08/02/2013 | Yazar: Poyraz Şahin

‘Öteki’ olmak Paris’te, Los Angeles’ta ne ise Amed’de de o. Toplumun dışladığı, sistemin ‘öteki’ yaptığı her birey dünyanın her yerinde aynı muameleyi görüyor.

“Öteki” olmak Paris’te, Los Angeles’ta ne ise Amed’de de o. Toplumun dışladığı, sistemin “öteki” yaptığı her birey dünyanın her yerinde aynı muameleyi görüyor. 
 
Homofobikliği bir halka mal etmeye çalışmak ne ise “eşcinsellik ve transseksüellik Kürt halkından çıkmaz” mantığı da aynı aslında!
 
Çoğunluğa ait olmayan, hiç bir zaman çoğulcu olamayan insanların, ’’insancıkların’’ toplulukların, yırtılmış, bitirilmiş, talan edilmiş hayatları… Kendini ait/mutlu hissettiği gibi değil de, başkasının görmek istediği gibi bir yaşama zorlanmış ve dışlanmış, dışarda bırakılmış, dışkapının mandalları.
 
Cinsiyetini, dinini, dilini, etnik kimliğini saklamak zorunda kalmış insanlar. Sistemin çarkları arasında ezilmişlere kısaca ’’öteki’’ diyoruz.
 
Günümüzde ötekileşme kelimesi küçük minoriteleri değil de büyük, çok büyük çoğunlukları temsil eden bir kelime halini aldı. Her geçen gün biraz daha banalleştirilerek hayatın her alanında karşımıza çıkarak içi boşaltılmış bir terminoloji halini aldı. Bazen de günlük hayatımızda, seçimde, meydanlarda, afişlerde gördüğümüz, okuduğumuz sloganlar: ’’ötekileşmeye karşı, sessizlerin sesi’’.  ’’Artık öteki olmak yok”. “Öteki” olmak artık her gün biraz daha iktidarın bir aracı haline getirildi. İktidar ’’öteki’’ üzerinden politika yaparak her seferinde gücü elinde tuttu, tutuyor, insanların yüreklerine, vicdanlarına hitap ederek, onların sömürerek adeta içini boşalttı bu kavramın.
 
Peki ama kimdir bu ’’öteki/ler’’? Toplumun sırtında birer yük olan, yani bizden olmayanlar? Neden “öteki” olarak kabul ediliyor ya da kabul ediyoruz “öteki” olmayı?
 
Toplumda hep sorun çıkaran, sistemin başına bela olan,  bütün oyunlara ve hilelere rağmen bir türlü istendiği gibi olmayan, hiçbir kalıba girmeyen ’’ötekiler’’ artık toplumlarda birer kambur gibi görülüp, öyle yansıtılan ’’öteki/ler’’ den nefret eder olduk.
’’Ötekiler’’, ’’ötedekiler’’: Türkiye’de Kürt, İsrail’de Filistinli, Amerika’da yerli, Çingene, 12 yaşında evlendirilen eli kınalı gelin, cenaze namazı kılınmayan transseksüel, öldürülen eşcinsel; yalnızlığa terk edilmişler…
 
Bazen yanı başımızda: sokaktaki tinerciler, başörtülüler, engelliler, Alevilerdir. Bazen de ötede, bizden uzakta, sürgünde, Mahmur’da, Darfur’da mülteci kamplarındaki sığınmacılar… Bu liste böyle uzar gider.  Ama hepsinin adı aynı: ’’öteki’’ ya da ’’diğeri’’.
 
İçimizde sövüp saydığımız, alay ettiğimiz, hor gördüğümüz, aşağıladığımız, zavallı olarak gördüğümüz, bazen de acıdığımız, acılarına yara olmak istediğimiz, ’’öteki’’…
 
“Öteki”nin çalınmış hayalleri, hayatları insanlığın tarihinde birer kara leke adeta. Dünya üzerinde hiç bir ülke, hiç bir sistem yoktur ki, her birey eşit ve gerçekten hür şekilde yaşasın. Nereye giderseniz gidin, hangi sistemi kurarsanız kurun her yerde birer ’’öteki’’ vardır. “Öteki” olan özgürleşince, kendi bünyesinde başkasını “öteki” yapıp dışlıyor. Bu kısır döngü böyle devam edip gidiyor işte.
 
İnsan olarak bizleri diğer yaşayan varlıklardan ayıran olgulardır zekâ ve bilinç, buna rağmen ötekileştirmeden yaşamayı, “ötekine” yaşam alanı açarak, nefes alabilme fırsatı vermeyi ve eşit haklarda bir arada yaşamayı ilk insandan beri becerebilmiş değiliz.
 
Ben mi çok kıyıda köşede kalmış konuları cımbızla çekip çıkarıp gündeme getirip didiklemesini seviyorum yoksa gerçekten o diplere bastırılmış konuları, diplere bastırılmışların seslerini, halı altına itilmiş insanların hikâyelerini yazan çok kişi mi yok bilmiyorum. Ama yine o yukarıda bahsettiğim ötekilerden biri olan, hepinizin de okuduğuna emin olduğum Amed’de cinsel yönelimi (cinsel tercihi değil) yüzünden vücuduna 14 kurşunu reva gören 17 yaşındaki R.Ç.’nin nefret cinayetine kurban gitmesini açmak istiyorum.
 
Genç R.Ç. bundan bir kaç ay önce öldürüldükten sonra cesedini yol kenarına atarak olay yerini terk edip kaçtılar… Yol kenarında cansız ve sahipsiz bir çocuk…
 
R.Ç. cinayeti sıradan bir cinayet vakası olarak gösterilip kapatılmaya çalışıldı. Fakat olayın perde arkasında R.Ç.’nin eşcinsel olduğu için öldürüldüğü ortaya çıktı.
 
Bu nefret cinayeti egemen medyada büyük yankı buldu. R.Ç’nin amcası ve babası tarafından 14 kurşunla katledilmesinden sonra, yapılan yorumlar, atılan manşetler bir kez daha olaya nerden bakıldığını ve nerden bakılmak isteğini ortaya koydu. Genel anlamda Türkiye’de yapılan eşcinsel, transseksüel, travesti nefret cinayetlerini gündeme getirmezken, her nedense ’’duyarlı’’ medya R.Ç. cinayetine çarşaf çarşaf yer verdi. Üstelik olayın Amed’de geçtiğini okuyucunun gözünün içine sokacak koca koca manşetlerle. ’’Cehalet’’, ’’geri kalmışlık’’, ’’bu tür namus cinayetleri doğuda çok yaygın’’, ’’insan evladına nasıl kıyar’’ gibi manşetler atıldı yorumlar yapıldı, yazıldı çizildi. Hatta bazı psikolog/psikiyatr ’’uzmanlar’’ kanal kanal gezerek bir yandan içlerindeki ırkçı, nefret dolu söylemlerini meşru bir zemine oturtmaya çalışırken, diğer yandan eşcinselliğin ’’tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu ve bu hastalığın tedavi yöntemlerini’’ anlattılar durdular. Elbette aynı dilden beslenen kin ve nefret söylemleri günlerce sürdü…
 
Medyanın gösterdiği “ötekine” olan düşmanlığı, homofobiyi bir kültüre, bir halka ya da bir topluma indirgeyecek şekilde yazmanın hiç de masumca olmadığını herkes çok iyi biliyor. Medyanın, egemen güçlerin Kürtlere ve eşcinsellere olan baskısını nefret söylemleri ile yoğurarak yansıtması elbette ki ideolojiktir. Yapılan nefret katliamını Kürt halkına mal etmeye çalışmak, sosyo-ekonomik anlamda geri bırakılmışlıkla, muhafazakârlıkla, aşiretçilikle ilişkilendirilerek, “öteki”ne olan düşmanlığın kaynağını heteroseksist toplumda, ataerkil kültürde aramayarak insanları Kürt düşmanlığını konusunda ikna ettirmeye çalışmak, bir halka olan düşmanlığın en açık ifadesi! Kuzu postuna bürünmüş kurt misali bütün bir halkı stigmatize edecek şekilde sadece Kürtleri homofobik olarak göstermek, Türkiye’de yürütülen kin nefret dolu Kürt politikasının her katmanda yürütüldüğünün bir kanıtı olsa gerek. Amaç yürütülen savaşı meşru zeminlere kaydırmaya çalışarak koca bir halkı küçük düşürmeye çalışmak.
Sokaklarda, orda burda eşcinselliğin tedavi olabilecek bir sapkınlık, Kürtlerin ise eli kanlı birer cani olduğuna dünden inanmaya hazır olan buyursun inansın. Ama unutulmamalı ki Kürt halkı bu nefret oyunlarına gelmeyecek kadar politik bilince sahip!
 
