25/01/2011 | Yazar: Yıldırım Türker

Tayyip Erdoğan son hamleleriyle eğreti âşıklarını küstürmüşe benziyor.

Tayyip Erdoğan son hamleleriyle eğreti âşıklarını küstürmüşe benziyor. Ahmet Altan’ın heyecan verici yazısı karşısında küplere binip mahkemelere koşmasıyla zirvesini bulan gerilim, AKP karşısında kendisine liberal diyen bir grup aydının duruşlarını yeniden gözden geçirmesine neden olacak besbelli.

Ahmet Altan, benzersiz kalemi, ben de dahil sevenlerini mest eden keskinliğiyle Tayyip beye hayati uyarılarda bulunurken yine de onun delikanlılığını hatırlatmadan geçemiyor, eski muhabbetlerini özlemle yad ediyordu. Kanımca mesele tam da bu çatlaktan fokurduyor.
Taraf gazetesi, bu toplumda son yıllarda yaşanan her gelişmenin, her berraklaşmanın öncü güçlerinden biri olmuş, ne öldürülmesi ne hakkı yenmesi gereken bir yiğittir. Ama yiğitlik, delikanlılık menkıbelerinin yaşatılmasında da maalesef ön saflarda yerini almıştır.
Kemalizm denen militarist ucubeyle mücadele ederken ‘her şeyin mubah olduğu’ kirli siyaset dilinin tuzaklarına düştü, Başbakanın hiç de yeni olmayan hoyratlığına kılıflar biçme misyonuna gönül indirdi.

AKP’nin ‘gizli’ değil açık gündemini; demokrasi konusundaki ‘fıtrattan’ gönülsüzlüğünü, toplumun kimi kesimlerini hiç hesaba katmayan cevval pragmatizmini görmezden gelen, görenleri bir çırpıda yaftalayan küçük tayyipler ve küçük özköklerin, bünyesinde palazlanmasına izin verdi.

Ahmet Altan, şimdi kusturucu bir dille kendisini Başbakanla aynı kumaştan yiğit ilan eden, Başbakanla arasını bulmaya çalışan gazetesinin sözde genci 72 yaşındaki emekli albay Benjamin Button’ın yazısı karşısında kim bilir neler hissetti?

Taraf gazetesi ve çevresi, özellikle referandum öncesi Başbakan’ın hoyratlığını aratır bir saldırganlıkla, kendilerini takdir edenleri bile mahcup edecek bir hükümet yandaşlığına yazılmadı mı? Kendi duruşlarını benimsemeyenlere karşı demokrasi yolunda nasıl bir dayanışma hattı çizdiler? Sözgelimi ben, Türkan Saylan’a yapılanları reva görmediğim için Genelkurmay çizgisinde Kemalist ilan edilmekle kalmadım, daha sonra polislerin gençleri orta yerde çiğnemesine karşı çıktığım için gençleri kışkırtan Yasin Hayal olarak anıldım. 

AKP’nin ampulü
Elbette bütün bunları ‘etme bulma dünyası’na bağlayacak değilim. Ama hepimizin otoriteyle kurulabilecek ilişki ihtimalleri ve yordamları üstüne epey bir düşünmemiz gerekiyor. AKP’nin ‘demokrasi ülküsü’ müsameresini meşrulaştırmak, her pislediği yere bez koşturmak değildi mutlaka ‘liberallerin’ amacı. Onlar işçisinden, emekçisinden, gencinden, sanatçısından tamamıyla umudu kesmiş oldukları memleketin düze çıkışını statüko dışından bir muhafazakâr yiğide destek vermekte gördüler. Orduyu hizaya getirerek militarizmin palet izlerinin silinivereceğine inandılar. AKP’nin derdinin orduyla olduğuna inandılar. Aynı militarist kafanın, aynı kan pıhtısı milliyetçiliğin ürünü olduğunu görmek istemediler.

Liberaller, kendi yazdıkları AKP’yi destekleyegeldiler. Sağcı muhafazakâr bir partinin bu memleketi aydınlığa çıkaracak yegane güç olduğuna iman ettiler. Oysa AKP’nin ampulü ortadaydı. Şimdi Erdoğan’ın değiştiğini, ceberut bir dile sarıldığını, ordusuyla işbirliğine girdiğini söylüyorlar. Söylediklerinde doğruluk payı var mı? 

