19/12/2016 | Yazar: Aylin Keser

İnsanların hayatta kalmak için mücadele etme isteğine, yaşama dürtüsüne ne oldu? Aslolanın yaşamı güzelleştirmek, yaşamı anlamlı kılmak ve barış içinde yaşamak olduğu gerçekliğine?

Birkaç gün önce, bir yıl içinde coğrafyamızda on yedinci kez gerçekleştirilen bombalı saldırıda resmi rakamlara göre 44 kişi hayatını kaybederken 166 kişi de yaralandı. Yine bilindik şeyler oldu ve dakikalar içinde konuya yayın yasağı getirildi. Bir süre sonra takım elbiseli adamlar ekranlara çıkıp Türkiye’de yaşamın aslında muntazam olduğunu fakat bazı düşmanların bizim istikrarlı mükemmel yaşantımızı bozmaya çalıştığını filan anlattı. Aslında düşmanlarımız bizi kıskanıyordu. O kıskanç düşmanlar olmasaydı... Ah o düşmanları bir elimize geçirseydik...

“Düşmanlar-Şehitler”

Medyada ve siyaset dilinde iki tane anahtar kelimemiz var. Bunlardan biri “düşman”. Sonrasında ise “şehit(-ler)” geliyor. Türkiye’de en çok duyduğumuz kelime “şehit”. Her şehrimizin bir şehidi var ve “ölüm, vefat, hayatını kaybetme, yaşamını yitirme vb” den ziyade “şehit” demeyi daha çok seviyoruz. Geçmişten günümüze bir yerde sürekli bir şeyler oluyor ve biz bunların haberlerini izlerken spiker “... sayıda şehit!” diye dramatik sesiyle başlamıyorsa habere kanalı değiştiriyoruz. Şehit yoksa herhalde çok da önemli bir şey olmamıştır diyerekten… Haber bültenleri şehitlerin cenaze görüntülerinde “sinir krizi geçiren aile fertleri” yayınlamak istiyor. Fonda ise dramatik müzikler oluyor mesela utanmadan, sıkılmadan. Oturup bu ölüme hangi parça gider diye şarkı seçiyorlar kurguda… Toplumca şehitseviciyiz dürüst olalım.  Biz ölüleri pek sallamayız ama şehitleri çok severiz.

Üstelik bu şehitlerin kim olduğu önemli değil, hayatını kaybeden insana şehit kılıfını giydirebilelim yeter… Onların hangi koşullarda ve neden öldüklerini, devlete bağlı kurum ve kuruluşların gereken güvenlik önlemlerini filan neden almadığını, bu kadar “büyük şehirlerde” bombaların mısır gibi sağda solda patladığını nasıl takip edemediklerini; hadi onu yapamadılar, sonrasında olayın takibini yapıp yapmadığını merak etmeye gerek yok. Şehit oldu diyoruz ve herkes derin bir oh çekiyor. Sonra gelsin kahramanlık öyküleri, gitsin klip şeklindeki haber bültenleri. Facebook’ta Twitter’da photoshoplu duygusal paylaşımlar…

“İnşallah şehit olursunuz!”

Mesela Beşiktaş’taki patlamadan sonra, Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki polislere gidip “İnşallah siz de şehit olursunuz” demiş. “Allah nasip ederse ben de olurum” diye de eklemiş. İlla şehit olacaklar… Bakanın ve genel olarak partililerin ölüm konusuna bu kadar eğilmiş olmalarının altında derin varoluşçu felsefelerin yattığına inanasım gelmiyor. Aslında bakanın “felsefesi” biraz daha basit işliyor. “Ölünce cennete gidiyon” şeklinde… Yine başka bir yerde öğretmenin biri çocukların eline idam ipi vermiş, şehitlik köşesinin önünde savaş naraları atarak fotoğraf çekilmiş. Bir seferberlik var sanki.

Şehit olma ve hayatını kaybeden insanlara şehit deme konusu o kadar laçkalaştı ki kelimenin içi de boşaltıldı. Çeşitli inanışlarda -özellikle İslamiyette- şehit olma kavramı sürekli dillendirilen bir mevhum. Özellikle son birkaç senedir iktidar partililer şehit kelimesini çok fazla dillendirir oldu. Soma örneğinde olduğu gibi, insanların hayatlarına zerrece değer vermeyen holding sahiplerinin sorumsuzlukları yüzünden hayatını kaybeden yüzlerce emekçiye şehit denildi. Böylece gazımız alındı, ekran başında bi rahatladık... Diğer yandan gündem aşırı hızlı değiştiği için dikkatlerden kaçıyor belki ama toplumsal olaylarda ya da yaşanan iç savaşta kime şehit denilip denmeyeceği de sürekli değişiyor mesela. Askere ayrı bir değer atfedenler, yeri geldiğinde askerliği eleştirenleri satırla dövenler onun da yer ve duruma göre ölünce şehit ya da alelade bir ölü olduğuna kendileri karar veriyor. Darbe gecesi öldürülen erleri hatırlayın… 10 Ekim’de ölenlere şehit denmiyor mesela… Ya da bir bodrumda yanarak ölen çocuğa… Ya da Madımak’ta… Denmesin de zaten. Biz onları -ve dahi hiç kimseyi-  şehit diye anmak istemiyoruz.