Nefret cinayetine sadece Amed penceresinden bakmak, homofobiyi yöreselleştirmeye çalışmak içlerindeki Kürt nefretine bahane aramaktır. ’’Eğitimli, aydın uzmanlara’’ sorarım Türkiye’nin hangi bölgesinde, hangi şehrinde cinsel kimlikler, farklılıklar kabul görüyor? Ya da hangileri eşit haklara sahip?
 
Türkiye’yi bırakın, ’’modernitenin’’ ve ’’özgürlüklerin’’ kıtası Avrupa’da, Amerika’da her gün kaç eşcinsel (gey, lezbiyen) ya da transseksüel saldırılara maruz kalıyor ve ölüyor haberiniz var mı? İçlerinden kaç genç, ailesi tarafından dışarı atılıyor ya da toplumun psikolojik ve sosyal şiddetine dayanamayarak intihar ediyor? Bu cinayetlerin katili Kürtler mi?
Söylemek istediğim argüman çok açık ve net: ’’Öteki’’ olmak Paris’te, Los Angeles’ta ne ise Amed’de de o. Toplumun dışladığı, sistemin ’’öteki’’ yaptığı her birey dünyanın her yerinde aynı muameleyi görüyor.  Kürdistan’da, Fransa’da, Japonya’da çekilen acının adı ve nedeni hep aynı.
 
Homofobik, transfobik toplum her yerde aynı ama adalet, bu insanlar için adalet hiç bir yerde!
 
Peki sorun nerede? Olayın nerede olduğunu değil de neden, niçin olduğunu neden sorgulamıyoruz ya da sorgulatmıyoruz?
Katliamın geçtiği yerin, şehrin, dinin ya da kültürün ne önemi var ki? Cinsiyetçi sistem her yerde aynı değil mi? Bunun adı sosyalizm de olsa kapitalizm de olsa ’’öteki’’ olmak aynı değil mi? Sonuç olarak gerçek olan şey o bedendeki 14 kurşun ve yol kenarına bırakılmış cansız beden değil mi?
 
Homofobi ne geri kalmışlığın, ne de cahilliğin bir sonucu. Sorun sosyal ve hiç de tahmin etmediğimiz kadar politik. Ötekine olan düşmanlığın nedeni köklerini tarihin çok derinlerinden alan ataerkil, heteroseksist ve ahlakçı sistem ve toplumsal değerlerden geliyor. Çocukluğun ilk yıllarından başlayarak almaya başladığımız ve yaşamımız boyunca bizi “olması gerektiği”, “insan doğana uygun” gibi yetiştiren değerlerde.
 
Bu kontekstten bakıldığında katil sadece R.Ç.’nin babası ya da amcası değildir. Sorumluluk cinsiyetçi, ayrımcı eğitim sisteminde. Sorumluluk toplumda bütün hayatını, çoğunluğun gösterdiği yolda şekillendirmek için bütün çabasını bu yönde sarf eden herkeste. Kimsenin vicdanına veya yüreğine seslenerek acıma duygularını kabartmak için yazmıyorum bunları, kimsenin insanları toleransla kabul etsin diye uğraşmıyorum. Bir insanı kendisi ile barışık şekilde yaşamak istediği kimlik ya da kimlikler altında verilmesi gereken haklardan bahsediyorum. Bunu yaşam hakkı ya da eşitlik olarak da adlandırabilirsiniz.
 
Baştan da söyledim ya, dışlanmışlığı, ezilmişliği en iyi Kürtler anlar diye, ama olay kendi içimizdeki ötekileri sahiplenmeye gelince hemen sırtımızı dönüp bizden çıkmaz diyoruz. Sokaklarda, meydanlarda eşitlik, kardeşlik sloganlarını sadece kendimiz için söylerken içimizdeki “öteki”ye “sen şöyle dur” diyoruz.
 