Çiğlik
Erdoğan, 2004 yılında NATO toplantısı sırasında Bush’u ve NATO’yu protesto eden kitleyi marjinal ilan ettiğinde farklı mıydı? O zamanlar yazmışım. Hatırlayalım isterim: Şu dünyada temsil ettiği siyasi duruşu bir kenara bırakalım, Recep Tayyip Erdoğan’la tanıştıkça onda başından beri bizi rahatsız eden şeyin birkaç dil sürçmesi ile açıklanamayacak bir çiğlik olduğunu fark ediyoruz. Çiğlik derken yalnız bildiğimiz hamlıktan, sonradan görmelikten, ikbale hazırlıksız yakalanmışlığından dem vuruyor değilim. Aynı zamanda onun vahşileşebilme hızına, güç kazanıp yerini sağlamlaştırdıkça karşısındakilere yönelik gözü dönmüş bir nefreti fütursuzca dışa vurabilme eğilimine de dikkat çekmek istiyorum. Suratında ‘talihsiz’ bir sırıtmayla, ‘30 yıl öncesinde kalmayalım. O zaman ‘Go home’ diyen zihniyet ne ise bunların zihniyeti de aynı. Artık bunları aşmak lazım’ derken daha birkaç yıl öncesine kadar geçmişini bağışlatmak için çırpınan delikanlıdan kıyıcı bir hoppalığa, sözünün nereye gideceğini tartmayan bir kaygısızlığa yuvalandığını görüyoruz.

Recep Tayyip Erdoğan’ın engellenemeyen yükselişi, farklı çevrelerde farklı tercümelerle izlendi. Sözgelimi, yükselişi karşısında çaresiz kalan neoliberal ‘kanaat liderleri’nin aceleye getirdikleri ‘Kasımpaşa Oratoryosu’nda Delikanlı bu alanda alışık olmadığımız, enikonu şehvetli bir dille kutsanıyordu. Bir omzunun raconunca ‘hafif aşağı kaymış’ olması, Roosevelt Salonu’na aynı bıçkın edayla girmesi ve kendisini bir ay gibi kısa bir zaman içinde ‘seçkinler kulübüne kabul ettirmesi’ üstüne kurulan romans, en ufak bir mizah kırıntısı içermediği gibi maçoluğun dayanılmaz cazibesine boyun eğiş tadında bir cinsellik alıştırmasından izler taşıyordu. Onca küçük görülen adam, en kostak yürüyüşüyle iktidara yanaşırken bir acele Kasımpaşalılığın erdemleri keşfedildi. Yoksul taraftarlarının onda göregeldiği yakışık, apansız güçlü çıkar çevrelerine de aşikâr oldu. O da bunun tadını çıkarıyordu hani. Bu imge, bu eda ‘Şimdilik idare eder’ diyordu besbelli. 

Soru mu sordun?
“Lider olunmaz, lider doğulur” buyurmuştu ya. Aynı yola baş koymuş hırsı kavi, genleri namüsait lider adayı iktidar süprüntüleri tarafından hırpalandıkça, haksızlığa uğradıkça iyice keskinleşmiş, şahin edalı bir bakış. Kendine sonsuz güvenen bir savaşçının her an her şeye meydan okuyan bakışları.

Kendine soru yöneltme cüretini gösteren hadsizlere lisenin alikıranbaşkeseni edasıyla itişerek kısa cevaplar vermeler. Her an herkes tarafından sorgulanıyorum paranoyasıyla ilmek ilmek örülmüş bir kendini savunma nadanlığı.

Sendikalara, “Sokağa dökülürseniz dökülün kardeşim” diyordu. Bazı holdinglere para kaptıran vatandaşlara, “Bize mi sordunuz? Kaptırmasaydınız”ı yapıştırıyor, Erzurum’da iş isteyen işsize, “Devlet, iş dağıtma yeri değil. Burada Başbakan konuşuyor, biraz saygılı ol” diyor, hızını alamayıp “İşte devlet böyle battı”yı da ekliyordu. Fındık taban fiyatının yükseltilmesini isteyen üreticiye “Hazırlopçu” diyor, oturduğu bölgede su bulunmamasından yakınan vatandaşa, “Siz de her şeyi bedava istiyorsunuz” cevabını veriyordu. Toplu konut atağından söz ederken, ‘Paramız yok, nasıl alalım?’ diyen vatandaşa “Yastık altında çok vardır. Sende olmasa bile başkalarında vardır” diyordu. Bingöl depremzedelerinin gösterisini masum bulmuyor, provokatörlerin işi diyor, protestocu bir genç kızı, kendi siciline bakmadan, ‘sicili lekeli’ ilan ediyordu. O, hata yapmayan adamdı. Siciline gelince, şiirden hüküm giymişti.
Başına iş açan kusturucu manzumenin şiirle alakası tartışmalı olsa da bu, böyleydi. Rakiplerinin gözü kara zulmü, ondan olmadığı bir yiğit yaratmıştı işte. Keşanlı Ali Destanı gibi onun hikayesi de bir gün Kasımpaşalı Tayyip Destanı diye yazılabilirdi pekâlâ.
 

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam