın tam da onun çıkardığı davetiyeyi kabul etmek olacağını görmeliyiz. Bu savaş davetini reddetmek iktidara vurulacak en güçlü darbe, onun amaçlarını boşa çıkarmanın en ahlaklı yolu.

Umutlu olmak için Hrant Dink ve Tahir Elçi’ye ve hayatlarına bakmak yeterli. Öldürülmelerine değil hayatlarını nasıl yaşadıklarına bakarsak bir yol bulabiliriz. Savaşmak mümkünken bu imkânı nasıl reddettiklerine bakalım.

Amacımız onların mücadelesini devam ettirmek, onları örnek almaksa barış istemenin ne denli zor olsa da hâlâ en insani, en ahlaklı yol ve en büyük mücadele biçimi olduğunu anlamamız kolay olacaktır. Işıklar içinde yatsın.


Etiketler:
nefret