Evimizi, sosyal iletişim sayfalarını hakkın, eşitliğin savunucularının posterleri ile süslerken bir de o insanların bütün insanlar için verdiği mücadeleyi göz ardı etmemek gerekir. İşimize geleni savunarak diğer tarafı görmezden gelmek eşitlik savunuculuğuna sığmaz. Kendine müslüman, kendine komünist ve yine kendine mümin olmak eşitlikçilikle bağdaşmaz.
Kürt halkı olarak politik anlamda tutarlı olmaktan söz ediyorum. Bir yandan mazlumların, bilmem kimlerin hakkını, hukukunu savunurken, diğer yandan farklıyı sindirmek tutarlılık değildir. Olaylara politik olmaktan, politik bir bilinçten yaklaşıyorsak, bu bakış her şekilde, her yerde ve herkes için aynı olmalı.
 
Homofobikliği bir halka mal etmeye çalışmak ne ise "eşcinsellik ve transeksüellik Kürt halkından çıkmaz" mantığı da aynı aslında!
 
Ötekinin sosyal,  psikolojik olarak maruz bırakıldığı heteroseksist değerlerin hep önde olduğu bu toplumda yine bir öteki olarak dayanışmaya ve birbirimizin yaralarını sarmaya çağırıyorum.
 
Bu çağrı kesinlikle yüreklere yapılmış bir çağrı değildir, insanların duygusallıkları ile adalet oluşacaksa daha çok yolumuz var demektir...
 
’’Ötekini’’, ’’ötekileri’’ dinlemek için, yaşadıklarını yoldaşça, kardeşçe, şakirtçe sahiplenmek için illa solcu, sosyalist, mümin, liberal olmak gerekmiyor. Sadece insan olarak kimsenin kimseden aşağıda ya da yukarıda olmadığına inanmak yeterli!
Tekrar tekrar sizleri çoğu zaman seks işçiliğinden başka bir iş imkânı sunulmayan, aile içerisinde, sokakta, iş yerinde, okulda, camide, kilisede ve yaşamın her alanında yaşam hakkı verilmeyen ve etnik, dinsel, cinsel, siyasal kimliğ­ini gizlemek zorunda kalanlar ile dayanışmaya davet ediyorum.
 
Neden mi? Her şeyini paylaştığın arkadaşına, kardeşine eşcinsel olduğunu söyleyememek, sadece sende saklı olan o sırrını canın pahasına saklamak, iş çıkışı sırf mahallelinin bakışlarına, çocukların küfürlerine maruz kalmamak için karanlığın düşmesini bekleyerek ara sokaklardan eve gitmeye çalışmak, harika güneşli bir pazar gününde ülkenin bilmem hangi şehrin en işlek caddesinde sırf millet arkadan laf atmasın diye o çok sevdiğin canın annenin koluna girerek beraber yürüyememek, komşunun çocukları yaramazlık yapınca eliyle seni gösterip “bak onun gibi olursunuz’’ lafına onlarca defa şahit olmak, çalıştığın iş yerinden atılmamak adına belden aşağı muhabbetlere katılarak yaratılan oyunda oynamak zorunda kalmak, sokakta yürürken insanların sözlü, fiziki ya da sadece bakışlarıyla gösterdiği şiddete maruz kalmamak için her hareketini kontrol etmek zorunda kalmak, sırf eşcinsel olduğu için işinden/evinden atılan, ülkesini terk eden insanların dünyalarına ortak olmak, eşitlik ve adalet adına yapılmış mücadelede öteki olmadan hareket etmek bu kadar zor mu?
 
Unutulmamalıdır ki R.Ç.’lerin özgür olması herkesin özgür olması demektir. “Öteki” olmadan verilen mücadele hiç bir zaman sonuç vermeyecektir.
 
Her şeye rağmen “öteki”nin ve “ötekileştirme”nin olmadığı bir dünya mümkün mü sizce? 
Ya beraber özgürleşeceğiz ya da bu düzen böyle sürüp gidecek...!
 
Yaşamak bir ağaç gibi, tek ve hür,
Ve bir orman gibi kardeşçesine,Bu hasret bizim!

Etiketler:
İstihdam