09/05/2012 | Yazar: Erdal Partog

Osmanlıdan günümüze siyasi iktidar sanata kibirli bir üst dilden yaklaşmıştır.

Osmanlıdan günümüze siyasi iktidar sanata kibirli bir üst dilden yaklaşmıştır. 

Siyaset ve sanat bitmez tükenmez bir tartışma alanıdır. Bu konuda benzer tartışmaların günümüzde yeniden alevlendiğini görüyoruz. Üstelik bu tartışmayı başlatan kişinin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Tayyip Erdoğan olması da oldukça manidardır. Çünkü bir siyasetçi sanatın ne olduğuna ya da ne olmadığına karar vermiş görünüyor. Filozofların bile üzerinde uzlaşamadığı bir konuda siyasetin en tepe noktasındaki birinin karar vermiş görünmesi oldukça sorunlu bir durum.
 
Her şeye rağmen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kendinden önce yüzyıllardır sanat hakkında yürütülen klasik bir tartışmanın taraftarı olduğunu es geçemeyiz. Bu çerçevede Tayyip Erdoğan’ın da dâhil olduğu iki ana yaklaşımdan bahsetmek oldukça önemlidir. Bunlardan ilki siyaset ve sanatın birbirinden ayrı şeyler hatta birbirine zıt şeyler olduğunu düşünmek diğeri ise sanatın sadece toplum için var olduğunu, sanatın topluma karşı bir takım kamusal görevleri olduğunu ifade eden yaklaşımlardır. Birinci yaklaşım sanatı siyaset alanından kovarken ikinci yaklaşım sanatı siyasi iktidarın ya da klasik siyasetin aracına indirger.
 
Genel olarak insanlar arasında yaygın olan bu iki görüş Tayyip Erdoğan örneğinde olduğu gibi birçok problemi de beraberinde getirir. Çünkü bu anlayışa göre sanat kendi başına bir alan olarak tanımlanmaz. Sanat eklektik bir çabaya dönüştürülür. Bu yolla sanat siyasetin bir uzantısı ya da maşası olur. Çünkü siyasetçiler sanatın elit bir şey olduğunu, toplumun genel kanılarını ve söylemlerini yansıtmadığını söyleyip kendilerine taraftar edinirler. Bu iktidarlar, sanatı ve siyaseti belli bir cemaatin düşünsel kalıplarına hapsederler. Sanatı siyasete karşı güçsüz, siyaseti de etiğe karşı üstün gösteririler.
 
Bu anlamda Türkiye’de siyaset ve sanat meselesi devletin kamusal işleyişi içinden tamamen ayrıştırılmış hem siyaset hem de sanat bazı ulvi kanaatlere feda edilmiştir. Siyaset ve sanat bir zamanlar bir arada yaşayan kardeşler olduğunu unutmuş büyük ağabey olan klasik siyaset küçük kardeş olan sanatı canı istediği zaman pataklanmıştır. Sanatı pataklayan ya da pataklar gibi görünen kişilerden biri de Platon olmuştur.
 
Platon ‘Devlet’ adlı eserinde o meşhur sanatı pataklama işini yüce siyaset için yapmıştır. Siyaset yüce sanata ise aşağı bir değer biçmiştir. Bu geleneğin bir izdüşümü olarak kamusal devlet araçları sanatı toplum için sanata indirgemiştir. Sanatın özerk ama bağımlı etik tavrı yeniden tahrip edilmiştir. Sanat iktidarlar tarafından en kolay harcanan yeri geldiğinde sürgün edilen bir şey olmuştur.
 
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sanata bakışı da kendinden önceki iktidarlar gibi oldukça sorunludur. Erdoğan için sanat toplumun gelenek ve göreneklerine uyan ona karşı söz üretmeyen sürekli toplumun hassasiyetlerini yücelten şeydir. Bir anlamda Tayyip Erdoğan da Stalin gibi halkı adına sanatı çarmıha geren kişidir. Çünkü ümmetçilik dışında olan sanat gerçek sanat değildir. Müslüman olmayan sanat, sanat değildir.
 