İnsanların yaşama hakkının elinden alınışının cezasız kalmasına karşıyız sadece. En azından hukuki süreçlerin usulüne göre uygulanmasını, bari etik çerçeveden çıkılmamasını istiyoruz.

Şehit kime deniyor?

Peki her şey bir yana da şehit kime denir? Nedir bu kadar dillerden düşmeyen şehit kelimesinin kökeni. Arapça kökenli bir kelime olan şehit, ilk anlamıyla tanık, ikincil olarak da Allah yolunda, din uğruna ölen bir müslümana verilen isimdir. Biraz araştırınca Arapça’ya da bu kelimenin Aramice/Süryanice’den geçmiş olduğunu okudum. Bu dilde de “tanık olma, tanıklık etme” anlamına geliyor. Peki bizler neden sürekli insanlara şehit demeye çalışıyoruz? Bir yıldan bugüne tüm toplu katliamlarda, bombalı saldırılarda hayatını kaybeden, vahşice katledilen insanların hepsi öldükleri sırada Allah uğruna mı savaşıyordu? Ve hepsi de müslüman mıydı? Ayrıca şehit denilen insanlardan bazıları zamanında başkalarının canına kıydıysa? Şehitlik kavramının ele alınışını inanç bağlamında belki anlayabilirim ama bunun dahi altının boşaltılıp siyasi çıkarlar için kullanılmasını kabul edemiyorum. Midem bulanıyor. Çünkü IŞİD tecavüz çeteleri de kendi canlı bombalarına şehit diyorlar o nasıl olacak? 10 Ekim’de arkadaşlarımı benden alan adam da şehit olacağını düşünerek yaptı bunu.

“Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı tercih ederim”

İçinde yaşadığımız süreçte tam on yedinci kez bombalı eylem gerçekleşiyor ve toplumsal anlamda psikolojimizin sağlıklı olduğunu söyleyemeyiz. Televizyon ekranlarında, sosyal medyada, gazetelerde her yerde salya sümük “şehidim, şehidimiz, şehitlerimiz” kelimeleri dökülüyor. Fakat mecliste bu “şehitlerin”, şehit olmalarına sebep olan olayların araştırılması talebi reddediliyor, olayların arka planı yayınlanamıyor, konu üzerinde tartışma programları yapılamıyor, yazılamıyor, çizilemiyor, eleştirilemiyor, dava açılamıyor… Ama olay yerine hemen “... şehitliği” adı veriliyor. Jilet gibi giyinmiş, 500 korumayla gezen Rayban gözlüklü adamlar da başka adamlara sürekli inşallah şehit oluruz deyip duruyorlar. Adamlar kendi aralarında bu işi çözüyorlar anlayacağınız. Kelimenin tanımı her ne kadar bir cinsiyete işaret etmese de o kadar eril bir kalıba büründürülmüş ki şehit denilince aklımıza direkt olarak bir erkek geliyor. Çünkü bu bazı erkeklerin bu sert ve kirli savaşı zaten doğrudan diğer erkekleri muhatap alıyor. Kullandıkları dilden tavır ve duruşlarına, eylemlerinden söylemlerine yaptıkları her şey tam da erkekçe… Birileri “şehit” olur kadınlar da arkalarından sessizce ağlar. Her şey sessiz sedasız olup bitiyor. İşte burada Ulrike Meinhof’un o sözü geliyor aklıma, her zaman: “Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı tercih ederim.”

Ülkenin her tarafında bir şekilde bu kirli savaşta hayatını kaybetmiş erkeklerin güçlü ve dik duruşlu heykelleri var. Daha da olacak anladığım kadarıyla. (Gerçi artık ölü sayısı orantısız şekilde artış gösterdiği için direkt o bölgeye şehitlik adı veriliyor.) Geçmişten bugüne özellikle İslam ülkelerinde erkekler “şehit olunca cennette onları en yüksek mevkinin beklediği, iki huriyle evlendirileceği” gibi vaatlerle ölüme yollandılar. Peki şehit olunca bu erkekler bu kadar büyük ödüllerle ödüllendiriliyorsa, ve fani dünyamızda çok yüksek mevkilerde yaşayıp da bu kadar şehit olmayı isteyen onlarca erkek varken neden hiç onlara denk gelmiyor bu şehadet? Yoksa Allah onları cennetine kabul etmiyor mu? Ya da şehit olmak için yeterince şey yapmıyorlar mı? Peki insanların hayatta kalmak için mücadele etme isteğine, yaşama dürtüsüne ne oldu? Aslolanın yaşamı güzelleştirmek, yaşamı anlamlı kılmak ve barış içinde yaşamak olduğu gerçekliğine? Kimse kusura bakmasın yaşadığımız şey oldukça can yakıcı ve hiçbirimize değmeden geçmeyecek. Sürekli birilerinin öldürülüp, yaşamlarının ellerinden alınmasından sonra yüzsüzce politika üretilmesi midenizi hâlâ bulandırmıyorsa, en azından bu olmuyorsa asıl şehit sizsiniz demektir.


Etiketler:
nefret