Bu tavır bizlere Osmanlı Padişahlarının sanat bakış açısını ve sanatçıya karşı tek boyutlu yaklaşımını hatırlatıyor. Çünkü Osmanlı Padişahları çoğunlukla kendisini en iyi şekilde öven sanatçıyı korumuş ve gözetmiştir. Kendisi gibi düşünmeyenleri ise düşman ilan etmiştir. Bundan dolayı bu kalem erbapları iktidarın sözcüsü olmak durumda kalmışladır. Özgür iradelerinin değil iktidarın esiri olmuşlardır. Sanatı değil bir geleneği icra etmişlerdir. Bunun aksini düşünenler ya da yazanlar hep zulme uğramıştır. Nefi’nin keskin dili hayatına mal olmuştur. Bu yüzden Osmanlıda sanat, iktidarın arka bahçesinden dışarı çıkmamış çıkmak isteyen sanatçılar da tez elden bertaraf edilmişlerdir. Osmanlıdan günümüze siyasi iktidar sanata kibirli bir üst dilden yaklaşmıştır.
 
AKP hükümetinin sanata bakışını kendi siyasi geleneği belirlemiştir. Bunun aksini düşünmek de zaten saflık olurdu. Çünkü AKP İslami muhafazakâr bir dünya görüşünü yansıtıyor. Çünkü AKP, siyasete öncel olan etik değerleri değil İslam düşüncesini her şeye öncel kabul ediyor.
 
Oysaki etik değerlerin evrensel normlar olduğunu sağır sultan bile duymuşken AKP’nin siyaset ve sanat değerlerini yerelleştirmesi bu yerelleştirmeyi de evrensel değerlermiş gibi sunması AKP iktidarının ileri olmayan demokrasini yansıtıyor.
 
Aristoteles’in dediği gibi demokratik iktidarlar arkalarına aldıkları çoğulculuğu her an bir tiranlık anlayışına dönüştürebilir. Bu yüzden de çoğulculuk siyasetini tek başına doğru bir siyaset anlayışı olarak okumak doğru değildir. Çünkü AKP iktidarının yaptığı şey buna yakındır. AKP çoğulculuğu halk adına halkın sözüymüş gibi her alanda uygulamaya çalışıyor ki bu demokrasi açısından oldukça sorunludur.
 
Sanat ve gerçek anlamda siyaset insanlık tarihinin mirası ve aynı zamanda zihin haritasıdır. Ancak bu gerçekliğe rağmen AKP iktidarının sanata karşı kendi öz sanat anlayışını herkese dayatması siyasetin ve sanatın da tansiyonunu yükseltmiştir.
Bu tansiyon arttırıcı siyaset yapma anlayışından biraz olsun çıkmak; siyasetin ve sanatın değerlerinin birbirleriyle ne kadar iç içe olduğunu hatırlatmak gerekir. Bu tarz sığ siyaset yapanların huzuruna bu anlamda etik ve estetik değerleri yeniden ortaya çıkarıp tartışmak zaruridir.
 
Çünkü AKP iktidarının genel anlamda etiğe ve estetiğe alerjisi vardır. Bu alerjinin de nerden kaynaklandığını görmek gerekir. Çünkü İslami değerlere inanan ve siyaseti de bu değerlerin ışığı altında yapan AKP iktidarı tabii ki genel anlamda etik ve estetik değerleri İslam düşüncesinin alt başlığına indirgeyecektir. Platon’u, Aristoteles’i Spinoza’yı Hegel’i elinin tersiyle itecektir. Bu elinin tersi ile itmenin anlamı ise İslami değerlerin her şeyin üstünde olmasına bağlanacak, laik bir ülkede herkes bir torbada Müslüman olup çıkacaktır.
 
İslam düşün dünyası bütün insanların iyiliği ve huzuru için değil öncelikle müminlerin mutluluğu ve huzuru için mücadele edecektir. Bu anlayış evrensel bir mücadele değil sadece bazı kesimleri kayıran bir mücadele tarzıdır. Oysaki evrensel değerler herhangi bir dine ya da millete ya da ideolojiye indirgenemeyecek kadar vazgeçilmezdir.
 
Bir toplum nasıl daha iyi ve huzurlu yaşar sorusuna cevap aramaya başladığımızda karşımıza hemen herkesin ortaklaştığı değerler sıralanıverir; özgürlük, eşitlik, adalet, onur ve dayanışma… İşte siyasetin temel sorusuna eğer bir cevap arayacaksak bu kavramlar üzerinden sorunlarımızı çözmemiz gerekir. Bu kavramlar da birilerinin zannettiği gibi yerel değil evrensel insanlık değerleridir.
Vicdan ve akıl sahibi olanlar, Müslümanlığın ortaya ilk çıkış dönemlerinde bu evrensel değerlerin Hz Muhammed’e yol gösterdiğini bilir. Çünkü Müslümanlar ilk ortaya çıktıklarında çoğunluk değil azınlıklardı. Kendilerini daha özgür hissetmek ve daha özgür yaşamak için mücadele ediyorlardı. Bu mücadele sadece Allah’ın bir mucizesi değildi insanlık tarihinin biriktirmiş olduğu evrensel insanlık değerlerinin bir sonucuydu. Bu anlamda birilerinin zannettiği gibi sadece Müslümanların vicdanlı sadece Müslümanların adaletli olduğunu düşünenler İslam’a yabancılaştıklarının da fakında değillerdir. Çünkü adalet ve özgürlük dinlerden sonra olan dinin içine hapsedilebilecek kavramlar değildir. İslam’ın ortaya çıkışında eğer evrensel etik değerler bilinmiyor olsaydı bugün bir İslam kültüründen bahsedemezdik.
 
Bu anlamda etik değerleri siyaset adına savunurken bu değerleri sadece siyasete ya da dine ait değerler olarak algılamak tamamen bir çarpıtmadır. Çünkü sanat düşüncenin olaylar karşında aldığı kişisel etik ve estetik duruştur. Bu etik ve estetik duruş özgürlüğe, adalete ve insan onuruna ve vicdanına dayanır.
 
Bugün Shakespeare’i sadece bir sanat erbabı olarak göremeyiz. Çünkü Shakespeare’i Shakespeare yapan eserlerinde siyasi etik ve estetik değerleri iç içe kullanmasıdır. Mevlana’ya ne demeli? Onu sadece İslam içinde ya da İslam’ın estetik bir ürünü olarak gösterenler Mevlana’nın İslam’ın ana akım anlayışına ya da İslam iktidarına karşı geliştirdiği özgürlükçüğü söylemi görmezden mi gelecek? Cervantes Donkişot’u yazdı diye aptal mı diyeceksiniz?
 
Bugün geldiğimiz noktada hem sanatçıların hem de siyasetçilerin bu kadar birbirlerinden ayrık olması gerçek anlamda ne sanatın ne de siyasetin olmadığını bize gösteriyor. Bugün ne siyasetçiler etik ve estetik değerleri gözetiyor ne de bazı sanatçılar. Her iki kesim de suçu birbirine atıyor. Siyaset olmazsa sanat ne güzel olur ya da sanat olmazsa siyaset ne güzel olur anlayışı maalesef kolayca dillendirilebiliyor.
 
Tabii ki burada sanatçıları bilindik anlamda siyasetçilerin eşitimiymiş gibi düşünmek sanatçılara haksızlık olacaktır. Çünkü sanatçıların işi toplumsalı kişisel etik ve estetik bir bakışla somutlaştırmaktır. Bu yüzden sanatçılar yalnızdırlar. Onların ne topları ne tüfekleri ne de iktidarları vardır.  
 
Sanatçılar, formu maddeye karşı eleştiren ona yeni yaklaşımlar getiren kişilerdir. Tıpkı gerçek siyasetçinin var olan siyasi formlara karşı yeni formları siyasi arenaya taşıması gibi. Her ikisi için de etik ve estetik olmazsa olmaz değerlerdir. 

Etiketler:
İstihdam